“Nerede, nasıl yaşayacağınıza biz karar veririz” mi diyorsunuz hâlâ…

Gezi’de tek ses olup haykırmıştık…

Yaşam alanlarımız, doğa ve geleceğimiz için söz ve karar sahibi olan biziz.

Emeğimiz de bizim, bedenimiz de, mahallemiz de, tarlamız da…

Ne sermayeye kıdem tazminatlarını, ne TOKİ’ye mahalleleri, ne 2-B yasasına sit alanlarını, ne de maden şirketlerine meraları veriyoruz. Maden sahalarıyla, termik ve hidroelektrik santrallerle, onlar da yetmeyecek, nükleer santrallerle, sahillerimizi, ormanlarımızı, su havzalarımızı, tarım alanlarımızı gasp ediyorsunuz, geri dönülmez bir şekilde tahrip ediyorsunuz.

Vaat ettiğiniz yeni yaşamlar için kurduğunuz siteler, kilometre kilometre saydığınız yollar ve köprüler, “çevreci” olduğunu iddia ettiğiniz çılgın projeler, her gün size bir başka rant alanı açıyor. “Kentsel dönüşüm” diyerek meydanlara, mahallelere, parklara el koyup yaşam alanlarımızı pazarlıyorsunuz. Emlak şirketlerinize mahallelerimizi vermiyoruz. Tıpkı HES’lerinize vadilerimizi vermediğimiz gibi.

Biz, yalnızca Taksim’de bir arada değildik. Tüm şiddetiniz ve öfkenizle canlarımızı aramızdan aldığınızda, Gezi Parkı direnişini kırabileceğinizi sandınız.

Oysa biz, köylerdeyiz, mahallelerdeyiz, meydanlardayız, sokaklardayız.

Yürüdüğümüz kaldırımlardan yaşadığımız evlere, kovulduğumuz sinemalara, pastanelere, parklara; tarihi “üç beş çanak çömlek”, tarihini savunanlar “üç beş çapulcu” olarak görülen kentimize  ve aslında tüm kentlerimize sahip çıkmak; “içinde yaşayanlar” olarak şehre dair sözümüzü söylemek için alanlardayız.

Çünkü bir şehrin kurtuluşu, “özellikle de tahribata uğramamış bir doğal çevrede yaşamaya ilişkin hayati ihtiyaca dayalı yeni bir üretim ve dağıtım”dan geçer ve bu, bize verilen “oyun alanlarında” göstereceğimiz bireysel çabalarla değil ancak toplumsal dayanışmayla gerçekleşebilir.

Çünkü bize dayatılan ve sözümüz-haklarımız yok sayılarak sürekli maruz bırakıldığımız “çılgın proje”ler, üçüncü – beşinci köprüler, Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezleri olmadan bu kent daha güzel. Çünkü başka bir kent mümkün ama “yeşil kapitalizm imkânsız”.

Canlıların yaşam alanları ve hakları için, kırımız, kentimiz ve geleceğimiz için, “İstanbul bizim” demek için 22 Aralık’ta 12:00’de, Kadıköy’de bir araya geliyoruz.

Devrimin inatçı köstebeği orada olacak, biz orada olacağız!