Masis Kürkçügil –

 

Niceliğin hakikatle bir ilişkisi yoktur. Hiçbir zaman kanıt değeri taşımaz. Çoğunluk olgusu, bir tartışmayı uzlaşmayla kapatabilir. Ama tartışma çağrısı daima açık kalır. O günün azınlığından günün çoğunluğuna karşı, ertesi günden halihazıra karşı, meşruiyetten yasallığa karşı, ahlaktan hukuka karşı çağrı.
 
Daniel Bensaid

 

Cinayeti bürokratik dehlizlerinde aleladeleştirmeye, onun uğruna öldüğü değerleri dava dosyalarının pespaye sayfalarının arasına sıkıştırmaya, gözden yitirmeye, elllerinden gelse tarihten silmek isteyenlere inat Hrant yaşıyor. Tarihe mal olarak, yani bir anlık çığlık olmaktan çıkarak on binleri bir kez ve bir kez daha derleyerek yaşıyor.
 
Onun çağrısına katılanların hepsi onunla tastamam aynı görüşleri paylaşmasalar da özünde onun tahayül ettiği bir dünyanın rüyasını kuran insanlar olarak, karanlığın, gayri insaniliğin hüküm sürdüğü bir dünyada, Hrant’ın çağrısına katılarak hiç değilse bir nebze bu riyakârlığa, baskıya karşı seslerini yükseltiklerini hissediyorlar. Bu protestoda çok büyük bir program olmayabilir ama ‘acılar’ın, örneğin Roboski katliamının acısının paylaşıldığını söylemeye bile gerek yok.
 
Hrant olsaydı ne diyeceğini orada bulunan herkes tahmin ediyordu.  Orada bulunan herkes şu veya bu konuda şöyle veya böyle düşünmekten bin kat daha önemli olanın nerede baskı varsa Hrant’ın ona karşı çıkacağını biliyorlardı.
 
Hrant Dink’in katli için verilen mahkeme (Devlet? Hükümet?) kararı beklenmedik olmasa da cinayet kadar ağırdı. Cinayetin arkasında bir tezgah arayan, “Ergenekon” veya benzeri bir örgütlenmenin peşinde olanların önemli oranda ıskaladığı cinayetin işlendiği siyasal ortam ve daha da önemlisi toplumdaki Hrant’ın şahsında billurlaşan tartışmalara ilişkin haleti ruhiye idi.  Eregenekon’u meşruiyetinin kaynağı olarak gören bir hükümetin cinayetten şöyle veya böyle haberdar, yol veren, sırt sıvazlayanlar kim varsa soruşturmadan korunmaları ve hatta terfi ettirilmeleri bir türlü açıklanamıyordu.
 
Bir mahkeme kararı ile cinayet sonrasında stadyumlarda kendilerini katille özdeşleştirip “hepimiz...” diye bağıran güruhu serseriyenin terbiyesi mümkün müydü? Öte yandan herhangi bir hükümet değişikliğinin baskı aygıtlarını (ağır geliyorsa güvenlik örgütleri denebilir) yeniden yapılandırmasında köklü bir değişim yapması mümkün müdür?  Kontrgerilla hakkında muhalefette iken en radikal sözleri sarfeden Ecevit’in Başbakan olduğunda bu yolda bir arpa boyu yol almadığı hatırlandığında, bu aygıtların çok telin edilen işleyişlerinin esas olarak sistemin can damarlarını oluşturduğu işin elifbası değil mi?
 
Kişilerin yerlerini değiştirerek veya birinin yerine diğerini getirerek işleyişin kendisi de değişmiş olur mu? Hatta o kadar bile değil, Orhan Dink’in dediği gibi “sanık olabileceklere soruşturma yaptırdılar”sa, dünün Genelkurmay Başkanı’nı tutuklayabilmiş bir iradenin çaresizliğine sığınmanın bahanesi bulunabilir mi? AİHM için Dışişleri Bakanlığı’nın gönderdiği yazı basit bir bürokrasi hatası mıdır, yoksa bir devlet refleksi midir?
 
Fransa’daki Soykırımı İnkar Yasası’nı tartışırken bile ifade özgürlüğünü savunacaklarına, soykırım savunuculuğunda bulunanların hakim olduğu bir toplumda, kim  ‘kamu vicdanı’nı yaralayacak, yani ‘milli duyguları’ zayıflatacak bir karar alma cesaretini gösterebilirdi ki!
 
Bu iktidarın temsilcileri arasında bir üniversite toplantısını bile  “arkadan hançerleme” diye televizyonlarda açıkça tehdit ederek, hedef göstererek fiilen, toplantı kapısında bekleyen Ergenokoncularla aynı çizgide olanlar varken, hükümetin demokrasi havarisi kesileceği beklentisinin hamhayal olduğunu anlamak için kararın çıkması mı gerekiyordu?
 
Kararın açıklanmasıyla devlet erkanının KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı ve Talat Paşa Komitesi Yürütme Kurulu Başkanı Rauf Denktaş’ın cenazesinde, Kıbrıs’ın Kıbrıslı Türklerin Türkleştirilmesi, bunu da TMT gibi hayli karanlık işlere bulaşmış, bir teşkilatın kurucusu olarak sağlamaya çalışmış birinin ardından tam tekmil temsili yanyana getirildiğinde, siyaseten hükümetin ne tür mecrada seyret-tiği anlaşılır. Teşkilatı Mahsusa’nın ruhu şad olmuştur.
 
Ruşen Çakır, çok paradoksal ancak üzerinde durulması gereken bir not düşmüş: Hepimiz Ermeniyiz demek yerine, hepimiz Ogün Samast’ız diye bir vicdan muamelesi yapmak gerekirdi diye.
 
Demokrasinin asgari gereklerine değil halkın yüzdelerinden hareket edenler, bu konuda yapılacak bir referandumun nasıl bir sonuç verebileceğini herhalde tahmin etmektedirler. 18 Ocak günü bir referendum yapılsa ve ‘Hrant Dink’in katli vacip mi’ diye sorulsaydı, sonuç ne olurdu? Susturulması hakkında çıkacak oran, AKP’nin seçim zaferinden daha yüksek olurdu.
 
Öte yandan cinayet gecesinden başlayarak, on binler Hrant’ın anısına sahip çıkmasaydı, birçok siyasi cinayette olduğu gibi olay faili meçhul kalacaktı. Onun anısına sahip çıkanlar tek bir siyasi kalıba dökülecek gibi değilse de bu kitlenin omurgası,  bu cinayeti herhangi bir cinayet olarak görmeyip onun ardındaki tarihi dokuyu hisseden, gelecekte bu tür olayların yaşanmaması için bir başka dünya hayal edenlerden oluşuyor demek mümkün.
 
Adalet, artık Hrant için kişisel olarak talep edilmekten çok uzaktır.  Burada adalet hukuğun alanından çıkmıştır ve aslında başından itibaren hukuğa sığamayacaktı. Mahkeme başkanının “Hrant, Ermeni olduğu için öldürülmedi” demesine karşı Orhan Dink, “Hrant Dink, Ermeni olduğu için öldürüldü. Bunu bütün Türkiye görmek zorunda.  Dink Anadoluluydu, sosyalistti, iyi bir aydındı ama bütün bunların ötesinde, Ermeni diye öldürüldü.”  (Vatan, 20.01.2012) diye ısrar ediyor.
 
“Hrant için, Adalet için” artık  onun gibi yokedilenler herkes için Adalet anlamına geliyor. Bu ahval ve şerait altında herhangi bir yönetimin bu talebi karşılaması mümkün değil.
 
“Bu dava bitmeyecek!” derken yine davanın hukuki çerçevede rayına oturtulabileceği inancını beslememek gerekir. Bu dava “tüm acılar”, bütün insani acılar için bitmeyecek! Bu davayı toplumsal bilincimize nakşederek, ezilenler için her daim bir umudu taşımaya devam etmeliyiz. Ne kadar azınlıkta olsak da direnmek, geçmişteki acıların dindirilmesi için yapılacak tek şeydir. Hrant’ın yaptığı ve bunun bilincinde olsun olmasın insanlarda uyandırdığı hissiyatın kaynağı buydu.
 
Bu dava bitmeyecek! Bitmemesi için yalnızca Hrant için değil, herkes için Adalet, insani acıların olduğu her alanda biraraya gelmek ve gayri insani gidişata dur demek gerekiyor.
 
Hrant’ı yaşatacak olan da budur, tıpkı onun en yakın dostunu daima yanında taşıması gibi…

 

(Bu yazı Yeniyol’un Kış 2012 tarihli 44. sayısında yayınlanmıştır)