090409_sorbonne_anfisi_isgal1

 

Uraz Aydın, Foti Benlisoy –

68 hareketi, daha kırkıncı yıldönümü dolayısıyla gündeme gelmeden Sarkozy’nin seçim zaferi vesilesiyle tartışma konusu oldu. Sarkozy kendi seçim başarısını âdeta 68 geleneğine karşı kazanılmış bir zafer olarak değerlendirdi. Fransa’nın içerisinde bulunduğu ‘moral kriz’in sorumlusu olarak da 1968’i ilan etti. Kırk yıl sonra gelen bu ‘restorasyonculuğun’ (Alain Badiou ‘yeni Petain’cilik’ diyor) anlamı ne, Sarkozy neden bunca yıl sonra 1968 geleneğine saldırma gereğini duyuyor?

Her şeyden önce şunu vurgulamak gerekir ki, bu sözüm ona ‘ahlâki kriz’, sağın ve esas olarak da Sarkozy’nin önyargılarını okşayarak hitap etmek istediği aşırı sağın bir icadıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasındaki ‘değerler için muharebe’ kampanyasının önemi de buradan kaynaklanır. Burada sözü edilmek istenen, burjuva düzenini, bireyciliği, yeteneğin kutsanışını meşrulaştırmayı hedefleyen konformist, reaksiyoner burjuva ahlâkının savunusudur.

Bu ‘değerler’e dayanarak yapılan saldırının Mayıs 68’e karşı bir mücadele adına yürütülmesi, Fransız sağı ve burjuvazisinin bir fraksiyonunun ruh halinin göstergesidir. Reaksiyon, devrime bir çeşit saygı gösterisi olarak da okunabilir. Elbette Mayıs 68 bir devrim sayılamaz; fakat insanların bilincinde birçok şeyi devrimci bir değişime uğrattığı doğrudur ve burjuvazinin geniş bir kesimi de bunu hiçbir zaman kabul etmemiştir. Seçim sürecinde Sarkozy, aynı zamanda bir ‘kopuş’un adayı olduğunu iddia etmişti. Bu kopuş, esas olarak eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın şahsında simgeleşen, sağın solla yönetimde bir arada yer alması (cohabitation) anlayışından bir kopuştu. Çünkü söz konusu sağ akım, Mitterand’la, yani 1971’deki Epinay Kongresi’yle birlikte 68 kuşağının geniş bir kesimini kapsamayı başaran Sosyalist Parti’yle (PS) birlikte yönetimde bulunmuştu.

Dolayısıyla, bir yandan 68’in fikirlerine karşı, yani muhalefet, goşizm, genel grev fikirlerine karşı ideolojik, siyasal ve ahlâki bir muharebe, öte yandan, tam da aşırı sağın lideri Le Pen’in eleştirdiği gibi ‘kendisi olmayı bırakarak solla flört eden’ sağ anlayıştan bir kopuş hedefleniyor. Bu ikisi birleştiriliyor. Sarkozy, 1968 öncesinin, sömürge savaşları döneminin sağının eski önyargılarını yeniden uyandırırken, bir yandan da bu sağı küreselleşme çağına uyarlama niyetinde. Bu niyet hiç şüphesiz 1968’in fikirlerinden kurtulma çabası kadar gerçekçilikten yoksun…

Genel olarak 1968’in geleneksel sosyal demokrasi ve komünist partilerden bağımsız yeni radikalizminin oluşumunda Vietnam Savaşı’na özel bir rol atfedilir. Diğer yandan, siz anılarınızın şimdilik yayımlanan bir bölümünde Fransa’da 1968’in enternasyonalist ve Stalinizmden arınmış (de-stalinized) yeni radikalizmine giden yolda Cezayir Savaşı’nın ve ona karşı gelişen mücadelelerin önemli bir faktör olduğunu belirtiyorsunuz. Bu hususu biraz açar mısınız?
Bu ikisi, sömürgeci kirli savaşlara karşı tek bir isyan ve tek bir mücadele içinde iç içe geçmiştir. Fakat bu aynı zamanda, Cezayir savaşının başında hükümette olan Sosyalist Parti’nin aktif işbirliğine ve Fransız Komünist Partisi’nin (FKP) bu konudaki son derece pasif tutumuna karşı bir isyandı. Bununla birlikte, Fransa’da, benim kuşağım için Cezayir savaşına karşı, yani Cezayir halkının zaferi için verilen mücadelenin siyasal angajmanımız ve siyasallaşmamız adına belirleyici bir rol oynadığı doğrudur.

Sosyal demokratların, onları aktif bir işbirliğine götüren ihanetlerini ve Stalinistlerin kurulu düzene meydan okuyan mücadelelerden duydukları kaygıyı acı biçimde deneyimledik bu yıllarda. Bu anlamda kendi emperyalizmimize karşı mücadeleyi içeren Cezayir deneyimi, uluslararası ilişkiler açısından Vietnam savaşıyla aynı menzile sahip olmasa da, bizler için daha öğretici olmuştur. Arka planında ABD ile SSCB arasındaki soğuk savaşın sürdürüldüğü Vietnam savaşıysa, enternasyonalizmimizi genişletmenin yanı sıra sosyal demokrasi ve Stalinizm eleştirimizi de geliştirmiştir. Bizlere, Sovyet bürokrasisinin kendi çıkarları doğrultusunda emperyalizmle müzakerede bulunmasının aracı olan ‘barış içinde bir arada yaşama’ anlayışının radikal bir eleştirisinin temellerini sağlamıştır. Bu anlamda, Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne yasadışı destek şebekelerinde faaliyet göstermiş olan ve FKP’nin pasifliğiyle karşı karşıya kaldıktan sonra Vietnam halkının mücadelesiyle dayanışmaya kendini adayan bir kadrolar kuşağını da buluruz 1968 hareketinde. Bu, hayli siyasallaşmış bir enternasyonalist kuşaktır.

1968 patlaması, devrimci çıkışları kapitalist ekonominin katastrofik bir çöküşüne bağlayan geleneksel ‘ekonomist’ anlayışın aksine, kapitalist ekonominin bir krizinin sonucu değildi. Tam tersine, kapitalist büyümenin ve refahın ‘otuz görkemli’ yılının en mağrur günleriydi. Böylesi -hiç değilse gelişmiş Batı ülkelerinde- ‘müreffeh’ bir dönemde bu radikallikte bir anti-kapitalist kalkışma nasıl gündeme gelebildi?

Toplumsal hareketlerin, kitle ayaklanmalarının, ekonomik gelişmenin açtığı imkânlar ile gerçekte mevcut olan toplumsal-siyasal ilişkiler arasındaki çelişkiler tarafından tetiklendiğini düşünüyorum. Burada mekanik bir bağ değil, bir etkenler bileşkesi söz konusudur. İsyanı besleyen bu çelişkilerdir. Yoksa mutlak sefalet veya yıkım değil. En geniş anlamıyla, Mayıs 1968 krizi, toplumun savaş sonrası gerçekleşen ilerlemelere uyum sağlayamamasından doğmuştur. Bu uyumsuzluk uluslararası düzeyde kendini ulusal kurtuluş mücadelelerinde göstermiştir. De Gaulle’e karşı atılan ‘on yıl yeter!’ sloganı, bunun siyasal düzeyde bir ifadesidir. Ahlâki düzeydeyse feminist hareketle, doğum kontrolü ve kürtaj hakkı için mücadeleyle kendini gösterir.

Yaşlı toplum, onun yapıları, önyargıları ve muhafazakârlığı ekonomik, bilimsel, teknik ve kültürel gelişmenin basıncı altında çatırdıyordu. Bir anlamda, ekonomik ilerleme ve (göreceli biçimde de olsa) refah seviyesi, toplumsal ve siyasal çelişkileri keskinleştirdiği oranda isyanı da beslemiştir. Çok daha yüksek bir düzeyde, bugün de benzer mekanizmaların işlediğini düşünüyorum. Bir tek örnek vermek gerekirse, işsiz sayısı 1968’de 400 bin iken bugün neredeyse 5 milyona ulaşmıştır.

1968 ‘düzen’e karşı bir kalkışma olduğu kadar düzene bir şekilde entegre olmuş sola da, yani sosyal demokrasiye ve bilhassa KP’lere yönelik de bir tepkiydi. Bu tepkinin sebepleri nelerdi?

Her ne kadar De Gaulle onları iktidardan uzaklaştırmışsa da sosyal demokrasi ve FKP, gerçekten de sisteme entegre olmuş vaziyetteydi. Hatta kimi goşist tutumların sebeplerini de sanıyorum burada bulabiliriz. Sınıf bilincine, hatta siyasal bilince bile sahip olmayan birçok genç, sistemi ve bu sisteme entegre olan sol partileri bir tutarak ellerinin tersiyle itme eğilimindeydi. Fakat bu partilerin temsil ettiği toplumsal güçleri göz önünde bulundurmuyorlardı. Goşizmin gücü de zayıflığı da buradadır. Kurulu düzenle kopuş içindedir, fakat bu kopuş dünyayı değiştirebilme gücüne sahip bir toplumsal muhteva bulabilecek durumda değildir.

Tabii şunu da eklemek gerekir ki, Stalinistlerin ‘cam-çerçeve kırıcıları’, ‘maceracı ve goşist küçük burjuvalar’ olarak gördüğü, hatta ‘Alman anarşisti’ olarak nitelendirdiği devrimcilere ve öğrenci hareketine karşı siyasal tutumu, çok sayıda militanın onlara karşı düşmanlığını beslemiş ve haklılaştırmıştır. Böylece FKP, öğrenci hareketinin gözünde emek dünyası içinde polis görevi gören bir düzen savunucusu haline gelmiştir. Son olarak da Mayıs ayının sonunda FKP ile CGT’nin (FKP tarafından denetlenen Genel Emek Konfederasyonu) işbirliğiyle De Gaulle’ün bütün bu kargaşayı parlamentoyu feshederek ve genel seçimlere gidilerek bitirme kararının ardından parlamento-dışı hareketin nasıl sandığa gömüldüğünü unutmayalım.

1968, Fransa’dan Meksika’ya öğrenci radikalizminin dev bir kabarışıydı. Daha önceki dönemde hiç değilse Batı’da milliyetçi sağın da etkili olduğu üniversite gençliği neden böylesi bir devrimcileşme sürecine girdi? Bunun sebepleri nelerdi?

Gençlik, doğası gereği, kendinden yaşlı olanlara oranla daha serbest, mücadeleye girmeye daha müsait, yüzü daha fazla geleceğe dönük ve toplumsal baskılara daha az duyarlıdır. 68 gençliği, burjuvaziye karşı büyük bir güvensizliğin, Petainciliğe ve Nazizmle işbirliğine karşı horgörünün damgasını vurduğu savaş sonrası ikliminde büyümüştü. Elbette ki De Gaulle, ulusu kendisiyle barıştırmaya, egemen sınıflara yeniden güvenilirlik sağlamaya çalışmıştı. Fakat bunu tam olarak beceremedi. Üstelik sömürge savaşlarının belirlediği siyasal iklim, Petainciliğin pis kokularını beslemeye devam ediyordu. Aynı zamanda üniversite kurumunun arkaizmiyle tümüyle bir kopuş içinde olan yeni toplumsal tabakaların gelişiyle birlikte eğitimin demokratikleşme sürecinin başlangıcı da mevcuttu. Son olarak, uluslararası düzeyde bütün öğrenci gençlik, ABD’nin Vietnam müdahalesine karşı çıkarak siyasallaşmıştı. Özellikle de Tet saldırısı sırasında.

Öte yandan, milliyetçi sağın, OAS’ten [Gizli Silahlı Örgüt] doğan aşırı-sağcı küçük grupların beslediği iklim, entelektüel, ahlâki ve cinsel özgürlük arzusuyla, gözden düşmüş yaşlı burjuvaziyle kopuş halindeki bir başka dünya isteğiyle çelişkiye giriyordu. İleride patlayacak olan bir radikalizmin ortaya çıkmasına katkıda bulunuyordu. Aynı zamanda gençlik, siyasal düzlemde, Stalinist veya sosyal demokrat aygıtların daha az denetimi altındaydı. Bu gençlik, ilk isyanını Macar işçilerinin ayaklanmasını ezen Rus tanklarına karşı dile getirmişti.

Bilinçlerdeki bu değişim, farklı derecelerde, bütün dünya gençliğinde meydana geldi. Farklı durumlar vesilesiyle kendini ifade edebilmek, olayları ilerletebilmek için hangi araçları bulabildiyse onları kullandı.

Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak günümüzde yaşanan öğrenci eylemleriyle (İlk İş Sözleşmesi Yasası eylemleri örneğin) 1968’in öğrenci radikalliği arasında ne gibi benzer noktalar ve ne gibi farklar bulunmaktadır? Bu bağlamda, Eric Hobsbawm 2000’lerin hemen başındaki bir kitabında (On the Edge of the New Century) günümüzde gençliğin küçük öncü gruplarda etkin bir rol oynamaya devam etse ve ‘yaşam tarzları’, çevre ve gay-lezbiyen hakları gibi ‘spesifik’ sorunlar etrafında mobilize olsa da artık toplumsal dönüşümün merkezi bir gücünü oluşturmadığını söylüyordu. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Toplumsal dönüşümden vazgeçmediğiniz taktirde, gençliğin bu dönüşümün merkezi güçlerinden birini artık oluşturmadığı fikriyle mutabık olmak zor. Bugünün gençliği, bizim kuşağımızınkinden tamamen farklı bir siyasal bağlamda büyüdü, şekillendi. Biz ne kadar, bir çatışmalar, siyasal mücadeleler, bilimsel, toplumsal fetihler dünyasında büyüdüysek, bugünün gençliği de bir gerileyiş, kaçış, teslimiyet dünyasında, siyasal referansların sosyal diyalog, konsensüs, piyasa ve mali verimlilik içinde eridiği bir dünyada şekillendi.

Bu, yaşlı kuşakların gençliğe mirasıdır; fakat bu uzun gerileyişin her aşamasında bu gençlik başını kaldırmayı, büyükleri ona sırtını dönerken kavgaya girişmeyi başardı. Bunu özellikle Fransa’da gördük. Her saldırı karşısında ‘burada’ demesini bildi. Bunu iki yıl önce İlk İş Sözleşmesi’ne karşı mücadelede, bugün de milli eğitimdeki öğretmen kadrolarının iptaline karşı harekette gördük. Aynı şeyi elbette bu yıl Yunanistan’da meydana gelen hareket için söyleyebiliriz. Orada da muazzam genişlikte bir öğrenci hareketi, yüksek öğretimin ticarileştirilmesine ve özel üniversitelerin açılmasına olanak tanıyacak ‘reform’ sürecini şimdilik dahi olsa durdurmayı başarabildi.

Fakat bütün bu hareketlerin karşısında devasa bir görev var: Bizzat kendi aktörlerinin bile mücadele alanını terk ettiği Mayıs 1968’in fikirlerine yeniden güç vermek, kuvvet kazandırmak. Bizim, Fransa’da yeni bir anti-kapitalist parti kurmaya girişerek yapmaya çalıştığımız da budur. Söz konusu olan, gençliğin kendi geleceğini eline almak üzere toplumsal ve siyasal karşı koyuş fikirleriyle yeniden bağ kurmasını sağlamak, sosyalizm ve komünizm fikrine bütün devrimci kuvvetini yeniden kazandırmak, bunların yeniden özgürlük ve demokrasiyle kafiyeli hale gelmesini sağlamak. Bizim kuşağımız bu mücadeleye, sosyal demokrasinin ve Stalinizmin ihanetlerine isyan ederek katıldı. Günümüzde bu siyasal güçlerden biri piyasa ekonomisine ve küreselleşme tümüyle uyum sağlamış durumda, diğeriyse ilkiyle bağlarını koparamadığından kan kaybetmiş halde. Bugün önemli olan bu partilerin siyasal harabeleri üzerine yeni bir anti-kapitalist, ekolojist, feminist ve enternasyonalist güç inşa edebilmektir. Bu mücadelede, Mayıs 1968’in canlı mirası hâlâ zengin bir ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.

Mayıs 68’in resmi tarihi bu hareketin özellikle kültürel ve ahlâki boyutunu vurgular. Fakat Fransa’daki 68 sırasında aynı zamanda dünya tarihinin en büyük genel grevine tanık olduk. İşçi hareketiyle öğrenci hareketi arasında nasıl bir bağ kuruldu bu süreçte? 68’in bu boyutu neden hafızalardan silinmeye çalışılıyor sizce?

Esas olan da budur! Bugün 68 Mayısı’nı ‘ananlar’ın çoğunun hakkında konuşmayı unuttuğu, 1968’e gücünü veren genel grevdir. Üç hafta boyunca fabrikalar 9 milyondan fazla işçi tarafından işgal edildi, üzerlerinde kızıl bayraklar dalgalandı. Öğrenci hareketi özellikle bir katalizör rolü oynadı, De Gaulle’cü aygıt içinde bir gedik açtı ve iktidarının yenilmez olmadığını gösterdi. Olayların denetimini yitirme korkusu içinde olan FKP’yi ve CGT’yi mücadeleye katılmaya zorladı. Ama 13 Mayıs’tan itibaren, hareketin ağırlık merkezi fabrikalara doğru kayacaktır. Bütün ülke felç olur, işçi sınıfı gücünü gösterir. En başta da işçi sınıfının sonu üzerine, tüketim toplumuna dahil oluşu konusunda felsefe yapanlara…

Bununla birlikte, her ne kadar ‘İşçi, Öğrenci, Dayanışma’ sloganı önemli bir yankı bulsa da, öğrenci ve işçi hareketleri arasında gerçek bir bağ kurulamayacaktır. FKP tehlikeyi sezer, fabrikaları denetimi altında tutan CGT fakültelerle fabrikalar arasında bir karantina kordonu inşa etmeyi başarır. Fakat çok sayıda genç işçi işgal altındaki üniversitelerde neler olup bittiğini görmeye gelir, siyasallaşır, tartışmalara katılır, tabii her ne kadar dertleri son derece farklı olsa da.

Dolayısıyla, bir yandan aşırı derecede radikalleşmiş, siyasallaşmış, yürekli fakat çoğunlukla hali vakti yerinde ailelerden gelen bir öğrenci gençlik ile öte yandan güçlü, mücadeleci fakat reformist yanılsamaların ve Stalinist aygıtın üzerinde hakimiyet kurduğu bir işçi hareketi söz konusuydu. 1968’in sınırları da burada ortaya çıkar, çünkü gerçek anlamda bir bağ kurulamaz. Devrimci Komünist Birlik (LCR) gibi devrimci örgütlerse olayların yönünü belirlemek için yeterince güçlü değildi. Sınıf hareketiyle bağları zayıftı ve zaten uzun zaman boyunca fabrika kapılarına yaklaşmaları, FKP militanlarının doğrudan fiziki müdahaleleri sonucu engelleniyordu. Onlar ‘kendi’ işçilerini goşizme karşı korumaya çalıştıklarını düşünüyorlardı. Fakat esasında işçi sınıfını onların hakimiyetinden koparacak devrimci fikirlere karşı korumaya çalışıyorlardı.

Bununla birlikte Mayıs 1968, FKP’nin bu kadir-i mutlak halini hayli sarstı, devrimci fikirlerin sızabileceği bir gedik açtı. Bu olmasaydı, muhtemelen bugün, Fransız Komünist Partisi kendi politikalarının kurbanı olarak çökerken bizler inisiyatif alacak durumda olmazdık. Dolayısıyla, bu kırkıncı yıldönümünü bizler için daha da anlamlı kılan bir süreklilik söz konusu. Ve tarihten dışlanmak istenen, saf dışı bırakılmak istenen tam da budur. Bu sürekliliğin merkezinde, işçi sınıfının dünyayı değiştirebilecek bir devrimci sınıf oluşu yatar. Bu anlamda, mücadeleyi terk edenlerin 68’i salt bir kültürel ve cinsel devrimle sınırlı görmesi son derece mantıklıdır.

Tabii ki kültürel düzeyde böylesi bir altüst oluş yaşanmıştır; fakat bu uzun vade içinde her türden kitle hareketliliği için geçerlidir. İnsanlar mücadele ederken tanınmaz hale gelirler, kapitalizm yabancılaştırıcı gündelik çerçevesinden çıkarak kendi devasa potansiyellerinin farkına varırlar. Gündelik ‘evden işe, işten eve’ rutininden çıkıp kavgaya giriştiklerinde, birkaç hafta içinde insanlar birbirlerini tanımayı, konuşmayı, müzik çalmayı, şiir yazmayı, resim çizmeyi öğrenirler. Artık gündemde olan dayanışmadır.

1968’den aklımızda kalacak olan (gelişmiş kapitalist ülkelerde bile) insanların isyan etmesinin mümkün olduğu, fakat bunun için inandırıcı bir alternatif programın, bu programın taşıyıcısı bir siyasal gücün ve halkın özörgütlenmesine dayalı bir genel seferberliğin olması gerektiğidir. Bizim projemiz de budur: Fransa’nın bugünkü koşullarında yeni ve bu sefer muzaffer bir Mayıs 68’in yaratılmasını sağlayacak yeni bir anti-kapitalist parti kurmak. Çünkü bugün isyan etmek için daha da fazla sebebimiz var.

 

(Mesele 17, Mayıs 2008)