I. Sürekli devrim
 
Troçki, Sürekli Devrim kuramını 1905 devriminin ardından, 1906 yılında hapishanede yazdığı “Sonuçlar ve Olasılıklar” kitabında geliştirmiştir. Yaşamının sonuna kadar da sürekli devrim kuramını savunup Stalinist tahrifata karşı mücadelesinde geliştirdi. Büyükada’da yazdığı “Sürekli Devrim”, ünlü “Rus devriminin üç anlayışı”makalesi ve Çin devrimi üzerine oldukça hacimli yazıları teorisinin gelişimini gözler önüne serer.
 
1900’lerin başlarında hemen tüm Marksistlerde egemen olan düşünce Rusya gibi geri bir ülkede proletaryanın çok zayıf olmasından dolayı gelişecek bir devrimin niteliği itibarı ile burjuva bir devrim olacağı ve proletarya ve sosyal demokratların bu devrimi sürükleseler bile derhal sosyalist bir devrim yapamayacakları hatta iktidarın Çarlıktan alınıp liberal burjuvalara verilmesi gerektiği yönünde idi. Bu anlamda da devrim iki aşamada değerlendirilmekteydi: önce burjuva demokratik devrim, daha sonra sosyalist devrim.
 
Troçki bu şemaya karşı çıktı. Ona göre liberal burjuvazi Rusya’da burjuva görevleri bile gerçekleştirebilecek durumda değildi. Bu nedenle proletaryanın önderliğindeki devrim, burjuvazi ile hiç bir şekilde ittifaka gitmeden, kendisine “ilerici”, “milli” burjuva müttefikler aramadan, kesintisiz biçimde sosyalist görevleri gerçekleştirebilir, hatta ancak bir sosyalist devrim burjuva demokratik görevleri (toprak devrimi, demokratik özgürlükler, ulusal kurtuluş) hayata geçirebilirdi. Bu görüş dönemim ortodoks Marksistlere oldukça yabancıydı. Gerek Bolşevikler ve gerekse de Menşevikler bu görüşe uzak durmaktaydılar. Lenin “İki Taktik” adlı eserinde iki aşamalı devrimi savunmaya devam ediyor, proletarya ile köylülüğün demokratik diktatörlüğü sloganını ileri sürüyordu. Troçki için ise bu yanlış bir slogandı. Zira köylülük gibi örgütlenmesi hemen hemen imkansız ve heterojen bir sınıfın proletarya ile birlikte iktidar olması yanlıştı. Proletarya köylülüğü mutlaka kazanmalı ve onu ardına takarak sosyalist devrimi ve proletarya diktatörlüğünü oluşturmalıydı. Nitekim Lenin daha sonra yazdığı “Nisan Tezleri”nde Troçki’nin bu görüşüyle aynı noktaya geldi.
 
Troçki sürekli devrim teorisini başlangıçta salt Rusya üzerine odaklanarak geliştirmiştir. Ancak 1927 Çin Devrimi’nin deneyleri ve Stalinist iktidar bloku ile Çin devriminin stratejisi üzerine tartışmaları sonucunda, 1932 yılı sonunda kuramın tüm geri bıraktırılmış ülkelerde geçerli olduğu sonuna varılmış, programatik bir karekter kazanmış ve Uluslararası Sol Muhalefet’in dökümanlarına dökülmüştür. O günden bu yana da sürekli devrim strateji ve taktiği IV.Enternasyonal’in üçüncü dünya ülkelerindeki devrim stratejisini belirlemektedir.

 
II. Tek ülkede sosyalizme karşı dünya devrimi /enternasyonalizm
 
Sürekli devrim teorisi ile dünya devrimi kavramı birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Yukarıda andığımız “Sonuçlar ve Olasılıklar”ın kaleme alındığı yıllarda egemen Marksist görüş -ki buna Lenin ve Troçki’de sonuna kadar bağlı kalmışlardır- Rusya’da gelişecek bir devrimin Avrupa’daki diğer devrimleri tetikleyeceği, Avrupa’da devrimci dalga gelişmez ise Rus devriminin tek başına ayakta kalmasının oldukça güç olacağı yönündeydi. Bu elbette ki devrim ve sosyalist inşa konusuna enternasyonalist bakışın bir ifadesi sayılmalı. Zira dünyadan yalıtılmış bir şekilde tek bir ülkede sosyalizmin inşa edilmesi mümkün değildir. Diğer bir değişle dünya kapitalim cehenneminin içinde bir vaha gibi sosyalist cenneti kurmak mümkün değildir ve herhangi bir devrimin kaderi de dünya devrimimin gelişimine bağlıdır.
 
Troçki’nin ifadesi ile “Sosyalist devrim, ulusal zeminde başlar, uluslararası arenada gelişir ve dünya arenasında tamamlanarak son bulur. Böylece sosyalist devrim, kelimenin en geniş ve yeni anlamında sürekli hale gelmektedir. Sosyalist devrim, yeni toplumun bütün gezegenimiz üzerindeki kesin zaferiyle tamamlanabilir ancak.” Bu anamda da “Sovyetler Birliği’nin muazzam önemi, dünya devriminden bağımsız olarak sosyalizmi inşa etme kapasitesinden değil, dünya devriminin temel dayanağı olmasından gelir.”
 
Bu yüzden de bir sosyalist devrim kendi inşasının temellerini atarken diğer yandan da diğer ülkelerdeki devrimleri kendi devlet çıkarlarını ve dış politikadaki politikalarını gözetmeden desteklemeli, onlarla dayanışmalıdır.
 
Dünya devrimi yaklaşımı elbette ki tüm ülkelerde birden, aynı anda devrim olacağı anlamına gelmez. Bu saçma bir yaklaşım olur ki, Troçki’nin bazı karşıtları devrimci marksistlerin böylesi bir dünya devrimini savunduklarını iddia edecek kadar saçmalamışlardır. Dünya devrimi üç ayak üzerine düşünülmesi gereken bir süreçtir: Emperyalist ülkelerde sosyalist devrim; geri bıraktırılmış, sömürge, yarı-sömürge ülkelerde sürekli devrim, yozlaşmış işçi devletlerinde politik devrim.
 
Dünya devrimi anlayışı bir dünya partisi olarak enternasyonali de beraberinde getirir. Emperyalistlerin uluslararası merkezileşmiş örgütlerine karşı işçilerin ve ezilenlerin uluslararası partisi olan enternasyonal koşullar ne kadar kötü olursa olsun ayakta tutulmalıdır. III.Enternasyonal’in yozlaşmasının ardından IV.Enternasyonal’in inşası için Troçki’nin ısrarlı çabasının arkasında bu anlayış yatmaktadır. Enternasyonal asla soyut bir haberleşme aracı değil, politikalara yön verecek somut bir örgütlenmedir.
 
Stalinist bürokrasi ise salt Sovyetler Birliği sınırları içinde sosyalizme geçilebileceğini ve hatta sosyalizme geçildiğini iddia etmişlerdir. Böylesi bir çarpıtma sonucunda proleter enternasyonalizmi denilen şey bürokrasinin dış politikalarına tabi kılınmış, Stalin Sovyetlerin dış politika manevraları için İspanya, Yunanistan, Fransa, Çin devrimlerini ezme çabası içine girmiş, ilk üçünde de başarılı olmuştur. Meşhur kapitalist ülkelerle sosyalist denilen ülkelerin “barış içinde bir arada yaşama” politikası da bu anlayışın bir ürünüdür.

 
III. Sovyetler Birliği’nin sınıf karakteri/geçiş toplumu
 
Sosyalizm eğer dünya çapında gerçekleşecek ise, sosyalist devrimlerden sonra kurulan ülkeleri nasıl tanımlayacağız? Bu tüm devrimci Marksistler için önemli bir tartışma konusudur. Üstelik daha sonraları Çin, Küba devrimleri ve bir devrimden çok 2. Dünya Savaşı’nda Kızıl Ordu’nun işgali ile oluşan “halk cumhuriyetleri”nin niteliği bu sorunu oldukça karmaşıklaştırmış. Bu nedenle devrimci Marksist saflarda bir çok bölünme yaşanmıştır.
 
Ekim devrimi ve önderlerinin devrimi, sosyalist devrim ve Sovyetler Birliği’ni de sosyalist olarak tanımlamaları sadece hedefi, sosyalizm hedefini vurgulamak amacıyladır. Oysa yukarıda andığımız gibi Stalin ve ardılları tek bir ülkede sosyalizmin gerçekleşebileceğini öne sürerek, bir süre sonra SB ve benzerlerinin sosyalist ülkeler olduğunu iddia ettiler. Troçki ise devrim sonrası toplumları ister bürokratik yozlaşmaya uğramış isterse sovyet demokrasisinin hakim olduğu toplumlar olsun “geçiş toplumları” olarak adlandırmayı tercih eder. Bunun anlamı devrim sonrası toplumların bir yandan kapitalist kalıntıların varlığını sürdürdüğü, diğer yandan da sosyalist bir toplumun nüvelerinin gelişmekte olduğu ikili bir karaktere sahip olmasıdır.
 
Burada klasik sosyalist toplum-komünist toplum aşamalarının öncesinde, tek tek ülkelerdeki işçi devletlerinin tarif edilmesi söz konusudur. Burada elbette bir başka gerilim daha vardır. Marksistler sosyalist topluma geçişi daima gelişmiş bir kapitalist ülke çerçevesinde düşünmüşlerdi ve bu anlamda Rus Devrimi deneyi gibi az gelişmiş bir ülkede sosyalist devrim klasik Marksistlerin düşünmedikleri bir olgudur. Troçki Sovyetler Birliği’ni bu tanım çerçevesinde değerlendirip onu sosyalist olarak niteleyenlere karşı durmuş ve Sovyetler Birliği’ni değerlendirirken de geçiş toplumu olarak nitelendirmiştir.
 
Peki böyle bir toplumun sınıfsal karekteri nedir? Sovyetler Birliği türü bir toplum işçi cumhuriyeti olarak tanımlanır. Burada iktidar sovyet demokrasisi organları olarak sovyetlerdedir ve sosyalist demokrasi ilkeleri hakimdir. İktidar bu anlamda işçi sınıfına aittir ve eski sömürücü sınıflar mülksüzleştirilmektedir, toplumda sosyalist örgütlenme, planlı ekonomi ve mülkiyet ilişkileri filizlenmektedir. Buna karşılık henüz kapitalizmin artıkları tamamen tasfiye edilememiştir. Ve dünya kapitalizminin ortasında da tamamen tasfiye edilemez. O nedenle de para, piyasanın zorlamaları, değer yasalarının hakimiyeti, ücret vb. gibi sorunlar henüz sürmektedir. Ama sovyet deneyi bürokratik bir yozlaşmayla son bulmuştur.
 
Troçki ve sol muhalefetin bürokratik yozlaşmaya, Stalinist tahrifata karşı mücadelesi içinde Sovyetler Birliği gibi bir geçiş toplumunda sosyalizmin başlıca kaldıracı olması gereken sovyet demokrasisi ilkelerinin çiğnenmesi yeni bir durum doğurdu. Bir yandan kamu mülkiyeti ve planlı ekonomi yürürlükte iken, yani burjuvazi siyasal-ekonomik olarak mülksüzleştirilmişken öbür yandan işçi sınıfı da sovyet demokrasisinin tahrip edilmesiyle siyasal olarak mülksüzleştirilmekteydi. Troçki bu durumda Sovyetler Birliği’ni hala bir işçi devleti olarak ama bürokratik olarak yozlaşmış bir işçi devleti olarak değerlendirmek gerektiğini savunur. Bu anlayışın sonucu olarak da Stalinizme ve bürokratik yozlaşmaya ilişkin tüm eleştirilerine karşın 2.Dünya Savaşı’nda Emperyalistlerin saldırılarına karşı Sovyetler Birliğinin savunulması gerektiğini ileri sürer.
 
Sovyetler Birliğinin niteliğinin bir diğer boyutu da dünya devrimi içindeki yeridir.
 
Yukarıda dünya devriminin üç alanından söz etmiştik. Bunlardan birisi de bürokratik işçi devletlerindeki mücadeledir. SB ve benzeri ülkelerin geçiş niteliğinin ve bu ülkelerde bürokrasinin hakim olmasının sonucunda ortaya çıkan durumda bu ülkelerde toplumsal devrim ( toplumsal devrimde üretim tarzı değişir ve iktidar bir sosyal sınıftan diğerine geçer ) değil siyasal devrim ( siyasal devrimde üretim tarzı değişmez ve iktidar bir sosyal tabakadan diğerine geçer ) yani iktidarın bürokrasiden alınarak yeniden emekçilere verilmesi hedefi güdülür. Zira ekim devrimi üretim araçlarını toplumsallaştırmış ancak işçi sınıfı siyasal olarak mülksüzleştirilmiştir.

 
IV. Bürokrasiye karşı mücadele, sosyalist demokrasisi
 
Sovyetler Birliği’nin sınıfsal niteliği ile sık yapılan bir tartışma da bürokrasinin bir sınıf olup olmadığıdır. Troçki’ye göre bürokrasi ne denli ideolojik ve maddi ayrıcalıklarla, iktidarla donanmış olursa olsun bir sınıf niteliğine sahip değildir. O üretim sürecinde kendine özgü işlevleri ve kökleri olan bir sosyal sınıftan çok, proletaryanın içinden gelişen bir sosyal tabaka veya kast olarak tanımlanabilir.
 
Yukarıda Stalinizmi aktardığımız bölümde değindiğimiz gibi bürokratik yozlaşmanın toplumsal kökenleri vardır. Sovyet bürokrasisinin iktidarının doğuşu, ne haince bir komplo ne de belli bir sosyo ekonomik yapının otomatik sonucu olarak görülebilir. Bu iki uç arasındaki ilişki bir dizi faktör tarafından oluşturuldu:
 
– işçilerin öncü kesiminin iç savaş sırasındaki yok oluşu

– dünya devriminin başarısızlığa uğramasının ardından gelen hayal kırıklığı

– genelleşmiş açlık ve sefalet

– proletaryanın siyasi etkinliğini kolaylaştıran yapıların, sovyetlerin zayıflaması
 
Bu gelişmelere aynı zamanda Bolşevik partinin bir dizi hatası (bu hatalardan Troçki’de ari değildir) da eşlik etmiş, bu hatalar devlet ile partinin özdeşleşmesini ve bürokratlaşmayı kolaylaştırırken aynı zamanda da bürokratlaşmayı frenleyecek önlemleri olanaksızlaştırmıştır:
 
– Bolşevik partisinde fraksiyonların yasaklanması

– Tek parti ilkesinin yerleşmesi

– Devlet işletmelerinde bireysel üretkenliğe verilen önem
 
Artık planlı ekonominin genel doğrultusu işçi konseyleri tarafından değil bir avuç bürokrat tarafından saptanıyordu.
 
Bu verilerin sonucunda bir işçi devletinde bürokratik eğilimin bürokratik yozlaşmaya dönüşmesi ancak üç etkenin bileşimi ile engellenebilir:
 
– Sosyalist demokrasinin, sovyet demokrasisinin inşası

– Proletaryanın sosyo ekonomik etkinliğinin artması

– Dünya sosyalist devriminin yayılması
 
Troçki bürokratik yozlaşmayı tespit ettiği andan itibaren bunun panzehiri olarak sovyet demokrasisinin geliştirilmesine ilişkin görüşlerini netleştirdi. Bunun sonucunda önceliğin partiden sovyete geçmesi, sovyet demokrasisine köprü olacak parti içi demokrasi, partide çeşitli eğilimleri ifade eden fraksiyonların meşruluğu, sovyette birden çok partinin meşruiyeti ve temsili gibi konular üzerinde ısrarla durdu. İhanete Uğrayan Devrim’de bunları açıkça belirtir. Dördüncü Enternasyonal’in 11. Dünya Kongresinde (1979) tartışmaya açılan ve 12. Dünya Kongresinde (1985) kabul edilen “Sosyalist Demokrasi ve Proletarya Diktatörlüğü” metni Troçki’nin görüşlerinin sistematize edilerek geliştirilmiş halidir.

 
V. Faşizme karşı mücadele
 
Troçki’nin sürgünde olduğu yıllar dünyada çok önemli gelişmeler vardır. Avrupa’da yeni türde bir gericilik dalgası yükselmektedir. Önce İtalya’da iktidara gelen faşizm 30’lu yılların başında Rusya dışında işçi hareketinin, Komünist Partisinin’nin en güçlü olduğu ülke olan Almanya’da da yükselişe geçmiştir. Bu yeni siyasal hareket tüm dünyadaki işçi hareketlerinin aklını karıştırdı ve faşizmin yükselmesiyle birlikte onun ne olduğuna ve onunla nasıl mücadele edileceğine ilişkin tartışmalar da alevlendi. Troçki Almanya’daki yoldaşlarıyla sıkı bir iletişim içindeydi ve faşizme ilişkin yazılarını esas olarak Stalinist çizgideki Alman Komünist Partisi’ni doğru bir mücadele yöntemine ikna etmek üzere yazmıştır.
 
Troçki’nin faşizm teorisi altı unsurun birliğinden oluşur:
 
– Faşizmin yükselişi çağdaş kapitalizmin şiddetli bir toplumsal bunalımının ifadesidir. dünya pazarının mevcut rekabet koşullarında doğal yollardan sermaye birikimini sürdürmenin olanaksızlaşmasıyla bağlantılıdır. Faşizm bu krizi çözmenin radikal ve şiddetli bir yolu olarak anlaşılmalıdır.
 
– Parlamenter demokrasi burjuvazinin iktidarını sürdürmesinin tek yolu değildir. Faşizm parlamenter demokrasinin yine burjuvazinin çıkarları adına lağvedilmesi ve burjuvazinin politik olarak mülksüzleştirilmesi anlamına gelir.
 
– Devlet gücünün merkezileştirilmesi salt teknik yöntemlerle mümkün değildir. işçi hareketini yıldırmak için çok büyük bir polis devleti için bile çok zordur. O yüzden burjuvazinin işçi hareketini sokakta yenecek bir kitlesel harekete ihtiyacı vardır.
 
– Böylesi bir hareket ancak küçük burjuva tabanına dayanarak yükselebilir. bu hareket bağımsız bir gelişim gösterse de iktidara el koyabilmek için tekelci sermayenin önemli kesimlerinin mali ve politik desteğine ihtiyaç duyacaktır.
 
– Faşizm işçi hareketini en ufak kurumalarına kadar dağıtmak, sonuna kadar ezmek durumundadır. işçi hareketi faşizm iktidara gelmeden önce kırılmalı ve geri püskürtülmelidir. Zira faşizm ve işçi hareketinin yükselişinde bir tür denge vardır. iki taraf ta kazanma şansına sahiptir.
 
– Faşizm işçi hareketini ezmeyi başarırsa görevini yapmış demektir. bundan sonra faşist hareket bürokratlaştırılır ve burjuva devlet aygıtı içinde eritilir.
 
Bu dönemde III.Enternasyonal ve Alman KP’si “üçüncü dönem” denilen bir politikayı izlemekteydiler. Buna göre artık sosyal demokrasi ile faşizm aynı madalyonun iki yüzüydüler. Buradan da “sosyal faşizm” terimini türettiler. Böylece faşizm büyük adımlarla ilerlerken dünyanın en güçlü işçi sınıfı faşizme karşı ortak mücadele vermek yerine ikiye bölünerek birbiriyle uğraştı. Elbette ki sosyal demokrat bürokratlarla bir işbirliği süz konusu olamazdı ama tabanda aynı fabrikada çalışan işçiler ortak komitelerde faşiştlere karşı mücadele edip faşizmin ilerleyişini durdurabilirlerdi. Troçki bu politikayı “birleşik işçi cephesi” olarak adlandırmakta ve Alman işçilerine reformist ve Stalinist önderliklerin oyunlarına karşı gelerek faşizme karşı yan yana gelmeyi önermekteydi. Stalinistler bu politikaya şiddetle karşı çıkmalarına rağmen Hitler iktidara gelip iş işten geçtikten sonra kendilerinin birleşik cephe olarak adlandırdıkları Halk Cephesi politikasına çark ettiler.

 
VI. Halk cephesine karşı birleşik işçi cephesi
 
Troçki birleşik işçi cephesi taktiğini faşizme karşı mücadele zemininde savunurken, Stalinistler birçok Avrupa ülkesinde yeni bir yöneliş içerisindeydiler: halk cepheleri kurmak. Fransa’da, İspanya’da sosyalist, sosyal demokrat partilerle faşizme karşı halk güçlerini birleştirmek adına kurulan halk cephelerinin birleşik işçi cephesinden temel bir farkı vardır. Birleşik işçi cephesi sınıfın hareketliliğini daha ileri götürmek, devrimci koşullara doğru sıçratmak için, sınıfın en geniş birliğini öne çıkartırken, halk cepheleri sınıfın devrimci potansiyelini, yükselişini gemlemek onu düzen sınırlarına çekmek işlevini görmektedir.
 
Bu anlamda da aşağı yukarı benzer güçlerle yapılmalarına rağmen ilki devrimci bir işleve sahip iken ikincisi reformist karekterdedir. Örneğin Fransa’da gerçekleşen Halk Cephesi (1936) devrimci yükseliş koşullarında işçi sınıfını rejimin korunmasının kuyruğuna takmış, İspanya Devrimi’nde (1936-39) devrimi devrimci güçleri (Troçki’nin özellikle ilgilendiği güç POUM’dur) sosyalistlerin ve Stalinistlerin ardına takarak faşizme karşı mücadele adına devrimi salt cumhuriyeti savunmak konumuna indirgemiştir. İspanya’da POUM’un durumu ilginçtir. O dönem III.Enternasyonal partilerinin dışında olan ve Uluslararası Sol Muhalefet’in İspanya ayağı ile başka bir merkezci partinin birleşmes,nden oluşan POUM Troçki’nin politikalarına en yakın partilerden biriydi. Anacak POUM önderliğinin Halk Cephesi hükümetini desteklemesi Troçki ile aralarında ciddi tartışmalara ve zamanla POUM’un merkezci bir parti olarak Uluslararası Sol Muhalefet’ten tamamen kopmasına yol açmıştır. Troçki’nin İspanyol Devrimi üzerine geniş hacimli yazılarının ve mektuplarının çoğu POUM’un politikalarının değerlendirilmesine ayrılmıştır.

 
VII. Sosyalist inşa sorunları
 
Sovyet ekonomisinin sosyalist ekonominin inşası Sovyetler birliğindeki iç tartışmaların önemli bir kutbunu oluşturuyor. Bürokrasinin bir tehlike olarak geri plana itilmesinde önemli ayaklardan birisinin sovyet ekonomisinde işçi sınıfının etkinliğin artması olarak konulduğunu yukarıda belirtmiştik.
 
Sovyetler Birliği’nde sosyalist inşa birkaç ana dönemeçte değerlendirilebilir. İlk olarak kamulaştırma ve savaş ekonomisi dönemi, ikincisi NEP dönemi (“Yeni Ekonomik Politika” ), üçüncüsü de 1929-33 yılları arasındaki maceracılık ve köyde toplu kolektifleştirme.
 
Troçki’nin bu faklı dönemlerdeki görüşleri yer yer değişmişse de 1926-27 yıllarındaki birleşik muhalefetin alternatif stratejisine genel olarak bağlı kalmıştır.
 
– Sosyalizmin tek ülkede gerçekleştirilmesi mümkün değildir. SB dünya pazarının etkisi altında kalmak durumundadır.
 
– Sosyalimin inşasını başlatmak, ülkenin sanayileşmesini arttırmak modernleştirmek ve toplumsal karşıtlık ve eşitsizlikleri giderek azaltmak gerekir.
 
– Bu anlamda proletaryanın ağırlığının artması, kıtsak kesim ve kent, endüstri ve tarım, işçi sınıfı ve köylüler, devlet yöneticileri ve toplum arasındaki ilişkiler zaman içinde değişmelidir. işçilerin işyeri yönetimine katılmaları zorunludur. Bunun için işçi sınıfı ile köylüler arasındaki cephe sağlamlaştırılmalı, köylülerin zengin ve fakir olarak kutuplaşması engellenip, zengin köylülerin tarımdan elde ettikleri değer azaltılmalıdır.
 
Böylece Troçki üçlü bir kutulaşma koymaktadır: bir yanda küçük burjuva, kapitalizm-öncesi güçler, yarı kapitalist güçler, öbür yanda proletarya ve yarı proleter güçler ve son kutup olarak da bir anti-kapitalist bir anti sosyalist yöne savrulan ve bağımsızlaşan bürokratik kast.
 
Ancak sosyalist inşa sürecinde Troçki’nin müdahaleleri dönemin karakteri anlaşılmadan kavranılamaz. Troçki sovyet demokrasisinin eşlik ettiği toplumsal zıtlıkların zaman içinde çözüleceği dengeli bir sanayileşme önermekteydi. Buna karşın bürokrasinin politikası bir dönem NEP ayrıcalıklarının korunduğu zengin köylülüğe prim verilen sanayileşmenin geri plana itilmesi, ardından bürokarsinin kararlarının belirleyici olduğu hızlı sanayileşme ve köyde neredeyse bir iç savaş yol açan maceracı kolektifleştirme kampanyası. Stalin bir dönem sanayileşmeye karşıydı ve sanayileşme önerisi “Troçkizm” olarak görülüyordu. Daha sonra hızlı sanayileşmeci ve kolektifleştirmeci kesildi ki bu uygulamada hiç bir şekilde sovyet demokrasisi gözetilmeden maceracı, idari ve terörist bir hat izlendi. Troçki’nin görüşleri en iyi şu alıntıda özetlenebilir: “Ekonominin geçiş dönemine uygun gelişmesi ancak üç unsurun, yani devlet planlaması, pazar sistemi ve sovyet demokrasisinin birbiri ile ilişkisi içinde gerçekleştirilebilir.”

 
VIII. Ulusal sorun
 
Ulusal sorun tüm Marksistler için sorunlu bir konu olmuştur. II.Enternasyonal partileri döneminde özellikle Polonya ve Yahudi sorunu çerçevesinde gündeme gelen ulusal sorun Ekim Devrimi sonrasında Bolşevikler için hayati tartışmalar yol açtı. Zira uluslar hapishanesi olan çarığın dağılması ulusal sorunu tüm aciliyeti ile Bolşeviklerin önüne çıkarttı. Ilk büyük tartışma Lenin’in yaşamının son günlerine gelen Gürcistan konusundaki anlaşmazlık oldu. 12. Kongre’de partide büyük Rus şovenizmi ile ezilen ulusların milliyetçiliği aynı kefeye kondu. Ki bu ilkesel olarak yanlış bir tutumdur.
 
Bir enternasyonalist her türden milliyetçiliğe karşı çıkmak zorunda ise de, ezilen ulusun milliyetçiliği ezen ulusun milliyetçiliği ile aynı kaba konulamaz. Ama buna rağmen sovyetlerde büyük Rus şovenizmi ağır bastı milliyetçiliğe karşı durmak adına ezilen ulusların ulusal talepleri reddedildi ve bu doğal olarak Rus şovenizmine yaradı. 1939’da Ukrayna’nın bağımsızlığını savundauğu makalesinde Troçki, Ekim Devrimi sonrası kurulan devletin ulusal sorunu çözmeyi başaramadığını belirtir. Aynı soruna daha sonra İspanya, Balkanlar bağlamında ve Güney Afrika’daki ve ABD’deki siyahların mücadelesi bağlamında değindi. “…başarılı bir devrimin, sadece sınıflar arsındaki güç ilişkisini değil, ırklar arasındaki ilişkiyi de radikal biçimde değiştirmesi ve siyahların nüfus içindeki oranlarına uygun şekilde devlet içindeki yerlerini güvence altına alması oranında, Güney Afrika’daki sosyal devrim, ulusal karaktere bürünecektir.” “Devrimcilerin işleyebileceği en büyük suç, beyazların önyargı ve çıkarlarına çok ufak da olsa taviz vermektir. şovenizm şeytanına küçük parmağını veren kaybolmuş demektir.”şeklindeki uyarısı bugün için de geçerlidir.
 
İspanya Katalan sorununda ise komünistlerin Katalonya halkının İberya Federasyonu’ndan özgür ve demokratik bir biçimde ayrılma hakkı da dahil olmak üzere kendi kaderini tayin hakkının savunmaları gerektiğini belirtirken aynı zamanda bunun komünistlerin böyle bir ayrılmadan yana olmaları anlamına gelmediğini belirtmiştir.

 
IX. Proletarya kültürü
 
Sosyalizmin inşa süreci aynı zamanda bir kültürel atılım dönemi olmuştur. Yeni bir toplum yaratılıyordu ve bu yaratıma bir kültürel patlama eşlik etmekteydi. Ama aynı dönemde bir proleter kültür yaratma hareketi de gelişmeye başladı ve bu gelişime devlet aygıtı da geniş ölçüde destek vermektedir. Troçki bu akıma “proleter kültür” mitini reddederek karşılık verdi ki bu tutumu Lenin de paylaşmaktadır.
 
Proletarya, burjuva toplumunda ezilen ve kapitalizm ile sosyalizm arasındaki geçiş döneminde kültürel olarak az gelişmiş bir sınıftı. Bu yüzden de, proletarya diktatörlüğü altında, proleter bir kültür geliştirilmesi görevini üstlenmesi mümkün değildir. Geçiş döneminde saf bir proleter kültür ve edebiyatın varolması mümkün değildir. Asıl görevi, yüzyılları birikimi olan burjuva kültürün ve daha önceki kültürlerin değerli yönlerini devralmaktır. Bu süreç gelecekteki sosyalist kültürün ilk unsurlarını da ortaya çıkaracaktır. Büyük bir sosyalist kültür oluşacaktır ama proleter kültürü yoktur.