Nurcan Turan

AKP kadınlara açıktan savaş ilan etti. Erdoğan başta olmak üzere partinin kurmayları kürtajın cinayet, dekolte giyimin tecavüz gerekçesi olduğunu; üç çocuk doğurmanın şart olduğunu haykırıyorlar. Bununla da kalmayıp, kadınların anne, eş ve ev kadını olarak vazifelerini kusursuz yapmaları için “Anne Üniversitesi”, erkekler için ise “Benim Babam Her Şeyi Bilir” projelerini[1] hayata geçirmekle gurur duyuyorlar. Öbür yandan, kadın cinayetleri ve şiddetin çeşitli biçimleri tırmanmaya, bunlara karşı açılan davalarda ısrarla “haksız tahrik indirimi” kararları verilmeye devam ediliyor. Emek alanında ise, Türkiye’de (de) kadınlar mevcut işlerin çoğunu yaptıkları halde kazançtan erkeklere kıyasla oldukça az pay almaya devam ediyorlar. DİSK-AR raporuna göre,  çalışma çağındaki her üç kadından yaklaşık bir tanesi çalışıyor ve lise ve üzeri eğitime sahip kesim arasında kadınların işsizlik oranı erkek işsizliğine göre %50 daha fazla.

Bütün bunları, AKP’nin “dinci-gericiliği” ve muhafazakarlığıyla açıklama kolaycılığına düşmeyelim. Evet, AKP kadın düşmanlığını ayyuka çıkardı, ama AKP öncesinde durum kadınlar açısından farklı mıydı! İktidarda başka bir burjuva partisi olsaydı, kapitalist krizin şu anki evresinde durum daha mı iç açıcı olacaktı? Esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerinin kaldırılması; bakım işlerinin kadınların sırtından alınıp kamusal sorumluluğa dahil edilmesi; militarizmin ve diğer şiddet araçlarının kullanımının azltılması; evli-bekar bütün kadınlar için kürtajın erkeğin denetiminden çıkarıp ulaşılabilir ve ücretsiz oluşu ve nihayetinde vurgunun aileden kadına kaydırılması gündeme gelecek miydi? Kadınların kazanımlarına karşı saldırılar şu an sistemli ve planlı olarak AKP tarafından yapılıyor olsa da, bu saldırıları Türkiye kapitalizminin güncel ihtiyaçları ve genel olarak kapitalizmin kadının bedenini-cinselliğini kontrol etme ve ucuz ve karşılıksız emeğine yaslanma zorunluluğu çerçevesinde açıklamak gerekecektir.

Cinsiyetler arası hiyerarşiye dayalı patriyarkal aile kurumu bütün sınıflı toplumların temel sosyo-ekonomik ve ideolojik taşlarından biri olmuştur. Zenginliğin mirası yoluyla sınıfsal bölünmelerin nesiller boyu aktarımı, toplumun üretici olmayan üyelerinin bakılması, çocukların kadınlar ve erkekler haline getirilmesi, hiyeraşilere saygının öğretilmesi gibi işlevlerin yerine getirilmesinin koşulu, kadınların tabi kılınması olmuştur. Kapitalizmle birlikte aile kurumu değişse de, egemen sınıfa hizmet işlevinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Ücretlilerin bedensel ve duygusal yeniden üretiminin yeri olması, işgücünün orada üretilmesi ve piyasanın ihtiyaç duyduğu bu işgücünün yetiştirilme maliyetlerinin ailede karşılanması, çocuklara hizmet etme bilincinin kazandırılması, işsizliğin ve yoksulluğun yaratması muhtemel toplumsal risklerin soğurulması, ürünlerin kitlesel tüketiminin garanti altına alınması açısından aile, kapitalizmin merkezi kurumlarından biridir. İşlevli bir ailenin ihtiyacı da her şeyden önce emeği ve bedeni kontrol altına alınmış bir kadındır. Nitekim, neoliberal AKP’nin aileci ve kadın düşmanı politikalardan muradını da toplumu arkaik zamanlara geri götürmekten veya “Cumhuriyet kadını”nı ve ailesini yıkmaktan ziyade sermayeye hizmet edecek ve kendi iktidarını sarsmayacak bir toplum yaratmakta aramak; CHP’nin ise son seçimlerde yoksullukla mücadele aracı olarak “aile sigortası” önerisi patlatmasını, neoliberalizmin aile ihtiyacına saygılarını sunması olarak değerlendirmek gerekir.

Kadınların kapitalizm altında ezilmesi ve erkeklere göre ikincil statüsü kapitalizm öncesi ilişkilerin bir kalıntısı, dinin kültüre ve geleneklere egemen olmasının bir sonucu değildir.  Bütün dinler her daim egemenlerin meşruiyet silahlarından olagelmiştir. Kadınların ezilmesini salt dinin egemenliği, kültür, gelenek ve ideolojiyle açıklamak maddi sömürü ilişkilerini cinsiyet, ırk, etnisite, ulus vb. açısından nötr görme ve çeşitli ayrımların kapitalizm açısından kurucu işlevlerini ikincilleştirmektir. Oysa kapitalizm cinsiyetçi işbölümünü ve kadınların erkeklerin denetimine tabi kılınmasını birikim sürecinin olmazsa olmaz bir unsuru haline getirmiştir. Kapitalizm sadece emekçi sınıfı burjuvaziden uzlaşmaz biçimde ayırmakla kalmaz, emekçi kitleleri denetleme ve kendi sürekliliğini sağlama açısından emekçiler arasında da bölünmelere ve hiyerarşilere ihtiyaç duyar. Bu bağlamda, kapitalist hiyerarşinin temel eksenlerinden bir tanesi de cinsiyete dayalı işbölümü ve hiyerarşidir.

İşçi nesillerin ve emeğin yeniden üretiminin garanti altına alınması da her şeyden önce cinselliğin ve kadın bedeni ile doğurganlığının denetimine bağlıdır. Zira, feodalizmden kapitalizme geçiş için zorunlu olan ilksel birikim süreci yalnızca köylülerin mülksüzleştirilerek ortak alanların ‘çitlenmesi’yle değil, aynı zamanda kadınların, “kendi cinsellikleri ve yeniden üretim kapasitelerinin üzerindeki kontrolünü suç haline getirmek yoluyla, bedenlerinin çitlenmesini ve yeniden üretici emekleri ile toplumsal konumlarının değersizleşmesi”  yoluyla olmuştur[2].  Kadınların mücadelesiyle kazanılan kürtaj hakkı, kapitalizm altında hiçbir biçimde güvende değildir. Kürtajın yasaklanmaya, kadınların kriminalize edilmeye çalışılması kapitalist üretim için kritik konumda olan kadın bedeninin kadından alınarak egemenlerin hizmetine sokulması mücadelesinin bir tezahürüdür. Keza Bülent Arınç’ın “evli, çocuk sahibi bir bayanın kendisiyle ilgili bir organı (vajina) açıkça konuşmasına” ilişkin tepkisini de aslında tam da kadının üremeyle ilgili organının aslında kendisine ait olmadığının ve bedenini istediği gibi tarifleyip denetleyemeyeceğinin hatırlatılması olarak okumak gerekir. Yani, bir anne olarak “çocuk doğurma makinesi” ve evli bir kadın olarak “erkeğinin hizmetinde”, ne zaman, nasıl ve ne kadar çok üreyeceği devletin tasarrufunda olan bir beden tanımının dışına çıkılmasından duyulan öfkenin dışavurumu…

Yalnız Türkiye’de veya “Müslüman” ülkelerde değil, bütün dünyada kürtajın toptan yasaklanması, yapılabileceği zamanın kısaltılması, erkeklerin onayına tabi bırakılması girişimleri 1980’lerden sonra hızlanmış, az veya çok başarı kazanmıştır. Küresel düzeyde nüfusun yaşlanmasına paralel olarak işgücü arzındaki düşüş ve sağlık ile bakım hizmetlerine gereksinimdeki artışla birlikte kadınların doğurganlığının denetlenmesi ve karşılıksız bakım hizmeti sunmak için ev içinde tutulması gerekliliğini kürtaj karşıtı saldırının temel dinamiklerinden biri olarak görmek gerekiyor.

Kapitalizm için, ucuz emek gibi karşılıksız bırakılan ev içi emek de emeğin yeniden üretim maliyetini düşürmesiyle artı-değere doğrudan katkı yapar. Diğer bir deyişle ücret sömürüsü kadının emeği üzerine basarak derinleştirilir. Erkeğin şiddetinin doğallaştırılması da bazı işlerin “kadının doğal işi” olarak değersizleştirilmesi ve kadınların bu işlere zorunlu kılınmasının bir aracı olarak bu sömürü sisteminin bir gereğidir.

Aynı zamanda emeğin ucuzlatılması, piyasanın ihtiyacı doğrultusunda esnek, sürekli değişen biçimlerde ve güvencesiz olarak istihdam edilmesi anlamına gelen neoliberalizm en çok işgücü piyasasının zayıf bileşeni olan kadın emeğini değersizleştirmiştir. Her an eve geri gönderilebilen, ev geçindirmede ancak erkeğin yardımcısı olan kadınlar geçici ve kayıt-dışı sektörlerde yoğun biçimde istihdam edilmeye başlanmış, diğer taraftan yoksulluğun derinleşmesi ve bazı hizmetlerin yoksullardan esirgenir hale gelmesiyle ev içindeki işleri daha da artmıştır.

Sağlık, eğitim ve sosyal güvenliğin piyasalaştırılması işçi sınıfının en yoksul ve dışlanmış kesimi olan kadınların temel hizmetlere ulaşımını daha da zor hale getirmiştir. Evlenme ve aile kurmaya yönelik ideolojik baskıların yanı sıra kocadan ve babadan ayrı yaşam kurma olanağının zorlaşması kadınları erkeklere daha da bağımlı, erkek şiddetine karşı daha savunmasız kılmıştır. Ücretlerin düşürülmesinin, yaşlı ve çocuk bakımının kamu sorumluluğundan çıkarılmasının garantisi kadın emeğinin karşılıksız olarak bu işlere tahsis edilmesidir. Velhasıl, AKP’nin kutsal aileye ve anneliğe vurgu yapması dinciliğinden önce neoliberalliğinden kaynaklanıyor ve dolayısıyla cinsiyetçi işbölümüne, kadın emeğinin değersizleştirilmesine karşı mücadele, neoliberalizme ve AKP’ye karşı mücadelenin olmazsa olmazıdır.

Kadınların liberalizmin sahte eşitliğine, ekonomik ve cinsel sömürüye, erkek şiddetine, geleneklere ve kültüre karşı mücadelesi aynı zamanda, erkek egemenliğini ve kadınların özgül ezilme biçimlerini önemsizleştiren, kadınların ihtiyaçlarını ve sorunlarını küçümseyen sol güçlere karşı da oldu. Kadınlar kendi örgütlerini kurarak, bağımsız hareketlerini yaratarak sol örgütler içinde daha da eşit olma imkanı kazandıkları gibi, sosyalizm mücadelesinin zorunlu olarak feminist bir mücadele olması gerektiğini solun anlamasını sağladılar. Kadına yönelik her türlü saldırının maddi ve ideolojik zeminini güçlendiren neoliberalizme karşı feminizmi yükseltmek zorunluluğu bugün bütün sosyalistlerin önünde.

Nurcan Turan

 


[1] Esenler Belediyesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından yürütülen anne ve babalara yönelik  iki proje

[2] Silvia Federici, Caliban ve Cadı,  Otonom Yayıncılık, s. 8.