08 Ocak 2016 –

 

Büyük stratejik sorun aslında birçok düşünürün solun, liberalizm sonrası bir kapitalist model inşa etmeye odaklanması gerektiğini düşünmesi olgusunda yatıyor. Bu fikir radikalleşme süreçlerini tıkıyor. Solcu olmanın post-liberal olmak demek olduğu, solcu olmanın örgütlü, insani, üretken bir kapitalizmi savunmak demek olduğunu varsayıyor. Bu fikir yıllardır solun altını oydu çünkü solcu olmak kapitalizmle savaşmak demektir. Sosyalist olmak demek komünist bir dünya için savaşmak demektir. Her aşamada bu ufuk değişir ve stratejik parametreler yenilenir. Ama solun kimliğiyle oynanırsa, sonuç hayal kırıklığı olur.

 

Yakın dönemde, ilki Arjantin başkanlık seçimlerinin 22 Kasım’da yapılan ikinci turunda sağcı aday Mauricio Marci’nin elde ettiği zafer ve ikincisi, 6 Aralık’ta sağcı Demokratik Birlik Masası’nın[1] Venezüella ulusal meclis seçimlerinde koltukların üçte ikisini kazanması biçiminde ortaya çıkan iki olay, Güney Amerika’daki siyasal haritayı radikal biçimde değiştirdi. Aşağıdaki söyleşide Arjantinli Marksist Claudio Katz sol açısından bu yenilgilerin kıtayı son 10-15 yıl boyunca sürükleyen ilerici “değişim süreci” açısından ne anlama geldiğini tartışıyor.
 
Katz, Buenos Aires Üniversitesi’nde iktisat profesörü, Ulusal Bilim ve Teknoloji Konseyi üyesi araştırmacı ve Economists of the Left üyesi.[2]
 
La Llamarada söyleşisi Venezüella Ulusal Meclisi’nin ülkedeki 1400’den fazla komünün, yani ülkeye yayılmış kır ve kent taban örgütlenmesi topluluklarının delegelerinden oluşan yeni bir yasama organı olan “Ulusal Komünal Parlamento”yu ilk toplantısına çağırmasının hemen öncesinde yapıldı. Başkan Nicolás Maduro’nun toplantı hakkında “bütün iktidarı komünal parlamentoya vereceğim… bu parlamento tabanın yasama mekanizması olacak. Bütün iktidar Komünal parlamentoya” dediği belirtiliyor. – Richard Fidler.

 

La Llamarada: Güney Amerika hakkındaki çalışmanızda, son on yılı karakterize eden ikili durumdan söz ediyorsunuz. Bu ikili durum tam olarak nedir?
 
Claudio Katz: Fikrimce, Güney Amerika’da son on yıl boyunca ortaya çıkan ilerici çember adı verilen durum, bölgedeki güçler ilişkisini değiştiren kısmen başarılı halk isyanlarının (Arjantin, Bolivya, Venezüella, Ekvador) sonucu olarak ortaya çıkan bir süreçti. Bu isyanlar yüksek hammadde fiyatlarının ve dolar gelirlerinin avantajından, diğer dönemlerdekinden farklı bir tarzda yararlanmamıza imkan verdi. Bu ara dönemde, neo-liberal modelin yanı sıra neo-kalkınmacı ve bölüşümcü iktisat siyaseti planları da mevcudiyetini sürdürdü. Siyasal anlamda ise, sağcı hükümetlere merkez sol ve radikal hükümetler de eklenmiş oldu. Dönem aynı zamanda, emperyalizmin eylem kapasitesinin, OAS’ın (Amerikan Devletler Örgütü) geri çekilmesi ve Küba’nın tanınmasıyla birlikte ciddi biçimde ketlendiği de bir dönemdi. Davut nihayet Calut’u alt etmiş ve ABD de bu yenilgiyi kabullenmek durumunda kalmıştı.
 
Bu, aynı zamanda, Latin Amerika ülkelerinin neredeyse hiçbirinde, Yunanistan tarzı uyum politikalarının da devreye sokulmadığı bir on yıldı. Önemli demokratik zaferler de yaşandı. Güney Amerika ile Orta Amerika’yı kıyaslamak bu bakımdan çok aydınlatıcıdır. Şu anda Meksika, Honduras ve Guatemala’da mevcut olan saldırganlık düzeyi Arjantin, Bolivya veya Brezilya’da elde edilmiş olan kamusal özgürlüklerle tam bir zıtlık içinde ve bu da yaşanan değişimin boyutlarına dair net bir gösterge sunuyor. Chavizmo sosyalist projeyi kurtardı. Bütün bu nedenlerden dolayı Güney Amerika, dünya çapındaki toplumsal hareketlerin referans noktası haline geldi.
 
Yeni bir makalemde “Latin Amerika’da ikili duruma” işaret ettim çünkü siyasal çemberdeki ve güçler ilişkisindeki bu değişim, temel hammaddelerin ihracatının ve Latin Amerika’nın uluslararası işbölümüne temel ürünler tedarikçisi olarak eklenmesinin merkezinde yer alan, hammadde çıkartmaya dayalı birikim tarzının konsolidasyonuyla yan yana varlığını sürdürdü. Bu neo-liberal bir hükümet açısından doğal durumdur, stratejisinin bir parçasını oluşturur. Ancak merkez solun ilerici hükümetleri açısından, bu yapı ile bir gerilim ve radikal, bölüşümcü hükümetler açısından da, ciddi bir çelişki demektir.
 
Kısacası, kimisi anti-liberal de olan farklı hükümetlerin ortaya çıkışına yol açan başarılı isyanlar yaşandı, ama bu aynı zamanda eninde sonunda sona ermek durumunda olan bir vaziyetti, çünkü bu hükümetler hammadde çıkartmaya dayalı modelle ve Latin Amerika’nın geleneksel bağımlı ekonomik yapısının güçlenmesiyle yan yana varlıklarını sürdüremezdi.
 
Bu hükümetlerin son aylarda yeniden ayağa kalkmalarını engelleyen de işte bu çelişki oldu. Muhafazakâr restorasyonu ve bu restorasyonla birlikte ilerici çemberin sonu tartışmalarını başlatan neden de budur. Yılın sonu itibarıyla iki yaşamsal olayla karşı karşıyayız.
 
Birincisi, Mauricio Macri’nin zaferidir, bunun önemi Arjantin’in başkanlık seçimlerinde ilk kez sağcı bir yöne dönmesinden kaynaklanmaktadır. Sağ, cacerolazos [sokakta tencere tava çalma eylemleri] ile birlikte siyasal iktidarını inşa etti, Peronizm’i alt etti ve artık “uygun sahipleri”, yani doğrudan doğruya kapitalistler sınıfından gelen üyelerle kurulan bir kabine ile yönetilen ülkenin “CEOkrasi” hükümetini kurdu.
 
İkinci olay daha kısmi olsa da daha önemli. Venezüella’da sağ, vahşi bir iktisadi savaş, medya terörizmi, gericiler tarafından yaratılan ekonomik kaos koşullarında hükümeti değil, parlamentoyu kazandı. Venezüella ayrıca ilerici çember dahilindeki radikal sürecin en önemli simgesidir.

 
Bu yeni kıta senaryosunda sadece ekonomik model anlamında değil aynı zamanda neo-liberal siyasetler anlamında da böyle bir ikili durumun yaşanmadığı ülkeler bakımından durum nedir?
 
Bütün bu dönem boyunca yaşanan önemli bilgi eksikliklerinden biri neo-liberalizmle yönetilen ülkelerde olup bitenlerin gizlenmesi oldu. Sanki orada her şey harikaymış ve Latin Amerika’daki tek sorun diğer ülkelerdeymiş izlenimini elde edebilirsiniz. Ama aslında bu büyük bir medya çarpıtması. Son derece yüksek suç oranlarının olduğu, toplumsal dokunun imha edildiği ve devasa bölgelerin uyuşturucu ticaretine battığı Meksika’daki duruma bakmak yeterli. Veya göçle, suçun egemenliğiyle ve Guetamala’nın yolsuzluk skandalları nedeniyle görevden uzaklaştırılan başkanı gibi başkanlar tarafından nüfusu azaltılan Orta Amerika ülkelerindeki duruma bakalım. Veya kalkınmanın önemli ölçüde durması ve bir zamanlar şeffaflık şovları yapan bir ülkede yolsuzlukların yeniden tırmanmasıyla oldukça kritik bir durum yaşayan Şili ekonomik modelini ele alalım. Aile borçları, güvencesizlik, eşitsizlik ve eğitimin özelleştirilmesi görünürlük kazandı. Bachalet hükümeti ise felç olmuş durumda. Bir zamanlar yürütmeyi düşündüğü emeklilik ve eğitim reformlarını erteledi.
 
Neo-liberal evrene baktığımız zaman aynı zamanda, aslında Kuzey Amerika’nın bir sömürgesi olan ve sermayesizleştirme, kaynakların yağmalanması, toplumsal dokusunun çözülmesi gibi sorunlar yaşayan Porto Riko’nun bütün bu dönem boyunca bir borç iflası yaşadığını da görüyoruz. Bir zaman için bu kriz kamu finansmanıyla telafi edildi ama artık bu dönem bitti ve ülke iflas etti.
 
Yani bu süper çevrim boyunca elde edilen hammadde rantlarının yeniden bölüşüme konu olmadığı ülkelerdeki toplumsal, siyasal ve ekonomik durum çok ciddi. Ama kimse bunlar hakkında konuşmuyor.

 
Başlayan bu yeni senaryoda, Arjantin ve Brezilya gibi neo-kalkınmacı ülkelerde neler olacağını düşünüyorsunuz? Bu ülkelerdeki muhafazakar restorasyon mevcut “blokları”, bunları açıkça neo-liberal blokla bütünleştirmek suretiyle yeniden biçimlendirme eğilimi sergileyecek mi?
 
Burada olup bitenlere dair bilançomuz bakımından çok kategorik davranabilir ve gelecekte olacaklar hakkında çok temkinli davranabiliriz. Bildiklerimizi, tahayyül edebildiklerimizden ayrıştırmak üzere bir ayrıma yapacağım. Açıkçası, Arjantin ve Brezilya’da yaşanmakta olan değişim neo-kalkınmacı ekonomik modelin tükenmesinin sonucudur. Bu ne tek nedendir ne de buna diğer nedenlerden daha büyük bir önem atfedilebileceğinden eminim, ama sorunun arka planı budur.
 
Her iki ülkede de hammadde fiyatlarındaki artışın yarattığı rantın bir bölümünü sanayiyi yenilemek için kullanmaya ve tüketime dayalı bir model inşa etmeye yönelik bir girişim söz konusuydu. Ama kapitalist sistem içinde çalıştığımızdan, bu tür bir süreç çok katı sınırlara sahiptir, çünkü kapitalist karlılık etkilendiği ölçüde başta işe yarayan şeyler daha sonra tükenir. Rezerv geri bildirimi kuramı işlemez. Talepteki basit bir artışla birlikte verimli bir döngünün başlayacağı varsayımı Keynesçi heterodoksinin yanılsamasıdır. Tam tersi söz konusudur. Bu hükümetler belirli bir noktada bir sınırla karşı karşıya kalıyorlar ve sermaye kaçışı ve döviz kuru üzerindeki basınçla birlikte klasik süreç başlıyor ki her iki örnekte de aynı şey oldu.
 
Ekonomik bir erimenin olduğunu düşünmekle birlikte aynı zamanda hem Brezilya hem de Arjantin’de önemli bir siyasal çözülme de yaşandı. Bu çözülme her iki örnekte de hükümetlerin ortaya çıkan toplumsal hoşnutsuzluğu taleplere yanıt vererek denetim altına almak istemediği koşullarda yaşandı. Macri’nin yükseldiği ve Brezilya sağının toplumsal tabanının genişlediği iklim buydu.
 
Bu berrak bir saptama olsa da, yaşanacak olanlar berrak değil. En önemli test Macri hükümeti olacak. Ne yapacağını hala göremiyoruz. Sağcı bir hükümetin bütün gerici özelliklerini taşıyan klasik sağcı bir hükümet. Ama büyük bir savaşkanlığın ortasında varlığını sürdürecek. Yani yapmak istedikleriyle yapabilecekleri arasında bir çelişki var.

 
Venezüella’ya dönersek, bir konuşmanızda “ilerlemeyen geri çekilir”, “radikalleşmeyen geriye döner” biçimindeki klişeleri her yerde ve her zaman tekrarlamanın verimsizliğine işaret ederek, önemli olduğunu düşündüğümüz bir fikir ortaya atmıştınız. Ama bunu somuta dökecek olursak Fidel’in Tancazo’dan sonra Allende’ye tavsiyesini hatırlatmak isterim. “Bu da senin Girón’un.”[3] Venezüella’daki siyasal ve toplumsal güçler açısından, soyut değil somut olarak, ne tür bir radikalleşme ihtimali görüyorsunuz? Bu yöndeki önlemler neler olabilir?
 
Bu ifadeler sürekli olarak tekrarlanıyor, ama bunların kullanan çoğu kişi, özellikle de bugün Venezüella’da bu ifadeleri tam da uygulamak gerektiği anda unutuyor. İlerici çember ve geleceğin ne olduğu Venezüella’da tanımlanıyor. Sürecin temeli orası oldu ve ortaya çıkacak olan sonuç bütün bölgedeki bağlamı belirleyecek.
 
Emperyalizmin Venezüella’ya gözünü diktiği açık. ABD Küba’yı tanıdı, birçok hükümetle dostane ilişkileri var ama Venezüella ile yok. Bu ülkede petrol fiyatlarının düşmesini dayatıyor, paramiliter örgütlere yardım ediyor, komplocu STK’ları finanse ediyor, askeri operasyon yürütüyor. Bir süredir hazırlanmakta olan iktidar devirme stratejilerini şimdi yürürlüğe koyuyor. Seçimler bu ekonomik savaş bağlamında yapıldı ve sonunda sağ zaferini elde etti. İlk kez parlamentoda çoğunluğu elde etti ve şimdi de Başkan Maduro’nun yetkilerini geri almak için bir referandum çağrısında bulunmayı hedefliyor.
 
Sağ, Capriles ve López’in yolları olmak üzere iki yoldan ilerleyecek.[4] Capriles, Maduro’ya karşı bir yıpratma savaşını tercih ederken diğeri guarimbas’a dönüşü savunuyor. Arjantin’de Macri’nin önce “demokratik sözleşme”[5] perdesinin arkasına gizlenerek bir saldırı başlatması ama daha sonra bunu ertelemeyi tercih etmesi son derece öğretici. Macri iki strateji arasında denge kuruyor (ama seçim zaferinin arkasında, Leopoldo’nun eşinin, Corina López’in de bulunduğunu unutmayalım). Hakim tondan devam edecek. Bir yanda López ve diğer yanda Capriles, çünkü bunlar birbirini tamamlıyor. Aynı madalyonun iki yüzü. Macri de bu komployu uluslararası düzeyde yöneten kişi.
 
Maduro’nun üzerinde müzakereleri kabul etmesi yönünde çok güçlü bir baskı var ki bu da onu hiçbir şey yapamayarak ezilme durumunda bırakacak. Ama tepki gösterip şu ünlü ifadeyi hayata geçirebilir: radikalleşmeyen süreç geriler. Bir karşı atak başlatabilir. Büyük bir çatışma yaklaşıyor, çünkü sağcı liderlik altındaki parlamento, Başkanın vazgeçmeye hazır olmadığı yetkileri talep edecek. Parlamento López için af kararı alacak ve yürütme bunu veto edecek. Yürütme istifçiliğe karşı bir yasa önerecek ve Parlamento bunu kabul etmeyecek. Ya yürütme ya parlamento yönetir, bu çok tipik bir güçler çatışması.
 
Bu anlamda, yetkilerin geri alınmasıyla ilgili referandum için bir yıl beklemeleri gerektiğinden (imza toplamaları, bunların resmen tanınmasını sağlamaları[6], referandum çağrısında bulunmaları ve kazanmaları gerek) bu büyük bir çatışma yaratacak. Burada bir ikilem var. Chavizmo içinde, bu ikilemin sürecin radikalleşmesi yoluyla çözülmesi için hiçbir şey yapma arzusu duymayan muhafazakar, sosyal demokrat veya yolsuzluklara bulaşmış bir kesim var.
 
Bu kesim imparatorluğun saldırganlığına tepki gösterilmesinin önünü kesiyor. Emperyalizmin Venezüella’ya karşı bir ekonomik savaş yürüttüğü açık, ama sorun Maduro’nun bu saldırıları yenilgiye uğratmayı başaramamış olması. Sorun Venezüella’nın PDVSA[7] kanalıyla dolar elde etmeyi sürdüren bir ülke olması ve bu dolarların yolsuzluklara bulaşmış sivil hizmet sektörlerine ve bunları yeniden devreye sokarak Venezüella ekonomisini yıkıma uğratan kapitalistlere dağıtılıyor olması. Bu dolarlar kıtlık yaratmak için, döviz kuru spekülasyonu için Kolombiya’ya kaçırılıyor ve ülkede kuyruklar ve genel bir hoşnutsuzluk oluşuyor. Ayrıca Venezüella şu anda büyükçe bir kamu borç yükünün altında. İthalatı ve aynı anda borcunu ödemeye yeterli dolara sahip değil.
 
Bu koşullarda hükümetin sosyal demokrat ve muhafazakar kesimleri kendilerini “emperyalizmin dayattığı korkunç koşullar” hakkında şikayet etmekle sınırlandırıyor ama bu saldırganlığı etkisizleştirmek için hiçbir etkili eyleme başvurmuyor.
 
Bunun da sonuçları oluyor çünkü moral bozukluğunu güçlendiriyor. Sağ esasen Chavizmo’dan oy çaldığı için değil halk oy vermeye gitmediği için zafer elde etti. Bu önceden de olmuştu. Bu, kimi Venezüellalıların protesto biçimi. Ama daha sorunlu, daha ciddi olan Chavizmo’ya elveda diyen veya özel hayatlarına geri dönen kimi liderlerin yaklaşımı. Sağa karşı radikal önlemler önermek yerine hükümetle ilgili hiçbir fikir veya eleştiri beyan etmiyorlar. Bu da hükümetin sol akımların gelişimini durdurmaya yönelik müdahalesiyle daha da yaygınlaşan bir etki yaratıyor. Sol akımları teşvik etmek, eylemlerini kolaylaştırmak yerine imkanlarını kısıtlıyor. PSUV’nin[8] dikeyci yapısını tahkim ediyor.
 
Yani durum budur. Birçoklarının dediği gibi, bu sefer artık son imkan. Şimdi ya da asla. Ve bu son imkan son derece berrak iki alanda karar almak anlamına geliyor. Ekonomik anlamda: Bankaları ve dış ticareti ulusallaştırmak ve bu iki aracı, doları başka biçimlerde kullanmak üzere tanımlamak demek. On yıldır bunu söyleyen birçok iyi iktisatçı mevcut. Bunun nasıl yapılacağını detaylı biçimde açıklayan programlar oluşturdular. Yani bunlar bilinmeyen önlemler değil. Diğeri siyasal alan. Radikalleşmeyi sürdürmek için, komünal iktidara ihtiyaç var. Venezüella’nın şu anda bir yasaması, bir yapısı var, ülkenin yeni bir komünal örgütlenme biçimiyle yönetilmesini sağlayan yasalar kabul edilmiş durumda: aşağıdan ve yukarıdan, ilçelerdeki yetkiler yoluyla, demokrasi bir gerçeğe dönüştürülmüş ve halk iktidarı bir dizi savunmacı kurumla sınırlı değil. Bu durum sağın parlamentosuyla çatışmada belirleyici bir mimari sunuyor. Maduro ve Venezüella önderliği Bolivarcı süreci kurtarmak istiyorsa, şimdi zaman komünal iktidar zamanı. Göreceğiz. Bence artık kartlar açılmış durumda ve karar alınması gerek.[9]

 
Eylemciler dahil aydınlar arasında, kitle örgütlerinin önderliğinden çok hükümetlerin önderliğinden beklenti duymak yaygınlaşmış durumda. Toplumsal mücadeleler bakımından bizi ne bekliyor? Anti-emperyalizm ve anti-kapitalizmin bu mücadeleler içindeki rolü ne olmalı?
 
Bence, ilerici çemberin sonuna gelinip gelinmediğine dair her türlü tartışmada sadece hükümetlere değil aynı zamanda aşağıda olup bitenlere bakmak çok önemli. Birçok yazar çemberi, yürütme gücünü kimin icra ettiğiyle değerlendirme eğiliminde. Ama bu sadece bir öge. Bu çember halk isyanlarıyla doğdu ve güçler arası ilişkileri tanımlayan bu isyanlardır. Son on yılın süreci yeni bir süreçti, çünkü birçok hükümet kaynaklardan elde edilen rantın kısmi yeniden bölüşümü yoluyla, toplumsal mücadeleleri ılımlılaştıran toplumsal güvence ağları ve tüketim modelleri geliştirdi. 2004’ten bu yana isyan olmamasının açıklamalarından biri budur.
 
Ekonomik çevrimde toplumsal mücadeleyi yeniden gündeme sokacak bir değişim söz konusu ve bu süreçte sol projeye ilişkin tartışmalar devam edecek. Burada, sol bakımından, tıpkı önceki dönemlerde Küba devrimi veya Sandinizmo’nun olduğu gibi, birçok şey son dönemin siyasal referans noktası haline gelmiş olan Venezüella’daki gelişmelere çok bağlı. Özgürlükçü referanslar kıtasal nitelikte. Bir ülkede başladığında diğerlerinin de odak noktası haline geliyor.
 
Ancak büyük stratejik sorun aslında birçok düşünürün solun, liberalizm sonrası bir kapitalist model inşa etmeye odaklanması gerektiğini düşünmesi olgusunda yatıyor. Bu fikir radikalleşme süreçlerini tıkıyor. Solcu olmanın post-liberal olmak demek olduğu, solcu olmanın örgütlü, insani, üretken bir kapitalizmi savunmak demek olduğunu varsayıyor. Bu fikir yıllardır solun altını oydu çünkü solcu olmak kapitalizmle savaşmak demektir. Bu benim için işin a,b,c’sidir. Sosyalist olmak demek komünist bir dünya için savaşmak demektir. Her aşamada bu ufuk değişir ve stratejik parametreler yenilenir. Ama solun kimliğiyle oynanırsa, sonuç hayal kırıklığı olur.
 
Solu inşa etmek demek Chavez’in son dönem fikirlerine sahip çıkmak demektir. Bu, Latin Amerika Marksizmi’nin ve Küba devriminin gelenekleriyle bağlantı içindeki sosyalist bir projeye güçlü bir bağlılık anlamına gelir. Bu stratejik yürüyüş kolunun bu ufkun yerine, örneğin papa Francis’le yakınlaşma gibi güçlü yanılsamaların konulmasıyla birlikte çarpıtıldığını düşünüyorum. Chavez’in ölümüyle birlikte bir başka referansa ihtiyacımız olduğu ve bunun ikamesinin de Papa Francis olabileceği varsayıldı. Bunun stratejik bir hata olduğunu düşünüyorum. Kilisenin Toplumsal Doktrini’nin kapitalizme karşı savaşımızda benimseyebileceğimiz bir kılavuz olduğunu düşünmüyorum. Papa Francis son derece zayıflamış olan Latin Amerika kilisesinin popüler etkisini yeniden inşa etmek niyetiyle yeniden devreye sokuluyor. Bu yeniden inşanın Vatikan’ın projesinin tam karşısında yer alan bir sola yararlı olacağını varsaymak bence tam bir naifliktir. Bence Latin Amerika tarihinin bu kilit anında kendi ideallerimize sarılmalıyız.

 

 

XXI. Yüzyılda Emperyalizm – Claudia Katz

Türkçeye Çeviren: Uraz Aydın – Ecehan Balta – Emre Yıldız
Kasım 2004, 168 Sayfa

İÇİNDEKİLER:
Aşama, Evre ve Krizler ya da Günümüzde Kapitalizmin Özgünlükleri
21. Yüzyılda Emperyalizm
Savaşlar ve İsyanlar Arasında Küresel Bir Geri Çekiliş Dönemi
Emperyalizm Tarafından Hırpalanan Bir Ekonominin İçine Girdiği Çalkantılı Dönem

 

Dipnotlar:
 

  1. Mesa de la Unidad Democratica (MUD). Arjantin’de Macri, on yıllardır Peronist hareketin değişik kollarının yönetimde olduğu bir dönemi sona erdirmek için kurulan bir koalisyonun, Cambiemos (Değiştirelim) koalisyonunun adayıydı.
  2. Claudio Katz tarafından yazılan İngilizce makaleler için, bakınız isreview.org/person/claudio-katz. Ayrıca, “The Cuban Epic.”
  3. 16 Nisan 1961’de CIA destekli bir karşı devrimci askeri güç Domuzlar Körfezi olarak bilinen Playa Girón’da Küba’yı işgal etti. İşgal kısa sürede yenildi, istilacılar teslim oldu ve liderleri yargılanarak hapse atıldı veya infaz edildi. Geri kalanları Küba tarafından ihtiyaç duyulan ilaç ve gıda karşılığında ABD’ye geri gönderildi. İşgalin hemen öncesinde, 15 Nisan’da, Küba hava sahası daha sonra ABD’ye geri dönen sekiz CIA destekli B-26 bombardıman uçağı tarafından bombalandıktan sonra, Fidel Castro Küba devriminin sosyalist karakterini ilan ederek, bunun Kübalı kitlelerin ülkelerini savunma savaşında teşvik edeceğinden emin olduğunu söyledi. Daha fazlası için, bakınız Domuzlar Körfezi işgali.
  4. Henrique Capriles Radonski 2012 ve 2013 yıllarında sağın başkan adayıydı, ilkinde Hugo Chavez ve ikincisinde Nicolas Maduro tarafından yenilgiye uğratıldı. Leopoldo López Eylül ayında, Venezüella’nın değişik bölgelerinde 2013 yılında başlatılan guarimbasta isimli hükümet karşıtı sokak isyanlarında, halkı şiddete kışkırttığı için 13 yıl 9 ay hapisle cezalandırılan sağcı siyasetçi.
  5. Arjantin’in yeni seçilen başkanı Mauricio Macri, Mercosur’un “demokratik sözleşmesine” atıfla, bu ticaret ittifakının Venezüella’yı dışarıda bırakması çağrısında bulunma tehdidinde bulundu. Tehdidin altında Venezüella’nın demokratik olmadığı ve bu nedenle de üyeliğe uygun olmadığı gibi saçma bir iddia bulunuyordu.
  6. Katz Venezüella Anayasası’nın 72. Maddesine atıfta bulunuyor. Maddeye göre bir kamu görevlisini geri çağırmak üzere referanduma gitme talebinde bulunmak için seçmenlerin yüzde 20’sinin imzası gerekiyor.
  7. PDVSA (Petróleos de Venezuela, S.A.) ülkenin devlet mülkiyetindeki hidrokarbon şirketi.
  8. PSUV (Partido Socialista Unido de Venezuela) Hugo Chávez tarafından kurulan ve başında Başkan Maduro’un olduğu “birleşik sosyalist parti”.
  9. La Llamarada editörünün notu: Söyleşi Komünal parlamentonun toplanacağının ilan edilmesinden önce yapılmıştır.

 

(İspanyolca orijinali Hombre Nuevo’da yer alan söyleşi, Global Research’teki İngilizce çevirisinden Türkçe’ye Sendika.Org tarafından çevrilmiştir.)