Foti Benlisoy

Türkiye’de “iş kazaları” denen cinayetlerin neredeyse bir katliam, bir “sınıf kırımı” düzeyinde olduğu hemen hepimizin bildiği acı bir gerçek. Dolayısıyla 21 yaşındaki Abdullah İnce adlı bir genç işçinin böyle bir “kazada” katledilmesi “yeni” bir şey değil belki. Ancak İnce’nin kısa yaşamındaki bir detay onun öldürülmesine başka bir boyut da katıyor. İnce, Niğde Üniversitesi Maden Mühendisliği Bölümü öğrencisiydi ve harç parasını çıkarabilmek ve ailesine yardımcı olabilmek için Kırşehir’deki Petlas Lastik Sanayi’nde iş yapan Mimsan adlı taşeron firmada çalışıyordu. İnce, 3 Haziran’da başladığı işin 15. gününde, iskelede çalıştığı sırada dengesini kaybederek 25 metreden aşağıya düşmüş ve daha sonra kaldırıldığı hastanede kurtarılamamış. Eğitim masraflarını denkleştirebilmek ya da ailesine katkıda bulunabilmek için çalışmak durumunda kalan ve çalışırken “iş kazaları” sonucu ölen ilk genç değil maalesef İnce. Geçen yıl Mart ayında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin dış cephe boyasını yapan işçiler Nesih Taşkın ve Mehmet Toprak, iskelenin çelik halatının kopması nedeniyle yedinci kattan düşerek yaşamlarını yitirmişlerdi. Ölen işçilerden 26 yaşındaki Nesih Taşkın, daha önce ekonomik güçlük nedeniyle Iğdır Üniversitesi’ndeki eğitimini yarım bırakmak zorunda kalmış, 2010 yılında kazandığı Amasya Üniversitesi’ndeki kaydını ise yine harç parasını ödeyemediği için dondurmuştu. Taşkın, bu parayı biriktirmek için de inşaatlarda çalışıyordu. Bir başka örnek, 2010 yılının Ağustos ayında yine harç parası için inşaatta çalışırken hayatını kaybeden Muğla Üniversitesi öğrencisi 22 yaşındaki Ömer Çetin’di. Aslında “iş kazaları” denen sınıf cinayetleri nasıl dikkatsizliğin ya da kimi üzücü tesadüflerin ürünü değilse, bu iş cinayetlerinde giderek daha fazla öğrencinin hayatını kaybetmesi de istisnai bir durum değil.

Komünist Manifesto’daki meşhur “burjuvazi şimdiye kadar onurlandırılmış ve hürmetle karşılanmış tüm etkinlikleri çevreleyen hâleyi çekip aldı. Doktoru, hukukçuyu, rahibi, şairi, bilimadamını ücretli işçiye dönüştürdü” ifadesinin sonunda anılan örneklere üniversite öğrencilerini de katmak hiç de abes olmayacaktır bugün. Gerçekten de yükseköğrenimin meslek hayatı öncesinde yaşanan ayrıksı bir dönem olmaktan giderek çıkması, yani eğitim görürken iş piyasasında yer almanın yaygınlaşması ve dolayısıyla da öğrencilik hayatıyla meslek hayatı arasındaki ayrımın silikleşmesi, öğrencilik deneyimini dönüşüme uğratan en önemli faktör. Günümüzde gittikçe artan sayıda öğrenci, öğrenim hayatının aslında aynı zamanda ucuz işgücü olarak istihdam edilme dönemi olduğunu görüyor.
Gerek üniversite dahilindeki emeğin esnekleşmesi gerekse üniversitenin dışarıya esnek emek temin eder olması itibariyle üniversite bizatihi esnek emek üreten bir fabrika haline gelmiş durumda. Esasında günümüzde öğrenci olmak emek piyasasında belli bir konumu ifade ediyor; emek piyasasına sunulan bedenler nasıl farklı kategorilere dahil edilip sınıflandırılıyorsa (kadın, göçmen vs.) günümüzde “öğrencilik” de emek piyasasında spesifik bir konumu ima etmektedir. “Öğrenci-çalışan” esnek, güvencesiz, düşük ücretli işlerde çalışan, niteliksiz, ucuz ve itaatkâr emek anlamını taşıyor. 1980’lerden itibaren yarı zamanlı, esnek, güvencesiz işlerin sayısındaki artış ve bunlarla tam zamanlı, güvenceli işler arasında gerek ücretler gerekse çalışma koşulları bakımından ciddi bir fark oluşması süreciyle öğrencilerin prekaryalaşması-proleterleşmesi paralel ilerleyen süreçler.
Türkiye’de bu proleterleşme-prekaryalaşma sürecinin ilerlemekte olduğunu, üniversite öğrenimi gören birçok öğrencinin garsonluk ya da çağrı sektörü gibi hizmet sektörünün yarı zamanlı, düşük ücretli alanlarında çalıştığını söylemek mümkün. En çok medya, çağrı merkezi, perakende, mağazacılık ve sağlık sektörleri yarı zamanlı üniversite öğrencisi arıyor. Bunların arasında da en fazla tercih edilen iş kolları çağrı merkez müşteri temsilcisi, kasa görevlisi, satış danışmanı, fast food elemanları, garson, grafiker, veri giriş operatörü, tanıtım elemanı, stand fuar hostesi ve satış sonrası destek elemanı.
Birkaç örnek vermek mümkün: Çağrı merkezi (call center) sektöründe yaklaşık 40 bin kişi istihdam edilmekte ve bunların dörtte birine yakını, çoğu öğrenci olan yarı zamanlı çalışanlardan oluşuyor.  Genç emek piyasasına hâkim olan vasıfsız, geçici, güvencesiz  işlere adını veren (McJobs – Mcİş) McDonald’s restoranlarında çalışan 4.000’e yakın kişinin yaklaşık yüzde otuzunu öğrenciler oluşturuyor. Bu sayının da aşağı yukarı yüzde onu üniversite öğrencilerinden oluşuyor. İstanbul’daki restoranların sayısının fazla olması nedeniyle en çok yarı zamanlı öğrenci bu şehirde çalışıyor. Defacto mağazalarında bugüne kadar toplam 4.020 öğrenci yarı zamanlı çalışmış. Şu an ise yaklaşık 1.412 öğrenci çalışan var. Anadolu şehirlerindeki mağazalarda yarı zamanlı çalışan öğrencilerin daha çok olduğu Defacto’da öğrenciler ders programlarını ayarlamaları durumunda reyon, depo ve kasa yöneticiliği de yapabiliyor ve öğrencilere saat ücreti olarak ödeme yapılıyor. CarrefourSA’da ise üniversitelerin yoğun olduğu İstanbul, Eskişehir, Bursa, Ankara, Adana, Mersin, İzmir, Denizli, Tekirdağ gibi illerde çok sayıda yarı zamanlı çalışan üniversite öğrencisi mevcut. Burger King restoranlarında istihdam edilen 2 bin 600 kişiden iki bini yarı zamanlı olarak çalışıyor. Bunların önemli bir kısmı öğrenci ve müşterinin yoğun olduğu öğle, akşam saatleri, haftasonu, evlere servis hizmetinde ve call center’da tercih ediliyorlar. En çok lise mezunu ve üniversite öğrencisi olanlar tercih ediliyor. Kongre ve fuar hostesliği (stand hostesliği) de öğrencilerin yoğun olarak istihdam edildiği ve hızla büyüyen bir sektör. Öyle ki organizasyonlara eleman sağlamak amacıyla son zamanlarda çok sayıda ajans kurulmuş.
İmtiyazlı ve özgüvenli bir toplumsal dönüşüm faili olarak “aydın-öğrenci” kimliği erozyona uğrarken öğrenciler tıpkı geniş emekçi kitleler gibi rekabet basıncını günümüzde yaşamlarında çok daha somut bir biçimde teneffüs ediyor. Bu durum öğrencilerin kolektif olarak kendi kaderini tayin etme becerilerinde belirgin bir tahribatı beraberinde getiriyor. Diğer yandan, öğrenci olmak bir “imtiyazlılık” hali olmaktan çıkınca öğrencilerin sorunlarıyla emekçi sınıfların sorunları arasındaki sınır çizgisi belirsizleşmeye başlıyor. Dolayısıyla da gençlik ile çalışanların ortak mobilizasyonu günümüzde dışsal bir “dayanışma” ilişkisinden ziyade ortak nedenlerden kaynaklanabiliyor. Gençlik muhalefeti geçmişte emekçilerle bağ kurabilmek için mutlaka siyasal bir dolayıma ihtiyaç duyarken bugün talepleriyle hatta ortaya çıktığı andan itibaren sosyal meseleyi gündemin baş sırasını yerleştirmesiyle toplumun daha geniş kesimleriyle ittifak kurabilmekte, onların sempatisini toplayabilmekte avantajlı bir konumda bulunuyor. Emekçi muhalefetiyle hızla bütünleşme, hatta Şili ya da Quebec örneklerinde olduğu gibi onu kışkırtma potansiyeline sahip bir öğrenci-gençlik hareketi elbette şimdilik sadece bir ihtimalden ibaret. Ancak bu ihtimali gerçek kılmak Abdullah İnce’ye, Nesih Taşkın’a, Ömer Çetin’e ve daha birçoklarına olan borcumuz artık.

 

(* Adnan Menderes Üniversitesi Su Ürünleri Bölümü öğrencisi olup 15 yaşından beri kafelerde barlarda çalışan bir genç arkadaşın ifadesi… Resimde görülen genç “iş kazasında” hayatını kaybeden Nesih Taşkın.)