Metin Feyyaz

Fransa’da devam eden Sarı Yelekliler eylemlerinden birinde kullanılan yukarıdaki slogan, iklim değişikliğine karşı mücadele ile gündelik ekonomik ihtiyaçlar mücadelesinin birbiriyle iç içe olduğunu çok güzel bir şekilde özetliyor.

Fransa’da akaryakıta gelen yeni vergilerle başlayan Sarı Yeleklilerin protestoları, tam da Katowice’de yapılan COP24 iklim zirvesi ile aynı döneme denk geldi. Daha önce Paris’de yapılan COP21 zirvesinde, katılan Hükümetler sıcaklık artışını 1,5 C derecenin altında tutma hedefini belirlemişlerdi. Artık eğer başka bir gezegene taşınmayı düşünmüyorsak, iklim krizine karşı acil bir dizi önlem alınmasının, karbon salınımını olabildiğince sınırlamanın bir zorunluluk olduğuna itiraz eden pek bir kimse kalmadı.

Dünya petrol devlerinin lobi kuruluşları ise, COP24 İklim Zirvesinden önce sarı yeleklilerin eylemlerini kendilerine verilmiş bir fırsat olarak gördüler.  ABD’de büyük petrol devleri tarafından kurulan ve her fırsatta karbon salınımını azaltmaya yönelik önlemlere saldırması ile tanınan Enerji Araştırmaları Enstitüsü, Fransa’daki eylemleri halkın bir avuç “yeşil elite” karşı mücadelesi olarak açıklarken,  araç sürücülerinin “yeşil ideolojinin” bedelini ödemek istemediklerinden söz ediyordu.

Gerçekten de karbon vergisi, tabii ki farklı uygulamalarıyla beraber ekoloji hareketi ve sosyalistler tarafından da çeşitli kereler dile getirilmiş bir öneriydi. Kimisi, fosil yakıtların çıktıkları kuyuda vergilendirilmesini savunurken kimisi sadece uluslararası ticarette kullanılan yakıta bir vergi konulmasını öneriyordu. Her ne kadar sarı yelekliler, artık karbon vergisinin kaldırılmasından çok daha geniş taleplerle eylemlerine devam ediyorlarsa da başlangıcı itibariyle temel mesele akaryakıta konulan bu yeni vergiydi.

İşçi Sınıfı ve Ekoloji Hareketi Birbiriyle Uzlaşamaz Düşmanlar mıdır?

Eğer bu tarz iklim krizine yönelik dönüşüm önlemlerinin işçi sınıfı ile çatıştığı örneklere bakacak olursak, sarı yelekliler ilk değil. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde Polonya’da Silezya bölgesindeki binlerce kömür madeni işçisi, madenin kapatılması kararına karşı bölge halkıyla beraber eylemlerdeydi. Volkswagen geçtiğimiz sene içinde elektrikli araçlara geçiş nedeniyle, önümüzdeki 5 yılda 30 000 kişiyi işten çıkaracağını duyurdu. Bir araştırmaya göre elektrikli araçlara geçiş sonunda sırf Almanya’da 75 000 otomotiv işçisi işsiz kalacak. Bu nedenle Almanya’da sendikalardan, elektrikli araçlara geçişin daha yavaş olması yönünde önemli bir baskı var. Bunlar iklim krizine karşı yaşanan dönüşüm ile işçi sınıfının günlük hayattaki somut ihtiyaç ve taleplerinin çatıştığı sadece birkaç örnek ve muhtemelen önümüzdeki dönemde, iklim dönüşümü hız kazandıkça bu örnekler çok daha artacaktır da.

Eğer bu dünyada yaşamaya devam etmek istiyorsak, iklim krizine karşı radikal önlemler almak artık acil bir mesele olmaktan çıktı, neredeyse geç bile sayılır.  Yukarıdaki örnekler üzerinden gidersek, elbette ki, fosil yakıt tüketimini azaltmak gerekir, elbette ki artık enerji kaynağı olarak kömür tüketmeye devam edemeyiz ve yine elbette fosil yakıt kullanan araçlardan olabildiğince hızlı kurtulmak lazım. Peki bu durumda ne yapmak gerekir? İşçi sınıfının günlük somut ihtiyaçları ile ekolojik dönüşümün çatışması kaçınılmaz mıdır?

Ya da bu yazının başlığında olduğu gibi ay sonu mücadelesi ile Dünya’nın sonu mücadelesi birbirine bağlanamaz mı?

Ekososyalist Bir Geleceği Kimler Kuracak?

Joel Kovel ve Michael Löwy tarafından yazılan Ekososyalist Manifestoda, “kapitalist sistemin yarattığı krizlerin üstesinden gelmek bir yana bunları düzenleyemeyeceğini dahi ve kapitalizmin doğası gereği, ekolojik krizi çözmesinin imkânsız olduğu çünkü bunu yapmanın ancak birikimin önüne sınırlar koyarak mümkün olduğu ve kapitalist sistemin sürekli daha fazla büyümeyi gerektirdiği” söyleniyor.

Gerçekten de öyle, iklim krizine herhangi bir gerçek çözüm bulunmasına direnen burjuvazi, yapılacak kısmi dönüşümün bedelinin ise kimin ödemesi gerektiği konusunda çok net. Onlar tüm faturayı işçilere ve yoksullara kesmek istiyorlar.

Bizler de ekososyalistler olarak çok uzun zamandır, yeşil bir kapitalizmin mümkün olmadığını ve iklim krizine karşı önlemler alınmasının kaçınılmaz olduğunu ancak bu dönüşümün bedelini işçi sınıfının ödememesi gerektiğini söylüyoruz. Ancak bu zorunlu ekolojik dönüşümün, işçi sınıfının günlük ekonomik ihtiyaçları ile bağ kurmasını sağlayacak, ekososyalist bir “geçiş programı” oluşturmakta, Dünya genelindeki ekososyalistler olarak eksik kaldık. Belki de biraz da bu nedenle, sarı yelekliler eylemleri başladığında, onlara alternatif bir program sunmakta ve müdahil olmakta da pek başarılı olunmadı.

Sürekli bahsettiğimiz üretimci olmayan başka bir Dünya kurulacaksa, mümkün olduğunu söylediğimiz bu başka bir Dünya’yı da yine işçi sınıfı mücadelesi kuracaktır. Bu nedenle, işçi sınıfının gündelik hayattaki somut ve acil ihtiyaçları etrafında burjuvazi ile her gün karşı karşıya gelmesini sağlayacak bir tür “Ekososyalist Geçiş Programı”, bahsettiğimiz Ekososyalist geleceği inşa etmenin de yegâne yoludur.

Sözkonusu iklim dönüşümünden etkileneceklerin, gündelik somut ve acil ihtiyaçlarını yok sayan bir talepler manzumesi ise ancak ekoloji hareketinin şu anki gibi bir orta sınıf kentli hareketi olarak tecrit edilmesinden başka bir sonuca yaramıyor.

Eğer mesela elektrikli arabalar örneğinde olduğu gibi bu ekolojik dönüşüm çok sayıda işçinin iş kaybına neden olacaksa bunun telafi edilmesi için çalışma sürelerinin kısaltılması talebi, karbon ekonomisinden çıkış talebinin bütüncül bir parçası olmalıdır. Dolayısıyla aslında mesela çalışma sürelerinin kısaltılması ekoloji hareketinin de bir talebi olmalıdır. Aksi takdirde, yukarıdaki örneklere benzer ekoloji hareketi ile işçi sınıfının doğrudan çatışmalarına daha çok denk geleceğiz ve işçi sınıfını karşısına alan herhangi bir önlemin başarılı olarak hayata geçmesi de neredeyse imkansızdır.

“Ekososyalist Gerçiş Programı”: Bir tartışmaya Çağrı

Emekçilerin somut ve acil ihtiyaçlarından yola çıkarak, bu ekolojik dönüşüm sürecinde kapitalizmle yüzleşmeye ve sermaye ile ve onun çıkarlarıyla çatışmaya sürükleyecek bir talepler silsilesi, bir tür “Ekososyalist Geçiş Programı” diyebileceğimiz bir program mümkün müdür?

Uzun yollarla nakliye edilen ürünlere yarattıkları karbon emisyonu başına ekstra bir vergi konması böylece aynı zamanda yerel üretimin ve istihdamın desteklenmesinin sağlanması, eğer bir karbon vergisi uygulaması olacaksa bunun için önce ücretsiz kamusal yaygın toplu taşıma altyapısıyla beraber talep edilmesi, çalışma sürelerinin kısaltılması ve benzeri bir çok talebi içinde barındırabilecek böylesi bir program, taleplerinden çok temel mantığına odaklanarak kolektif bir çabanın ürünü olabilir. Bu yazının amacı da, biraz da sarı yelekliler eylemlerini vesile ederek böylesi bir ortak tartışmaya çağırmaktır.