Ethem Yenice

 

Türkiye, 24 Haziran’a iki burjuva kampın mücadelesinin şekillendirdiği bir havada giriyor. AKP, MHP ve BBP’den oluşan Cumhur İttifakı, AKP’nin hem Cumhurbaşkanlığı, hem de meclis seçimlerinde mevzi kaybetmemesi; MHP ve BBP’nin ise oldukça güçsüzleşen konumlarını mecliste sandalye kaparak korumaya çalışması üzerine kurulurken CHP, İYİ Parti, SP ve DP’nin Millet İttifakı ise AKP’siz bir Türkiye’nin kapısını açıp, AKP sonrası dönemin köşe taşları olma hedefini taşıyor.

AKP’nin, 2002 sonrasında, en düşük oranda (%38.8) oy aldığı 2009 yerel seçimlerinin, büyük oranda 2008 ekonomik krizinin yansıması olması gibi, yine gündem de, popülist bir ekonomi politikasından kaynaklanan büyük bir kriz var. Enflasyon, faiz ve döviz kurunu kontrol edemeyen AKP iktidarı, sanki 16 yıldır bu ülkeyi yönetmiyorlarmış gibi, halkın uzun bir süredir gündelik yaşamında hissettiği kötü gidişi durdurma sözü veriyor. Ancak kamunun bütün değerlerini özelleştirmelerine, ülkenin dört bir yanını ranta açmalarına, vahşi saldırılarla işçi sınıfının haklarını sıfırlamaya çalışmalarına rağmen, ekonomiyi düzeltebileceklerine kendileri de inanmıyor.

Bu nedenle, seçim için hazırladıkları manifesto, herhangi bir heyecan yaratmayı başaramıyor. Gül, Davutoğlu, Gökçek ile bir süredir devam eden parti içi tasfiye süreci, partiye olan inancın azaldığı bu dönemde, herkesin saldırıya geçtiği bir merhaleye doğru ilerliyor. Bunun tabandaki karşılığı ise, AKP’nin başarılı bir şekilde inşa ettiği, Gramsci’nin tabiriyle, “ortak duyu”nun tahribata uğraması oluyor. Reislerinin kaderiyle kendi kaderini ortaklaştıran, yedi düvele karşı milli mücadele içinde olma hissini yaratan, her bir tekil bireye bu mücadelenin bir parçası olma hissini tanıyan bu ortak duyu, çok yakın bir zamanda gerçekleşen 15 Temmuz ve Afrin Harekatı’nın efsaneleştirilme çabalarıyla dahi muhafaza edilmekte zorlanılıyor. Büyük bir halkla ilişkiler kampanyasıyla hikâyeleştirilen bu iki olay, parti ideologlarının dışında, halkın duygu ikliminde beklenildiği ölçüde var olamıyor.

Tam da böyle bir süreçte, Erdoğan’ın ilk defa gitmekten bahsetmesi, bunun için milletin tamam demesinin yeterli olacağını söylemesi, hedeflenenin tam tersi bir etkiyle muhalefetin elinde güçlü bir propaganda silahı haline geliyor. Kuşkusuz, Erdoğan milletim derken, kendisine oy vermeyen “gayri-milli” unsurları bu tanıma katmıyor. Ancak TAMAM’ın böylesine kısa sürede sahiplenilip, iki milyon tweetle karşılanması, bu milli/gayri-milli ideolojik ayrımını yerle bir edecek bir söylemsel imkân tanıyor muhalefete. Milyonların çağrıya cevap vermesi, kendi gerekçeleriyle TAMAM demesi, AKP’nin yıllardır ustalıkla kullandığı kültürel kamplaştırma sınırını silikleştirmesine, ayrımı başka bir alandan kurmasına olanak tanıyor.

AKP’nin ve Erdoğan’ın bu seçimleri kesin olarak kaybedeceğinden bahsetmek gerçeklikten uzaktır. Ancak gitmeleri olasıdır ve bu olasılık AKP seçmenleri dahil geniş bir kesim tarafından bir gerçeklik olarak kabul edilmektedir. Böyle bir süreçte, AKP’nin “Erdoğan hiçbir seçim kaybetmez, kaybedeceği seçime girmez” hegemonik söylemi etkisini yitirmektedir. Bu söylemin ideolojik etkisi, AKP’liler üzerinde bile tahrip olmuşken, AKP karşıtlarının bu söyleme gönderme yapması, kötümserliğe kapılması, AKP’nin düşmesinin ardından ülkenin kaosa sürükleneceğini dillendirmesi akıl alır gibi değildir. Tek adam rejiminden kurtulmanın ilk yolu, onun topluma dayattığı yanılsamaları parçalayıp atmaktır.

Bunun yanı sıra, AKP ve Erdoğan bu seçimleri kazansa dahi, yönetimi olağan koşullarda sürdüremeyecekleri, ekonomiyi düzeltemeyecekleri, parti içi çatışmaları sonlandıramayacakları açıktır. “2002’de enkaz devraldık” diyen AKP, 2018’de kendi yarattığı enkazı kendisi sürdürme iradesinde değildir. Metal yorgunluğu bahanesiyle parti içi düzenlemeler bu iradeyi yaratamaz. Deniz de bitmiştir, toprak da bitmiştir, kan da bitmiştir.

24 Haziran seçimlerinde sosyalistler olarak bağımsız bir aday ile temsil edilememek şüphesiz büyük bir eksikliktir. Ancak mevcut durumda alınacak en doğru tavır (seçime katılan partiler arasında en solda bulunan) HDP’ye ve Demirtaş’a oy çağrısı yapan, kendi bağımsız sosyalist talepleri ve kurumsal kimliği olan bir kampanya düzenlemektir. HDP’nin 24 Haziran’da başarılı olması, sömürü ve işçi kanıyla beslenen tek adam rejiminin yıkılması için kaçınılmazdır.

AKP’den kurtulan bir Türkiye, siyasi dinamizm kazanmış bir toplum demektir. Bu nedenle sosyalistler, bu yeni dönemde işçi sınıfı politikasının güç kazanması, neoliberalizmin saldırılarının geriletilmesi, anti-kapitalist mücadelenin yükseltilmesi için sorumluluk almak durumundadır. Bağımsız bir sosyalist odağın inşası için seçim çerçevesinde oluşturulan birliğin, seçimlerden sonra da, sağlamlaştırılması ve genişletilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin temel ihtiyacının İnce veya Akşener değil, bağımsız sosyalist bir odak olduğunun bilincinde olan biz devrimci Marksistler, bu mücadelelerin içerisinde yer alıyoruz ve yer almaya devam edeceğiz.