Nurcan TURAN –
 
Son 8 Mart yalnızca Türkiye’de değil tüm dünyada kadın hareketinin görmezden gelinemeyecek, ihmal edilemeyecek yükselişini ortaya koydu. Farklı ülkelerde farklı sorunlar ve talepler öne çıkarılmış olsa da (Polonya’da kürtaj hakkı, İran’da başörtüsü gibi) dünya kadınlarını ortaklaştıran çok sayıda konu vardı: kadın cinayetleri, taciz-tecavüz, kadınların özgürlüğüne ve eşitliğine yönelik gerici ve otoriter saldırılar, yoksulluk.[1] Yükselen bu dalganın nereye evrileceğini kestirmek zor ama kadınlara yönelik saldırıları, cinsler arası eşitlik sorununu ciddiye alıyor isek bu hareketi daha da yükseltmeye çalışmak boynumuzun borcu.
 
Ne var ki, Türkiye muhalefetinin çeşitli unsurları, bu yükselen dalgayı, nedenlerini ve ortaya çıkardığı antikapitalist ve demokratik olanakları anlamaya çalışmak yerine klasik reflekslerle feminizmin nasıl bir burjuva ideolojisi, liberal bir cerahat olduğunu kanıtlamaya çalışıyor şu günlerde. Hepsinin odak noktası somut sorunlar ve mücadele yöntemleri değil, bu hareketin nasıl damgalanacağı haline gelmiş durumda. Cevapları da tabii ki ortada: liberal. KHK mağduru bir direnişçinin son 8 Mart yürüyüşüne ilişkin ilk “sorusu” şu oluyor örneğin: “Kadıköy’de toplanan binlerce insan ‘Nuriye’ diyince polis saldırıyor, Gülsüm Elvan’ın kolunu kırıyor da binlerce kadın İstiklal’de yürüyünce polis neden saldırmıyor?” Polis bir eyleme saldırmayınca talepler meşruiyetini ve devrimciliğini yitiriyor olsa gerek!
 
Ercan Gündoğan İleri Haber’deki11 Mart tarihli yazısında, kadınlarla erkeklerin şaşmaz ontolojik farklılığına dikkat çektikten sonra feminist tarih bilgisine olan büyük bir güvenle noktayı koyuyor: “Türkiye’de ve dünyada, liberal bir feminizm, illet gibi yayılmış, zaten berbat durumda olan erkeklere benzemenin kadınları özgür ve eşit kılacağı propagandası yapmıştır.”[2] Geçtiğimiz 8 Mart’ta eşit miras hakkı için sokaklara dökülen Tunuslu kadınlar iyice liberalizmin batağına düşmüş olmalı. Kadınların birçok yerde dişiyle tırnağıyla kazandığı ve hâlâ temel ve güncel bir talep olan eşit işe eşit ücret hakkı da yazarı bayağı yaralamış olsa gerek. Ücretlerini erkeklerin zaten düşük olan ücretleri seviyesine çıkarmaya çalışmaya ne gerek var değil mi. Hem kadınlar erkekler gibi iş aramasa sınıfın işsizlik-güvencesizlik sorunu da çözülür. Yazara ve onun gibi düşünenlere sermayeyle patriyarkanın tarihsel ittifakı ve kopmaz ilişkisi üzerine biraz daha fazla okuma yapmalarını tavsiye edelim şimdilik…
 
Feminizmin liberal, gerçek sömürü ilişkilerini anlamaktan aciz bir hareket olarak resmedilmesinin temel kanıtı seks işçileri ve kadınların cinsel özgürlükleriyle ilgili taşınan dövizler oldu. Sosyal medyanın ve sol kamuoyunun bütün dikkati yalnızca üç beş dövize çevrildi. Muhalefetin paralize olduğu bir dönemde kadınların OHAL, savaş, şiddet karşıtı sloganlarının hiçbir haber değeri olmadı ne yazık ki.  Feminist hareketin neredeyse tek temsilcisi olarak seks işçiliği güzellemesi yaptıkları iddia edilen feministler öne çıkarıldı. Tabii bu indirgeme taktiği, feminizmin yalnızca liberal bir propagandadan ibaret olduğunun kanıtlanması için paha biçilmez bir yöntem. Bu arkadaşlara kötü bir haber verelim: Feminist hareketin ve genel olarak kadın hareketinin ne Türkiye’de ne dünyada epeydir bir merkezi yok ve çok çeşitli sorunlara öncelik veren çeşitli kadın özneler bu hareketlerin parçası. Siyah, göçmen, seks işçisi, yerli, Kürt, Alevi, sosyalist, komünist, liberal, trans, lezbiyen her “kimlikten” kadını kadın eylemlerinde görebilirsiniz. Kadın hareketinde antikapitalist hegemonyayı güçlendirecek, hareketin sınıf hareketiyle bağlarını kuracak bir perspektifi geliştirmek de solun görevleri arasında bekliyor. Bu görev, feminizmi toptan liberal ilan edip kadınların sorunlarını, evde-işte-sokakta-siyasette eşit varolma taleplerini ve mücadelelerini görmezden gelerek, küçümseyerek yerine getirilemez. “Emekçi kadın” gibi hangi kadınları kapsadığı muğlak bir kategoriden hareketle ve yalnızca Engels’e referans vererek çok katmanlı cinsiyet ve sınıf sorunları karşısında günümüzde sosyalist bir fark yaratılamaz.
 
 
Feministler mi Liberal, Sosyalistler mi Liberal Feminist?
 
1980 sonrası neoliberal hegemonyanın yükselişine ve sınıf hareketlerinin düşüşüne de paralel olarak, feminist hareket içinde kapitalist eleştirinin, sınıf-toplumsal cinsiyet bağlantılarının gündemden düştüğünü feministler epeyce yazıp çizdi. 1990’lardan sonra sınıf ve toplumsal cinsiyet ilişkileri ile ilgili tartışmalar daha ziyade betimsel biçimlerde emeğin feminizasyonu, neoliberalizmin kadın emeği üzerine etkileri, toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf kesişimleri, kapitalist birikim rejimleri ve cinsel kimliğin farklı inşaları konularında yoğunlaştı. Ne var ki,değişen sınıf ve toplumsal cinsiyet ilişkilerine dair radikal antikapitalist perspektifler ortaya konulamadı. 2000’lerden sonra hem feminist akademi hem de hareket içinde sınıf vurgusunun güçlenmesine tanık oluyoruz ama hâlâ kapitalizm ve cinsel eşitsizlik, sınıf ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinde sosyalist feminist bir kavrayışın derinleştirilmesi ihtiyacı duyuluyor.
 
Türkiye’de liberal feminizmden şikâyet eden sol hareketlerin önemli bir kısmı ise Marksist kuramı ve sosyalist mücadeleyi cinsiyet ilişkileri ve LGBT meseleleri açısından zenginleştirmek ve radikalleştirmeye çalışmak şöyle dursun mümkün mertebe kendinden uzak tutmaya gayret etmiştir. Kadın ve LGBT hareketlerinin yükselişi ve yaygınlaşması, kadınların bütün toplumsal mücadelelerde en önde mücadele ettikleri gerçeği, Gezi’deki gibi birlikte mücadele pratikleri, dinsel faşist hareketlerin ve AKP’nin kadın ve LGBT haklarını açıktan hedef alması gibi etkenler sosyalist hareketin bu hareketlere bigane kalamamasını sağladı. Ne var ki cinsiyetçilik, heteroseksizm, sınıf ve kapitalizm arasında içsel-yapısal bağlar değil çoğunlukla eklektik ilişkiler kuruldu; cinsiyetçilik konusu bir ek sorun olarak ele alındı. AKP döneminde ise kadınlara ve LGBT’lere yapılan saldırıları deşifre etmek yeterli bir siyasi faaliyet olarak görüldü. Çözüm önerileri eleştirilen liberal feminist yaklaşımın çok da dışına çıkamadı. Marksizm ve sosyalizm içinde konuya yer açılmadığında istihdam, eğitim ve siyaset alanlarında kadın sayısını artırmanın dışında bir perspektif geliştirilemedi. Bu konularda yazan çizen belirli kadın ve LGBT üyeler dışında örgütlerde fikir geliştiren, sorumluluk hisseden militan sayısı yok denecek kadar az. Bunda elbette cinsiyetçiliğin yalnızca kadınların sorunu olduğuna dair inanışın etkisi büyük. Konuşan az sayıda erkek de ne yazık ki, kadın hareketinin 200 yıllık mücadele tarihine gözlerini kapatıp harekete akıl vermeyi ve sadece feminizmin çıkmazlarını göstermeyi yeğliyor.
 
2014’te yazdığı bir yazıda Kemal Okuyan sosyalist hareketin tarihi boyunca kadınlara örgütlerde çok az liderlik pozisyonu verilmesini erkek egemen dile ve içselleşmiş muhafazakârlığa bağlıyor ve bunu aşmak için de alışkanlıkları sorgulamayı ve kadınların örgüt içinde eğitimine ayrıcalıklı bir yer vermeyi öneriyor. Eşbaşkanlık ve kota gibi “makyaj yöntemlerin” kesinlikle reddedilmesi gerektiğini savunuyor.[3] Dil, sorgulama ve eğitim elbette çok önemlidir ama bu öneriler Marksizmden çok farkındalık yaratarak, eğitimle bilinç oluşturarak, kadınlara yönetim kademelerinde daha çok yer vererek cinsiyet eşitliğinin sağlanabileceğini iddia eden liberal feminizmin dağarcığına aittir. Kota ve eşbaşkanlık gibi pozitif ayrımcı yöntemler ve liberal feminist talepler eşitliği hiçbir biçimde garanti etmez ama kapitalizm içinde doğallaştırılmış yapısal cinsiyetçiliği bir nebze kırmak ve kadın varlığını artırmak için oldukça işe yaradıkları kesin.  Oysa, kota karşıtlığından önce, ev işlerinin ve çocuk bakımının erkek ve kadın militanlar arasında eşit paylaşımına yönelik bir sosyalist kültürün yaratılması, kadınların özörgütlülükleri yoluyla güçlenmeleri, cinsiyetçilikle ve heteroseksizmle mücadelenin programatik-stratejik bir hedef olarak benimsenmesi, örgüt içinde kadına yönelik her türlü şiddetle etkin yöntemlerin geliştirilmesi gibi konular üzerine eğilinse kadınların sosyalist hareket içinde nispeten daha eşit varoluşlarının yolları daha rahat bulunabilirdi.
 
Dünyanın dört bir yanında kadınlar isyan bayraklarını kaldırmış durumda. Bu isyan karşısında Türkiye solunda kayda değer bir kesim hala gözlerini kapatıp eski ezberlerini tekrar etmeyi tercih ediyor. Kendince liberal öğeleri deşifre edip hareketle ilişkilenmeme gerekçelerini meşrulaştırıyor. Bu sadece konu hakkındaki cehaletle açıklanamaz. Cinsiyetçilik maalesef sol içinde de hâlâ önemli ve yapısal bir sorun olarak varlığını koruyor.
 
 
[1]http://www.internationalviewpoint.org/spip.php?article5410
 
[2]http://ilerihaber.org/yazar/esitlik-82781.html
 
[3]http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/kemal-okuyan-yazdi-sosyalizm-mucadelesi-kentlilesmeli-haberi-89046