
Zeynep Daimi –
Fransa’da yaprak kımıldamıyordu… Son yıllardaki sosyal hareketlerin bilançosuna baktığımızda, 2006’da çalışma koşullarını düzenleyen CPE (Contrat premier embauche) yasası güçlü bir muhalefetle karşılaştı ve geri çekildi. 2009’da üniversitelerin özerkliğini kısıtlamayı amaçlayan LRU (Loi relative aux libertés et responsabilités des universités) yasasına karşı bu kez aylar süren öğrenci eylemleri ve üniversite işgalleri başladı. Yasa geri çekilmedi, ancak öğrenci hareketinin kazanımları büyüktü. 2010 yılına gelindiğinde bu kez Fransa halkı 7’den 77’ye “Emeklilik Reformu”na karşı sokaklara dökülecekti. 2010’daki sosyal hareketin büyüklüğü Fransa’nın tarihindeki yerini aldı. 2010 yılından sonra ise deyim yerindeyse Fransa’da yaprak kımıldamadı. 2014 Ekim ayında Toulouse yakınlarında baraj yapımına karşı başlayan ekolojist hareketin militanlarından 21 yaşındaki Remi Fraisse’in polis tarafından öldürülmesi Fransa’yı ayağa kaldıramadı. Toulouse dışındaki şehirlerde polis şiddetine karşı yapılan eylem ve gösteriler kitlesellikten uzaktı.
Yine de, devrimler ülkesi Fransa, genel grevlerin en şanlı olduğu anların memleketiydi. 1936, tarihin gördüğü en büyük genel grevdi, bu rekor 1968’de yine Fransa’da başka bir genel grev ile kırılacaktı. Ülke, 2010’dan itibaren adeta kımıldamaz hale gelmişti. Sanki dünya, Fransa’dan farklı mıydı? 2013 Temmuz’unda Mısır’daki bonapartist askeri darbe, Arap Baharı’na umutsuz bir nokta koyarken, büyük umutlarla Yunanistan’da iktidara gelen Syriza hızlıca sokaktaki kitlenin taleplerinden uzaklaşıp, Troyka’ya boyun eğmek zorunda kaldı. İspanya’da Podemos en baştan neoliberal kemer sıkma politikalarına yeşil ışık yakabileceğinin sinyallerini verdi. Gezi hareketinin anavatanı Türkiye’de ise, sosyal hareket bir bütün olarak ezilmiş, ülkenin doğusunda bir iç savaş patlak vermişti.
Fransa’daki sessizliği sosyal hareket değil, ama IŞİD bozdu. 2015 yılının başında hicivli mizah dergisi Charlie Hebdo’ya gerçekleştirilen saldırıların ardından, bu kez yüzün üstünde ölü ve yüzlerce yaralıyla sonuçlanan, Paris’in en merkezi noktalarında üç bombalı saldırı gerçekleşti. Ardından Fransa’da OHAL günleri başladı. OHAL maddeleri, hükümete sosyal hareketin bastırılması anlamında tam bir güç veriyordu. Bu anlamda gerçekleştirilen göçmen yürüyüşleri engellendi, Air France ve Goodyear gibi kimi grevler baskılandı. Kasım sonunda Paris’te gerçekleştirilen COP21 İklim Zirvesine karşı eyleme katılan pekçok aktivist gözaltın alındı.
Neoliberal Yasaya Karşı
Şubat ayının ortasına gelindiğinde Fransa’da hava birden bire döndü. Çalışma Bakanı Myriam El Khomri’nin adıyla anılan çalışma yasası ani bir hareketlenme sağladı. Yasa, çalışma koşullarını neoliberal kapitalist sistemin ihtiyaçlarıyla tam anlamıyla uygun hale getirmeyi amaçlıyordu. Yasanın amaçları arasında, ücretli izin olanaklarını işverenin insafına bırakmak, işten çıkarmayı kolaylaştırmak, mevcut çalışma yasasında saate göre artan fazla mesai ücretlerini düşürerek yüzde 10’a sabitlemek, kıdem tazminatına bir üst limit getirmek gibi pek çok değişiklik vardı. Yasanın ideolojik propagandası ise Fransız TÜSİAD’ı MEDEF tarafından yapılıyordu.
El Khomri yasası, Fransa’yı siyasi partiler anlamında da böldü. Aşırı sağ Front National’in lideri Le Pen yasaya karşı olduğunu açıkladı. Buna rağmen sosyal hareket güçlendikten sonra sessizliğini muhafaza etmeyi tercih etti. Daha önemlisi yasa iktidardaki Sosyalist Parti’yi tam anlamıyla bölmüştü. Sosyalist Parti’nin gençlik kolları “Jeunes Socialistes” eylemlere katılıp, genel grev çağrılarını destekleyecekti. Partinin merkez yönetimindeki Gerard Filoche, partisinin geçirmek istediği yasanın Fransa’nın gördüğü en gerici yasa olduğunu söylemekten geri durmayacaktı. Sosyalist Parti’nin Toulouse şehrindeki yönetimi oybirliğiyle yasaya karşı olduğunu deklare etti.
Sol muhalefete bakıldığında, Fransa’nın solda yer alan en büyük sendikalar konfederasyonu CGT, hemen harekete geçip bir genel grev çağrısı yapma yeteneğini gösteremedi. Bunun üzerine kitleler öfkelerini sosyal medya üzerinden çağrı yaparak duyurdular ve belirlenen tarih 9 Mart idi. Bunun üzerine özellikle CGT Amiens örgütünün insiyatif almasıyla, CGT ülke genelinde 9 Mart için genel grev çağrısı yaptı. 9 Mart, akıllıca düşünülmüş bir tarihti. Çünkü bu tarihe demiryolcuların çalışma yasasından bağımsız olarak, kendi çalışma koşulları ile ilgili yaptıkları bir demiryolu grevi çağrısı yapılmıştı. Dolayısıyla genel grev çağrısı, demiryolcuların grevi ile birleşti.
9 Mart günü Fransa ayağa kalktı. Sendikalara göre yaklaşık 500.000 kişi sokağa çıkmıştı. İşçilerin, öğrencilerin, çalışanların, liselilerin katıldığı büyük miting ve yürüyüşe aynı zamanda kimi lise ve üniversite işgalleri de eşlik ediyordu. Fransa’nın diğer büyük sendika konfederasyonu CFDT genel greve çağrı yapmadı. Buna rağmen CFDT’ye bağlı kimi sendikalar greve katıldı. CGT ise, genel grev çağrısının başını çekmesine rağmen hızlı adımlar atmak konusunda istekli değildi. Sendikalardaki kafa karışıklığını iyi gören hükümet, bazı küçük değişiklikler yapmayı vaadederek yasayı geçirmekte ayak diredi. CGT’nin genel grev için verdiği bir sonraki tarih 31 Mart idi. 9 Mart- 31 Mart arası süreçte sosyal hareketi sürükleyen öğrenci hareketi oldu. 17 Mart’ta Fransa’nın birçok şehrinde gerçekleştirilen ve çoğunluğun öğrenci olduğu yürüyüşlere polis saldırdı. Polis baskısı özellikle üniversitelere yönelmişti.
Fransa’nın sosyal hareket tarihini biraz bilenler işçi hareketinin ve öğrenci hareketinin organik bağını farkederler. Bu kez de bu Fransız klasiği bozulmadı. Paris’te özellikle Sorbonne, Paris 8, Nanterre gibi üniversitelerdeki (ve başta Toulouse, Nantes, Lyon olmak üzere daha pek çok şehirdeki) Assemblée générale’lere (genel meclis) yüzlerce öğrenci katılıyor, burada bazen solcu bir akademisyene bazen de Le Havre’dan gelen bir liman işçisine rastlıyorduk. Grevdeki Goodyear işçisini de orada dinliyorduk, güvencesiz tiyatro çalışanını da.
“Gece Ayakta”
31 Mart’a kadar olan süre, uzun da olsa öğrenci eylemleriyle hareketli ve çabuk geçmişti. 31 Mart günü ise, miting ve yürüyüşe katılan herkesin hayatında sırılsıklam olmak konusunda mutlaka bir iz bırakan Paris’in meşhur yağmurlarından birine sahne oluyordu. 31 Mart genel grev çağrısına katılım herkes için büyük bir sürprizdi. Sendikalar, kitlelerin bu denli bir yanıt vermesini beklemiyordu. Fransa genelinde 1 milyon 200 bin kişi sokaktaydı. Herkes şaşkındı. Yağmur etkilemiyordu. Polis baskısı etkilemiyordu. 31 Mart günü, Fransa’da başlayan sosyal hareketin ajandasında bir dönüm noktasını daha başlattı. “La nuit debout” (“gece ayakta”) sloganıyla başlayan Republique meydanını işgal hareketi güçlü bir yankı yarattı. Bu Fransa için yeni bir fenomendi. Fransız klasik formu (işçi ve öğrenci hareketlerinin koordinasyonu) bir tür işgal hareketiyle bütünleşmeye çalışıyordu.
Önceleri kitlelerin bir bölümünün, ama özellikle de örgütlü kitlelerin sadece meraktan gidip baktığı yer olan Republique işgali, bugüne geldiğinde tam gaz devam etmekte. Pek çok sol örgütün, derginin, yayınevinin stand açtığı bir yer haline gelen “lanuitdebout”, sadece bir avuç insanın geceyi çadırda geçirdiği bir alan. Başından beri tam anlamıyla işgal edilmeyen ama adeta bütün gün ve gece geç saatlere kadar aktivistlerin inisiyatifinde olan meydanda her akşam “yurttaş genel meclisleri” düzenleniyor. Burada hem çalışan kesimlerin, hem öğrencilerin problemleri konuşulurken, sosyal harekete de yol verme çabası büyüyor. Son bir iki haftadır Fransız sol militan dergi ve gazetelerinin de işgal hareketine artan ilgisi açık. Geçtiğimiz Pazartesi gününden itibaren başlamış iki haftalık üniversite tatili, öğrenci hareketinde bir atalet yaratırken, şu an için Republique’teki işgal hareketi, sosyal hareketin devamlılığını sağlayan tek aktör olarak kalmış durumda.
Bu arada 5 Nisan ve 9 Nisan’da Paris başta olmak üzere Fransa’nın birçok şehrinde gerçekleştirilen işçi ve öğrenci ağırlıklı yürüyüşler, 31 Mart’a göre biraz sönük kalsa da, hareketin bitmediğini göstermiş oldu. Elbette polis şiddetinin artarak devam edeceğini de.
Şimdi Fransa’da başlayan hareketin geleceği, birçoklarınca bir sonraki genel grev tarihi olan 28 Nisan’daki miting ve yürüyüşe gerçekleştirilecek katılımla belirlenecek. Sendikalar 28 Nisan genel grev tarihini, 1 Mayıs’la birleştirerek bir “başkaldırı şöleni” planındalar. Üniversite tatilinin bitişinin de tekrar harekete bir ivme kazandıracağı muhakkak.