
Francois Dietrich –
1937’de ölmüştü Antonio Gramsci. İtalyan KP’sinin kurucularından, Ordine Nuovo gazetesini çıkartmış, 1921’de Torino’daki özyönetimci fabrika komiteleri hareketine katılmış, “Hapishane Defterleri” adlı eserinde birçok temel teorik sorunu ele almış başarılı bir marksist olan Gramsci bugün güncelliğini her zamankinden fazla korumakta. Genellikle stalinizm veya (politik ya da akademik) reformizm tarafından saptırılıp sahip çıkılan düşüncesi ve devrimci marksizme katkısı yeniden tüm zenginliğine ve yıkıcı yani eleştirel ve devrimci gücüne kavuşturulmayı hak ediyor.
Proletaryanın bir hegemonya stratejisine (gelişkin kapitalist ülkelerde devrimci bir kopuşu elverişli kılmak için) ve de özyönetim meselesine ilişkin katkılarını ele almayı tercih ettiğimizden Francois Dietrich’in Critique Communiste dergisinde 1987 yılında yayınlanan makalesinden bir sunuş hazırlandı…
Lenin ve Troçki, bir kere burjuva devleti yıkılmaya başladıktan sonra devrimci dinamiğin daha büyük bir derinlik kazanacak olsa bile gelişmiş kapitalist ülkelerde devrimin gerçekleşmesinin çok daha zor olacağını hissediyorlardı.(1) Avrupa’nın zayıf halkası çarlık, kağıttan bir şato gibi yıkılmıştı. Proletaryanın karşısında zayıf bir burjuvazi, yanında ise imparatorluğun tüm ulusları için tek başına bir gelecek çizmekten aciz bir köylü kitlesi vardı. Bunlar başarının inkar edilemez koşullarıydı.
Ancak, devrimi gelişmiş ülkelere yaymak söz konusu olduğunda, zorluğun çok daha büyük olduğu anlaşıldı: Macar ve Alman devrimlerinin ve daha genel olarak 20’li yılların başındaki yükseliş döneminin yenilgileri bunun trajik bir ispatıydı. Bu yenilgilerin de SSCB’nin stalinistleşmesinde ciddi ölçüde etkisi oldu.
Gramsci ve Troçki
Gramsci, Lenin ve Troçki ile birlikte, Rus devriminden edinilen dersleri Avrupa için genelleştirmeye ve sistemin merkezi olan kapitalist ülkeler için gerçek bir stratejinin öğelerini tamamlamaya çalışmış olanlardandır. Yarım asır sonra, bu iki çalışmanın gelişmiş ülkelerdeki sosyalist devrimin merkezî sorunlarını aydınlatmak için diyalektik bir sentezde ne derece bileşebileceğini görmek çok şaşırtıcı. Ancak, tarihsel deneyimin ışığında zenginleşmiş bu iki yöntemin olası bileşimini kavramak için, onları mekanik bir şekilde karşıt göstermeden, ayrılıklarını ortaya koymak gerekiyor.
Troçki’nin eseri bir çift sorun üzerine yoğunlaşıyor: bir yandan, “birleşik cephe”, yani taktik bir sorun, hatta hareketlenme için gerekli, ve dolayısıyla, genel olarak reformizmin (önce II.Enternasyonal’in ki ardından da stalinizmin neo reformizminin) hakimiyeti altında kalmış olan işçi sınıflarının bilincinin eylem sayesinde dönüştürülmesi için gerekli strateji öğeleri sorunu; diğer yandan kapitalist krizden doğan taleplerden yola çıkıp, burjuva Devleti’nin yıkılması gerekliliğine varan bir hareketlenmenin temellerini atabilecek bir “geçiş programı” sorunu.
Gramsci, cezaevine girmesiyle, acil gündemden ve eylem için militan oluşumlar yönetmenin gerekliklerinden fazla erken kopmuştur. Ancak bu, eserinin Troçki’ninkinden farklı bir arada bulunmasının tek nedeni değildir. Çünkü bu farklılıklar, Gramsci’nin bir örgüt yöneticisi olduğu ve 1926’ya kadar uzanan dönemde de kendilerini ifade ediyordu.
Daha basit bir şekilde, şunu söyleyebiliriz ki, aslında evrensel bir boyuta sahip olan Troçki’nin eseri belli bir ölçüde Rus deneyiminin sınırları içerisinde kalmışsa, bu, devrimci taktiğin, Avrupa proletaryasının içinde barındırdığı devrimci potansiyeli ortaya çıkarmayı ve bilinçsiz hareketin bilinçli hale gelmesinin koşullarını yaratmayı sağlayacağının az çok açık ön varsayımı içerisinde olmuştur. “Geçiş programı üzerine konuşmalarda Troçki, haklı olarak her şeyden önce bir devrimci programın, kapitalist sistemin krizinin en objektif koşulları tarafından belirlenmesinin gerekliliği üzerinde duruyordu. Geçiş talepleri, tam olarak, burjuva devletini devirmeden krizin sonuçlarını reddetmenin büyük çoğunluk için imkansız olduğunun bilincini oluşturmayı hedefler. Troçki’nin “bugünden sosyalist devrimin başlangıcına kadar yayılan bir eylem programı” olarak tanımladığı “geçiş programı”(3) yöntemi, mücadele içerisinde işçiler tarafından bu programın bir şekilde sınanmasını sağlamayı hedefliyordu. Yöntem, burada Antonio Gramsci’nin hegemonyanın ele geçirilmesi sorunsalıyla ilişkilendirilebilir. Ancak bu arada, Troçki eserinin, “geçiş programı” tarafından sentezleştirilmiş bu yönü, programla onun bilinçlere girişi arasındaki aracılığın örgütlü öncü tarafından iyi yürütülmüş bir ajitasyonla sınırlandırıldığı başka yazılarıyla çelişiyor. Bu indirgemeci bakış açısı salt 30’lu yılların sonundaki öncünün tecrit edilmişliği ya da yine aynı örneği kullanacak olursak, Troçki’nin yukarıda bahsettiğimiz “tartışmaları” Amerikalı militanlarla yürüttüğü Birleşik Devletlerdeki kitle mücadelelerinin sınırlı karakteri sonucu değildir.
Gerçekten de Troçki’nin düşüncesinde belli bir noktaya kadar, devrimci partinin ve programının, devrimci krizin önemli dönemlerinde, kitlelerin kendilerinde bilinçsizce taşıdıkları gerçek bilinçlerini ortaya çıkaracak mesihçi bir işlevi vardı. Bugün tarihsel deneyimin ışığında görebildiğimiz ve Troçki’nin düşüncesinde ancak bir sınır olan bu anlayış, Troçki’nin sözde mirasçısı bir takım örgütlerde gerçek bir karikatüre dönüşecekti.
Kuşkusuz, Avrupa işçi hareketi üzerindeki reformist hakimiyet sorununa saldırarak, Lenin’in Sol komünizm, bir çocukluk hastalığı eserinde kullandığı yöntemi genelleştirip sistemleştirerek, işçi aristokrasisinin varlığının yarattığı sorunların birçok kez üzerinde durarak Troçki devrimin hazırlık aşamasının nasıl devrimin kendisinin mümkünlüğünü koşullandırdığını net bir şekilde gösteriyor. Birleşik cephe sorununu genelleştirmesi, onun Avrupa devrimlerinin mevzi savaşının boyutlarını doğru kavradığını kanıtlıyor. Tarihsel deneyim, kapitalist ülkelerde devrimci stratejinin, işçi hareketinin önderlik, program ve dönüşüm sorunlarını kendi dokusu içerisinde, kapitalizmin çelişkilerini olgunlaştırmayı ümit etmek için bile bileştirdiğini gösterdi.
Gramsci’nin eserinin özgüllüğü Avrupa işçi sınıflarının bilincinin hakimiyet altında bulunmasının yanı sıra yabancılaşmış karakterinin de üzerinde durması. Ona göre devrimci bir stratejinin hedefi sadece proletaryanın gerçek bilincini ortaya çıkarmak değildir. Proletarya aynı zamanda hakim sınıf statüsünün ürünü olan bir sahte bilincin taşıyıcısıdır. Dolayısıyla söz konusu olan, aynı zamanda, sürecin içerisinde bu bilinci dönüştürmek ve inşa etmek, proletarya için devrimin “kültürel” koşullarını yaratmaktır. Gramsci’ye göre proletaryanın yeterli bir ölçüde kendinde sınıftan kendisi için sınıfa geçişi toplumsal devrim için bir önkoşuldur. Proletaryanın bilinçlenip iktidarı ele geçirmesi için, kapitalizmin organik çelişkilerinin sistemin kendi objektif diyalektiğiyle olgunlaşması yeterli değildir. İtalya’da faşizmin ani ve vahşi deneyimi bunun acı bir ispatı olmuştur.
Egemen sınıfın ve devletinin bir boşluk bıraktığı geçici fırsatları değerlendirmelerini sağlamak için proletaryanın aktif katmanlarını davrandıracak cesur bir devrimci parti kuşkusuz vazgeçilemeyecek bir etken oluşturuyor. Burada, Troçki’nin eserinin tersine Gramsci’de iktidarın devrimci fethinin özgül sorunları nadiren ele alınmıştır, çoğunlukla da bu fetih “mevzi savaşının” zaferinin doğal sonucu olarak ortaya konulmaktadır; dolayısıyla, eserinin reformist yorumu abartılı olsa da tamamen temelsiz değildir.
Bununla beraber, Gramsci’nin katkısı, diğerlerinden önce gelen, daha genel düzeyde bir koşulun varlığını göstermek olmuştur. Proletaryanın öncüsü, devrimci partisi, aktif kesimleri iktidara “meşru” bir aday haline gelmelidir. Bu tarihsel meşruiyet hem proletarya dışındaki sömürülen kesimler tarafından hem de özellikle proletaryanın katmanlarının bütünü tarafından kabul edilmelidir. Bundan dolayı, hegemonya kavramının oluşturulmasında Gramsci’nin burjuva yönetimini model almış olması pek de şaşırtıcı değildir. Çünkü gelişmiş kapitalist ülkelerde ve tam anlamıyla çarlığın göreli karşıtı rejimlerde, zorlama ile uzlaşmanın bir karışımı aracılığıyla kullanılan, yönetici sınıfların bu iktidarı yalnızca proletaryanın bir boyun eğişinin sonucu değil, aynı zamanda belli bir sayıda kurumun, toplumsal mekanizmanın “meşru” olarak içselleştirilmesinin de meyvesidir. Perry Anderson’un(4) gösterdiği gibi, zorlayıcı gücün merkezi devlet ile bir uzlaşma alanı olarak sivil toplum arasındaki ayrımlar keyfidir ve burjuva egemenliğinin bu iki mekanizması arasındaki işbölümünde devlet ile toplum da bölünmüştür. Emeğin örgütlenmesi önemli zorlayıcı unsurlar taşımakta, parlamentarizm de burjuva iktidarının meşruiyetinin temel direklerinden birini oluşturmaktadır.
Proletaryanın devrimci hareketi, burjuva iktidarına, onun ekonomik sisteminin, ahlaki değerlerinin, kurumlarının krizine bütünsel bir alternatif olarak ortaya çıkmalıdır. Burjuva devletini devirmek, proletaryanın karşıt-zor kullanımını ve en aza indirgenmiş olsa da bir iç savaşın sonuçlarını tarihsel meşruiyetin üstünlüğü sayesinde haklı ve kabul edilebilir gösterebilmektedir. Bu meşruiyetin kazanılması onun, hegemonya ve entelektüeller sorunlarına yoğunlaşmasını anlamamızı sağlayan, eserinin merkezi sorunudur. Gramsci’nin olgunluk çağı eserinin (Hapishane Defterleri) soyut oluşunun nedeni salt düşüncesinin “felsefi” genişliği değil, tabii ki aynı zamanda hapishanede sansürcü bir denetim altında yazılmış olması ve çoğu zaman devrimci strateji sorunlarıyla askeri sorunların birbirinin yerine geçmesinde olduğu gibi, sürekli metaforların kullanımıdır.
Aynı zamanda bu nedenledir ki Gramsci’nin eseri bunca farklı amaç için kullanılabilmiştir. Ancak yazılarının bütününü yeniden incelediğimiz tekdirde düşüncesinin sürekliliği açıkça görülmekte ve hapishane eseri savaş sonrası İtalya’daki devrimci dalga boyunca geliştirdiği düşüncesinin derinleşmesi ve devamı olarak ortaya çıkmakta.
Torino’da Özyönetim
Torino’daki FİAT işçi konseyleri hareketi, 1919’dan 1921’e kadar yaşadığı devrim öncesi durumun iki yıldan fazla bir zaman boyunca eksenini oluşturuyor. Ordine Nuovo grubunun lideri Gramsci için, Torino konseyleri hareketi basit bir politik hareketlilik olmayıp süresi ve derinliği ile geleceğin proleter iktidarının hatlarını belirlemektedir. Torino “İtalyan komünist devriminin tarihsel potası’ haline gelmişti.(5)
Torino konseyler hareketinde metalürji işçileri sadece fabrikaları işgal etmekle yetinmeyip kendi denetimleri altında üretimi yeniden başlatmışlardı. Böylesi bir özyönetimci pratik Gramsci’nin gözünde devrimci stratejinin belirleyici bir unsurunu oluşturuyordu: “işçi sınıfı makinalar çevresinde saflarını sıklaştırıyor; yeni kazandığı özerkliğe, yeni kazandığı bilince dayanan, çalışmaya dayanan temsili kurumlar yaratıyor. Fabrika konseyi işçi sınıfının olumlu deneylerinin, üretim aracının ele geçirilmesinin temelidir; fabrika konseyi, doruk noktası diktatörlük, devlet iktidarının kazanılması olacak sürecin temelidir; devlet iktidarını, insan toplumunu boğan, insan toplumunu çürütüp yok eden bu kangreni yok etmek, bu kaosu ortadan kaldırmak için kullanacaktır “(6)
Fabrikaların işgalinde, sınai hiyerarşinin sorgulanmasında Gramsci, proletarya için kendisini iktidara aday göstermesini sağlayacak meşhur hegemonya yolunun çizildiğini görüyordu. Bu durumda da, Gramsci aylara yayılan bir özyönetim hareketi olarak konseyler hareketinde bir pilot deneyim, sosyalizme geçiş taleplerine bir giriş görüyordu. Bunların gerçekleştirilmesi geniş ölçüde ancak burjuva devleti devrildikten sonra düşünülebilirse de güncellikleri ve gerçekleştirilmelerinin başlangıcı aynı bir işçi devletinin gerekliliği gibi kendilerini Torino konseyleri mücadelesinin kalbinde ifade ediyordu.
“Denetim alanı son çözümde, büyük halk kitlelerinin yönetici sınıfı olma konumunu elde etmek için burjuvazi ile proletaryanın karşı karşıya geldikleri alandır. Öyleyse denetim alanı, büyük halk kitlelerinin güveninin ve onayını kazandıktan sonra, işçi sınıfının kendi devletini kurduğu, tüm ezilen ve sömürülen sınıflara katılımları için çağrıda bulunduğu kendi hükümetinin kurumlarını örgütlediği temeldir, yeni toplumsal ve ekonomik sistemin örgütlenmesine ilişkin olumlu çalışmanın başladığı temeldir. Denetim için yapılan mücadele boyunca -işçi sınıfının tarihsel partisinin, Komünist Partinin, bir örgütlenme ve propaganda etkinliğini gerektiren (içeren) kitlesel bir devrimci mücadeledir bu, Parlamentoda sürmeyen bir mücadeledir- işçi sınıfı özerkliğinin ve tarihsel kimliğinin bilincine manevi olarak da örgüt olarak da varmalıdır. (…) Bu örgütlenme biçimi, ancak Fabrika Konseyi ve ulusal planda merkezileşmiş Fabrika Konseyinin örgütlenmesi olabilir. (…)Bu mücadele nüfusun büyük kitlelerine, bugünkü tarihsel dönemin başta gelen tüm sorunlarının ancak ekonomik iktidar, dolayısıyla tümüyle siyasal iktidar işçi sınıfının eline geçtiğinde çözülebileceğini tanıtlamayı amaçlamalıdır; başka bir deyişle, mücadelenin sürdürülmesi, kapitalist rejime karşı başkaldıran tüm halk güçlerinin işçi sınıfı çevresinde örgütlenmesine doğru yönelmelidir; böylece işçi sınıfı fiilen yönetici sınıf halini alacak ve komünist programın gerçekleşmesi sayesinde tüm üretici güçlere kendi kurtuluşlarına doğru giden yolda rehberlik edecektir.”(7)
Burada Troçki’nin geçiş talepleri konusundaki yöntemiyle benzerlikler ortada. Ama Gramsci ek bir etken ortaya koyuyor: Rusya’daki 1917 sonbaharı ayaklanmasını müjdeleyen basit bir ikili iktidar durumuna indirgenmeyen ve proletaryanın tarihsel deneyiminin olgunluk unsuru olarak kapitalist toplum içerisindeki proletaryanın kısmi iktidar deneyiminin etkeni.
Emekçilerin atölyelerin yeniden çalıştırılmasına ve üretimi doğrudan kendileri denetlemeye karar vermelerinin Gramsci için genel bir toplumsal değeri vardı. Her şeyden önce proletaryanın “ekonomik” etkinlik alanındaki yeteneğini gösteriyor: “İşgal ve doğrudan işçi yönetimi dönemi boyunca teknisyenlerin ve yönetim görevlilerinin büyük çoğunluğunun iş alanını terk ettikleri ve işçi personelin kaçanların yerine geçtiği ve gözetim ve askeri savunma görevlerini yerine getirdiği vakit, genel grevi izleyen kapitalist reaksiyon tarafından belirlenen bir önceki döneme oranla üretim seviyesi yükselmiştir.”(8)
Bunun da ötesinde özyönetim pratiği proletaryaya kendi tarihsel gücünün bilincine varması ve onun diğer sömürülen tabakalar karşısında devrimci sürecin hegemonik gücü haline gelmesini sağlıyor.
Gramsci, Metinler’e yazdığı mükemmel önsözünde Andre Tosel haklı olarak altını çizdiği gibi “işte Torino fabrika konseylerinin belirleyici eğitici deneyinin içeriği: işçi toplumunu ve devleti oluşturmak için tüm fabrikanın özyönetimi. Avrupa’nın diğer “konseyci” deneyimlerinden (Almanya, Macaristan) farklı olarak genç Gramci’nin “konseyciliği” ekonomikten önce etiko-politiktir.”(9)
Gramsci’nin yöntemi aşamalı bir iktidar fethi anlaşıyına ve proletaryanın iktidarı almasını ve kapitalist devlet aygıtını yıkmasını sağlayacak bir “hareket savaşı”nın gereksizliğine yol açabilir mi?
Gördüğümüz gibi böylesi bir yorum, ancak hapishane defterlerinin bazı bölümlerinin genel bağlamdan kopartılmasından kaynaklanabilir. Gerçekte tüm büyük marksist teorisyenler gibi Gramsci’nin çalışması da gücünü hareket halinde bir bütün olarak gerçekliğin çelişkilerinin diyalektiği anlayışında buluyor.
Bundan ötürü kapitalist çerçevede özyönetim deneyimlerinin stratejik değerinin üzerinde durmasının yanı sıra Gramsci bu deneyimlerin sınırlı karakterinin ve devlet iktidarı fethi gerekliliğinin kaçınılmazlık karakterinin altını çiziyor. “İktidarın kendisinin emekçilerin eline geçmesi gerekiyor. Ancak onlar burjuva devletinin organları aracılığıyla iktidarı fethetmeyi hayal ettikleri sürece onu elde edemeyecekler. Sendikalar tarafından yürütülen emekçileri savunma faaliyeti, sosyalist organların oluşturulması, burjuva rejimi içerisinde sosyalist deneyimler, burjuvaların toplumu yönettiği organizmalarda sürekli yeni mevkiler elde etmek, artık tüm bunlar yetersizdir, gereksizdi.”(10) Çünkü derhal, Torino’nun özyönetimci deneyiminin dümen suyunda PSI’nin reformist kanadı ve kendi denetiminde olan sendikal yapılar şirketin birlikte yönetim organları olarak konseylerin kurumsallaşması için patronlarla geniş bir anlaşmaya girişmişlerdi. Emekçilerin konseylerde gerçek bir iktidar bulabileceklerini söylerken Gramsci bunların var olan düzen çerçevesinde çürümeleri tehlikesinin de altını çiziyordu.
Benzer şekilde proletaryanın yönetilen ve sömürülen güçlerinin büyük bir kısmı üzerindeki hegemonyayı ele geçirmesi gerekliliği konusundaki ısrar devrimci parti sorununu ortadan kaldırmıyor, çünkü özyönetim deneyleri kapitalizm içerisinde ancak sınırlı bir gelişme olarak gösterebilir. Parti, deneyimi sentezleştirmek, onu aktarmak, her deneyimin öncekilerin kazanımlarından faydalanmasına yardımcı olmak ve özellikle gerekli devrimci kopuş perspektifi ile deneyimlerin bileştirilmesine ve öğretilmesine çalışmak açısından vazgeçilmezdir.
1926 Lyon kongresinde, İKP, önce devrimci deneyimin ardından da faşizmin damgasını vurduğu zengin kuruluş yıllarının, işçi konseyleri, birleşik cephe, geçiş talepleri konusundaki düşünceleri bileştirerek sentezini yapıyordu. Ancak kuşkusuz yirmili yıllarda Avrupa’da III. Enternasyonal partilerinin yönetimi arasında en gelişkin olan bu düşünce İKP’nin stalinistleşmesiyle bileşmeye başlamıştı bile.
Bununla birlikte tezlerde Gramsci komünist parti için leninizmin mekanik ve dirijist yorumundan sapan bir önderlik anlayışı çiziyor:
“(…)Partinin işçi sınıfını, onun karşısına dışardan ve otoriter bir şekilde çıkarak yönetebileceğini sanmamak gerek: bu iktidar fethinin öncesi için- olduğu kadar sonrası için de geçerlidir. Bu ilkenin mekanik yorumunu temsil eden bu hatayla İtalyan partisinde aşırı sol bir ideolojik sapmanın olası bir sonucu olarak mücadele edilmelidir. Bu sapmalar partinin yönetici rolünün keşfi ve biçimsel şekilde abartılmasına yol açar. Sınıfı yönetme yeteneğinin partinin kendisini “onun devrimci organı” ilan etmesine değil ama gerçekten de işçi sınıfının partisi olarak, bu sınıfın tüm katmanları ile ilişkide kalıp, kitleleri arzu edilen ve somut koşullar itibarı ile en uygun yöne itmesine bağlı olduğunu ifade ediyoruz. Ancak kitleler içerisindeki faaliyetinin sonucu olarak parti onların kendisine “kendi partileri” (çoğunluğun fethi) olarak görmesini elde edebilir ve salt bu koşulla parti işçi sınıfının peşinden gelmesiyle övünebilir. Kitleler içerisinde bu faaliyet tüm parti yurtseverliğinin önüne geçecek bir zorunluluktur. “(11)
l) L.Troçki: İngiltere Nereye Gidiyor?
2) L.Troçki: Program Üzerine Tartışmalar.
3) Age
4) Perry Anderson, Gramsci, Alan yay.
5) Gramsci, İtalya’da İşçi Konseyleri Deneyimi içinde “Ordine Nuovo’nun Programı “, s.117. Belge yay.
6) Gramsci İtalya’da İşçi Konseyleri Deneyimi içinde “Üretim Araçları”, s.99. Belge yay.
7) Gramsci, İtalya’da İşçi Konseyleri Deneyimi içinde “İşçi Denetimi”, s. 163. Belge yay.
8) Gramsci, “Kapitalist yönetim ve işçi yönetimi”, Siyası Yazılar, cilt 2.
9) Andre Tosel, “Gramsci, metinlere önsöz. Paris, 1983.
10) Gramsci, “Sosyalist veya komüni-sit”, Siyasi Yazılar, cilt 2, Paris 1974.
11) Gramsci, “İtalyan Komünist Partisinin III. Kongresine tezler, tez XXXVI, Metinler, Paris 1983.
Kronoloji:
1891: 22 Ocak: Sardunya’daki Ghilarza’da doğdu.
1908: Cagliari Lisesi. Gazeteciliğe başlar ve sosyalist çevrelerle ilişkiye geçer.
1911: Torino edebiyat fakültesinde öğrenci.
1914: İtalyan sosyalist partisi devrimci sol kanadında militanlık.
1916: Avanti’de gazetecilik.
1917: Şubat Rus devrimini destekler. Ağustos: Tori-no’da ekmek ve barış için ayaklanma.
1919: Tasça, Togliatti, Terracini ile Ordine Nuovo gazetesinin kurulması. Temmuz: Torino’da grev. Gramsci, Bologna kongresinde sosyalist partinin III.Enternasyonale katılımını destekler.
1920: Mart: FİAT’da grev, sonra Torino’daki metalürji sektörünün genelinde. Gramsci hareketi destekler ve Torino seksiyonu ile birlikte sosyalist partinin tutumunu eleştirir. Ağustos-Eylül: Grevin genişlemesi. Fabrikalarda işçi işgali. İşçi konseyleri deneyimi.
1921: 21 Ocak: Livorni kongresinde partide bölünme. Azınlık (Gramsci de) Bordiganın solcu fraksiyonu tarafından yönetilen komünist partisini kurar.
1922: 22 Ekim: Mussoli’nin Roma’ya yürüyüşü.
1923: Gramsci, KP’yi tem-silen Moskova’daki komünist enternasyonal yürütme kurulunda. Kasım: faşizm tarafından ezilen KP’nin yeniden örgütlenmesini düzenlemek için Viyana’ya gönderilir.
1924: 1924’de milletvekili seçilir, İtalya’ya döner. Ağustos: KP’nin sekreteri olur.
1926: 23-26 Ocak: Lyon’da KP kongresi. Gramsci Bordiga yönetimini devirmek ve “antifaşist blok” stratejisinin kabul ettirmek için mücadele eder. 8 Kasım: Gramsci’nin tutuklanması.
1927: Şubat: Milano hapishanesine gönderilir. Haziran: yirmi yıl hapse mahkûm edilir.
(Bu yazı Yeniyol’un Eylül 1997 sayısında yayınlanmıştır)