Nurcan Turan

ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş’ın CHP çatısı altında Beyoğlu belediye başkan adaylığı henüz sosyalist solda bir tartışma yaratmış değil. Yapılan yorumların çoğu CHP’nin sola açılımı olarak gördüğü Taş’ın adaylığını destekler nitelikte. Hatta bazıları tek adamlığın geriletilmesinde sol için önemli bir mevziin şimdiden ele geçirilişi olarak dahi görmekte.

Başlarken şunu da belirtelim ki ÖDP’nin yegâne kamusal figürü ve bu konuda söz alan tek kişi olduğu için ÖDP’nin söz konusu hattıyla tartışırken ister istemez Alper Taş’ın argümanları üzerinden ilerlemek durumundayız. Mesele kendisiyle ilgili değil, ÖDP’nin bu hattıyla ve daha da ötesinde sosyalist hareketi sarmış olan ve bağımsız sınıf siyasetinden azade biçimde yerel sol deneyimler inşa edilebileceğine ve rejime geriletilebileceğine dair stratejik körlükle ilgilidir.

Taş’ın kendisi adaylığını AKP-MHP faşizminin geriletilmesine ve Beyoğlu’nda halkın iktidarını kurmaya yönelik bir adım olarak tanımlıyor. CHP yönetiminin kendisini aday göstermesini ise CHP içindeki ve toplumdaki dalganın sonucu olarak tarif ediyor. Birkaç ay önce Hopa’da ittifakın bozulmasının nedeninin ÖDP’nin öne sürdüğü tek kriter olan önseçimin yapılmayıp CHP’nin kendi adayını ataması olduğunu söyleyen Alper Taş’ın Beyoğlu’nda aynı antidemokratik yöntemle aday gösterilmesini toplumsal dalgaya bağlamasını anlamak oldukça güç. CHP yönetiminin gerek kendi içindeki ve gerek dışındaki toplumsal dalgayı ne ölçüde önemsediği aslında apaçık ortadayken Taş’ın böyle düşünmesi yalnızca kendi iyi niyetiyle ilgili olsa gerek. Zira söz konusu olan tabanın önseçim talebine tamamen gözlerini kapayan, demokratik kanalları bilinçli biçimde tıkamış, en garanti yerlerin hepsini merkezden atamış, parti içi muhalefeti tamamen susturmasa da etkisizleştirmiş, hem parti tabanını hem toplumsal öfkeyi pasifize etmek, sarayın kadrolu muhalefeti olmak konusunda bayağı çaba sarf etmiş bir CHP yönetimi. Bu CHP sosyalist bir adayı atayınca adı toplumsal dalga oluyor. Sahi nerede bu dalga?  

Sağcılaşmayı tek adama karşı tek strateji sanan CHP’nin Taş’ı aday yapmasının nedenini sosyalist harekete sempatisinden ziyade bir takım pragmatik hesaplarında aramak gerekiyor.  Parti içindeki sol muhalefeti susturmak ve hatta peşine takmak, seçimler sonrasında çok muhtemel yaşanacak hesaplaşmaları hafifletmek öncelikli hedeflerinden. Beyoğlu’ndaki HDP seçmeninin de sempati duyduğu ama HDP ile de mesafeli bir adayla HDP seçmeninden oy almak ve seçimlerden sıdkı sıyrılmış sol seçmeni seçimlere ısındırmak açısından da Alper Taş’ın aday gösterilmesi oldukça işlevsel görünüyor.

Nasıl Bir Belediyecilikte İttifak?

Başat gerekçe “tek adam rejimini geriletmek” olarak konulunca ittifakın gerekçesi de sorgulanamaz hale geliyor. Can alıcı çelişkilerin, farkların üzerini örterek beş benzemezi bir araya getirmek, siyasi eleştiriyi anlamsızlaştırmak, daha zayıf kötüleri ve esasında kötülüğün kendisini sorgulatmamak otoriter rejimlerin başarısıdır. Bir despot karşısında CHP’nin antidemokratik halini, neoliberal belediyeciliğini eleştirmek suyun başını tutanları görmemek, hedef saptırmak ve hatta bazen doğrudan AKP’ye çalışmakla bir görülebilir. Zaman zaman görülüyor da. Bu tam da, solun yıllardır hedef tahtasına oturttuğu kimlik siyasetinin kendisidir. Çelişkileri despotun kurduğu yerden kurmak,  sözümona kendi mahallendeki CHP’nin saray rejiminin nasıl bir parçası olduğunu görmemek, görmediğin gibi de üzerine işbirliği yapmaktır kimlik siyaseti. Tek adamı geriletme siyaseti adına yürütülen siyasetsizlik HDP’yi de CHP’nin sessiz, eleştirisiz bir destekçisi konumuna mahkum etmiştir maalesef. Yalnız HDP değil genel olarak sosyalist sol kendi siyasi programını bir kenara koyarak çıkış anahtarı olarak CHP’yi işaret etmekte, ezilenlerin sorunlarını seçimin konusu yapmaktan geri durmaktadır.

ÖDP’nin ve Taş’ın propagandasının “katılımcı”, “halkın yönettiği”, “sermayeye –ranta karşı” gibi sloganlardan oluşacağını kestirmek zor değil. Ama yerel yönetimleri bağlayan bugünkü yasal ve ekonomik çerçevede bunların nasıl mümkün kılınacağına, ipleri sarayın elinde bulunan neoliberal belediyecilikte nasıl gedikler açılabileceğine ilişkin herhangi somut öneri yok. Alper Taş, ben sadece propagandamı yaparım, sözümü söylerim gerisine karışmam diyebilir. Neoliberal belediyeciliğin kitabını yazan, yerellerde AKP’yle gayet uyumlu biçimde çalışan/çalışmak zorunda hisseden CHP’nin bir parçası olarak seçimlere giriliyorsa belediyedeki mevcut işleyişin nasıl değiştirileceğinin, CHP’nin neleri taahhüt ettiğinin açık seçik ortaya konması gerekirdi, gerekir. Hele hele bütçe ve imar gibi çok önemli konularda karar mercii olan belediye meclisinde CHP’li üyelerle birlikte çalışılacağı, ortak karar alınacağı düşünüldüğünde başkan adayının yalnızca kendisine değil onlara ve temsil ettikleri partiye de kefil olması gerekir.

CHP’den belediye başkanı olmanın siyasi sorumluluğu milletvekilliğinden kat be kat ağırdır bir sosyalist için. Bizzat rantın nasıl yeniden dağıtılacağına karar verirsiniz ama bunu belediye başkanı olarak tek başınıza yapamazsınız. Solculuk yapacağınız alan sınırlıdır. Borç cenderesi içinde sendikayla pazarlık yapmak, en büyük gider kaleminiz olan işçi ücretlerini düşürmek talip olduğunuz görevin temel işlerindendir. Her konuda sizi destekleyen çok sayıda meclis üyesinin olması gerekir. Meclis üyelerini tarafınıza çekmek için de başka becerilerinizin… Yeterli gücünüz yoksa sizi oraya atayan çarkın bir parçası olmak işten bile değildir. Biz Alper Taş’a elbette kefil olabiliriz ama asıl soru kendisi birlikte çalışmak zorunda olacağı CHP’lilere nasıl kefil olacaktır sorusudur? Bu ittifakı olanaklı kılan, CHP’li meclis üyelerini de bağlayacak ortak bir siyasi-ilkesel çerçeve var da şimdilik haberimiz mi yok!

Yerel yönetimlerin ipleri de sarayın elindeyken buraları kişisel devrimci iradeyle demokrasinin hayat bulabileceği, tek adam rejiminde gediklerin açılabileceği yerler olarak düşünmek ham hayaldir.  Zira ortada olan, kamu yararına çalışan bir yapıdan daha çok şirket gibi çalışması yasalaştırılmış, sarayın imar affı vb. kararlarına uymak zorunluluğu olan bir kurum var. Başında da CEO gibi çalışması, hizmetten çok reklam-pazarlama yapması, sermayedarlarla pazarlık yapması gereken bir başkan vardır.

Neoliberal çerçevede belediyelerin bir takım halkçı şeyleri gerçekleştirmek için bile ekstra finansman yaratması, bunun için de sermayeden “yardım” alması ve elbette karşılığını da vermesi gerekir. Birçok belediyenin en “halkçı” uygulamaları özel hastanelerle, özel okullarla, market ve mağaza zincirleriyle anlaşıp vatandaşlara dağıttıkları kartlarla indirim sağlamak şeklindedir. CHP’li belediyeler dahil birçok belediye park, kültür merkezi, cami vs. gibi sosyal donatıları imar değişikliği karşılığında sermayedarlara, çoğu zaman da yandaş büyük inşaat şirketlerine yaptırmaktadır. Korkunç bir rantın döndüğü bu anlaşmalara yalnızca kendi yandaşlarını dahil ederse belediye başkanları, başlarına en hafifinden Battal İlgezdi’nin başına gelenler gelir. Kayyım atanması ve görevden alınma tehdidi bütün belediye başkanları için hayli gerçek bir sopa olarak tepede beklemekte, sarayla ve yandaş sermayesiyle ters düşmeyi imkansızlaştırmaktadır.  

Bir açıklamasında Fatsa örneğindeki gibi yapacakları her şeyi Beyoğlu halkı için Beyoğlu halkıyla birlikte yapacağını söylüyor Alper Taş. Ne yazık ki, mevcut idari ve yasal koşullarda katılımcı belediyecilik uygulamalarının imkanı yoktur. Halktan görüş alabilirsiniz, insanlara örgütlenme alanları yaratabilirsiniz, yaptırım gücü olmayan kent konseyi ve benzeri yapılar kurabilirsiniz ama halkın iradesi de olsa her kararı belediye meclisinde onaylatmanız gerekir. Bir taraftan da hem belediye hem ülke işlerine katılmaya hevesli kitleleri bulmanın oldukça zor olduğu bir dönemde olduğumuzu unutmadan.  

Kısaca belediyeler Fatsa ruhu gibi tahayyüllerin, katılımcılığın, öz yönetimin hayata geçirilebileceği romantik yerler olmaktan çok uzak olmanın yanında, bizzat sermayenin ve sarayın çıkarları doğrultusunda çalışması gereken yerler haline getirilmişlerdir. Mecliste olmayan özgürlük belediyelerde de yoktur. Elbette yer isimleri gibi sembolik bazı şeyler değiştirilebilir, belediyenin bazı olanakları dışlanan gruplara açılabilir, CHP’li belediyeleri AKP’lilerden ayrıştıran en önemli nokta olan kültürel-rekreatif hizmetler geliştirilebilir, küçük işletmelere destekler verilebilir, belediye işçilerine yönelik taşeron uygulamaları hafifletilebilir, bir ölçüde yolsuzluklar önlenebilir, rant biraz daha adil dağıtılabilir. Bu kısmi şeyler önemsiz değildir ama bunlar sarayın geriletilmesinde ne kadar önemli mevzilerdir, bunları bile yapmaya tek başına belediye başkanının gücü yeter mi oldukça şüphelidir. Anti-demokratik ve neoliberal CHP’ye baskı yapılması gereken bir alanda güya saray rejimini geriletmek için ona destek olmanın sınıf mücadelesine, toplumsal hareketle veya sosyalist harekete bir şey kazandırmayacağı kesindir ama.