krivine-cgt

 

Alain Krivine’le Söyleşi –

 

Fransız Çalışma Bakanı Myriam El Khomri’nin adıyla anılan çalışma yasa tasarısıyla birlikte, 2010’daki emeklilik reformuna karşı düzenlenen devasa mücadelelerin ardından neredeyse yaprağın kımıldamadığı Fransa yeni bir toplumsal direniş dalgasına tanık oluyor. Yasa, çalışma koşullarını neoliberalizmin ihtiyaçların uygun, pürüzsüz hale getirmeyi amaçlıyordu. Yasanın amaçları arasında, ücretli izin olanaklarını işverenin insafına bırakmak, işten çıkarmayı kolaylaştırmak, mevcut çalışma yasasında saate göre artan fazla mesai ücretlerini düşürerek yüzde 10’a sabitlemek, kıdem tazminatına bir üst limit getirmek gibi pek çok değişiklik vardı. Meydan işgallerinin, polisin sert müdahalelerinin ve stratejik sektörlerdeki grevlerin damgasını vurduğu, işçi sınıfının ve gençliğin yeni bir radikalleşme evresine tekabül eden bu hareketin özgüllüklerini, 68’in önderlerinden, IV. Enternasyonal’in siyasal büro üyesi, Yeni Antikapitalist Parti (NPA)’nin önemli simalarından Alain Krivine’le konuştuk.

 

Yeniyol – « Fransa sıkılıyor » deniyordu Mayıs 68 öncesinde, fakat son yıllar herhalde daha da sıkıcıydı. Nuit Debout (Gece Ayakta) gibi, çoğunlukla gençliğin yer aldığı bir toplumsal muhalefet hareketinin ardından şimdi işçi hareketi devreye giriyor. Bu bağlamda 68 ile bir bağ kurmak mümkün mü ?
 
Alain Krivine – Durum 68’de olduğundan çok daha karmaşık. Elbette ki ortak noktalar var: Hükümetten genel bir bezmişlik hali, örneğin. De Gaulle’ye karşı “10 yıl yeter” diye bağrıyorduk. Bu seferki sadece 4 yıllık bir hükümet, fakat bu kez “sol” iktidarda. Tıpkı 68’de baskı karşıtlığı ve sosyal güvenlik savunusunda olduğu gibi, bugünkü hareket de bir meseleden ortaya çıktı: El Khomri’nin iş yasası reformu. Ancak giderek siyasallaşan ve radikalleşen bir hareketle karşı karşıyayız ve artık toplum, kurumlar, hatta siyasal partiler ve kimi zaman sendikalar sorgulanmaya başlıyor. Buna karşılık, bugün proletarya daha kalabalıksa da, güvencesiz çalışanlar, işsizler, vasıfsız işçiler, teknisyenler gibi kategorilerle şimdiye dek olmadığı kadar bölünmüş halde, üstelik birbirinden tümüyle farklı ücretler alıyorlar. Ve tabii çok zayıflamış bir sınıf bilinci söz konusu.
 
Büyük fabrikaların çoğu yok oldu. Ayrıca ırkçılığın ve geçmiş mücadelelerde yaşanan yenilgilerin de ağırlığını unutmamak gerekir. Son olarak unutmamak gerekir ki öğrenci sayısı 500 bin’den 2 milyona yükseldi. Bunların yarısı eğitimlerini karşılayabilmek için çalışmak zorunda. Dolayısıyla işçilerle bağ kurmak daha kolay ve daha az suni. Fakat bu kesim şu anda daha az seferber olmuş durumda ve sınavlarına hazırlanıyor. Dolayısıyla gençler artık hareketin öncüsü durumunda değil ve şimdilik onların yerini, ülkeyi felç eden liman, rafineri ve demir yolu işçileri almış halde.
 
Mayıs 68 esasında kızıl bayraklar, barikatlar, Enternasyonal marşı…vs. gibi, kendi geleneklerine sahip eski işçi hareketiyle, bugün varolduğu haliyle, yeni bir işçi hareketi arasındaki bir geçiş dönemiydi. Fakat bugün, mesela siyasal partilere ve sendikalara güçlü bir karşı çıkış oluştuysa da bunların yerine konabilecek hiçbir şey yok. 68’in büyük öğrenci sendikası, UNEF’in bugün hiçbir gücü yok. Genel meclislere çağrı yapan, bunları örgütlemeye çalışan öğrenci koordinasyonları son derece azınlık durumda ve Nuits Debouts toplaşmaları birkaç yüz, kimi zaman birkaç bin kişiyi toplayabiliyor ve buralara katılan insanlar gayet ilginç olmakla birlikte toplumsal açıdan belirli bir kesimi temsil ediyor. Tabii ki buralarda olmak gerekiyor, fakat pek bir şey çıkacağını sanmıyorum.
 
Bugün Fransız Komünist Partisi (FKP), Yeşiller ve Sosyalist Parti (SP) derin bir kriz yaşıyor, radikal sol ise çok bölünmüş durumda ve inandırıcı bir seçenek olarak görünmüyor. Yalnızca Ulusal Cephe kendisini sistem ve kurumsal siyaset karşıtı olarak göstererek gelişme kaydediyor. Ama mesela bunun yanı sıra, maalesef şu an içinde bulunduğumuz kargaşa içinde kayda değer bir popülerlik kazanmış olan mülteci-karşıtı bir kampanya da yürütebiliyor. Öte yandan, bu popülerliğine karşın Ulusal Cephe, söz konusu yasalara olan karşıtlığıyla polis baskısına olan desteği arasında bölünmüş halde, eylemlerde yer almıyor ve sessiz kalıyor.

 
YY – Yeni mücadele dalgasını, 2003, 2006 ve 2010’daki toplumsal seferberlikler bağlamında nasıl değerlendirebiliriz ?
 
A. K. – Bugünkü hareket sözünü ettiğin mücadelelere bir hayli benziyor fakat bugünkü bozgun daha büyük çaplı ve polis baskısı çok daha şiddetli. Tüm sol partilerin (SP, FKP, Yeşiller) desteğini alan olağanüstü hal oylaması oldu, binlerce gözaltı yaşandı, sürgiden davalar var. Bu baskı ve eylemlerde yaşanan çatışmalar toplumun bir kesimini radikalleştiriyor elbette fakat insanları korkutmaya da başlıyor aynı zamanda. İnsanlar polis şiddetinden, baskıdan ve ve işini kaybetmekten korkuyor.

 
YY – Bugün greve çağıran Genel Emek Konfederasyonu (CGT)’nun radikalleşmesini, Fransız Demokratik Emek Konfederasyonu (CFDT)’nun aksi yöndeki tutumunu ve grevlerin ortaya çıkışını nasıl açıklıyorsun? Bir genel grev gündemde mi ?
 
A. K. – CGT yolsuzlukla suçlanan eski genel sekreteri Le Paon’nun zorunlu gidişinin ardından krize girdi. Birkaç hafta önceki kongresinde ucu açık bir genel grev talep eden güçlü bir radikal akım ortaya çıktı. Yeni genel sekreter Philippe Martinez bunu gözardı etmemek durumunda, fakat hükümetle de cepheden bir mücadeleye girişmeden kimi küçük kazanımlar için müzakere etmek derdinde. Bu da CGT’nin, bir genel grev çağrısı yapmamakla birlikte, mücadele içindeki radikal tutumunu açıklıyor.
 
Ama bunun yanısıra birkaç yüzbin üyesi olan bu sendika radikalleşmenin özellikle belirli sektörlerde yaşandığını ve özgül statülerin mağduru olan kamusal hizletlerde meydana geldiğini, El Khomri yasasının ise sendikalaşmanın düşük olduğu, harekete daha az katılan özel şirketleri vurduğunu göz önünde bulundurmalıdır. Öte yandan CGT, tümüyle hükümetle işbirliğine oynayan CFDT’ye oy kaybetme tehdidi altında.  Hükümetin, basının ve patronların sert saldırısı altında bulunan, “yıkıcı”, “devrimci” hatta “serseri” gibi sıfatların yakıştırılan CGT’nin izinden, kimi nüanslarla birlikte Force Ouvrière (FO) ve Solidaires sendikaları da gidiyor. 14 Haziran’da Paris’te, harekete katılan tüm sendikalar ulusal bir eylem hazırlığı içindeler.
 
Fakat bu zaman zarfında hükümet ve sendikal yönetimler, herkesi dehşete düşüren Euro 2016’nın sabote edilmesi ihtimalinden kaçınmak üzere kısmi uzlaşmalara gidebilirler. Ama bu sırada metro, demiryolları, havayolları ve bilhassa liman ve petrol rafinerilerinde grevler gelişiyor.

 
YY – Hareket içinde radikal solun rolü nedir. Çeşitli özneleri arasında bir yakınlaşma, harmanlanma bekleyebilir miyiz? Kurumsal çerçevede soğurulmadan önce hareketten yeni bir siyasal seçeneğin belirme ihtimali var mıdır.
 
A. K. – Tüm sorun da burada, çünkü solun solunda bulunan  örgütler, FKP ve Sol Parti (PG) aynı zamanda mücadeleleri destekliyor olsa da, takıntılı biçimde seçimlere odaklanmış durumda. Hatta, başka gruplarla birlikte FKP ve PG’nin de dahil olduğu, fakat artık bitme aşamasına gelen Sol Cephe’nin eski sözcüsü Jean Luc Melenchon Cumhurbaşkanı olursa neler yapacağını anlatıyor… Dediğim gibi Sol Cephe aslında parçalandı ve Melenchon, FKP’nin kongresinin kapanış günü sempatizanlarıyla bir yürüyüş düzenliyor… Ayrıca Yeni Antikapitalist Parti (NPA)’nin çağrılmadığı bir kongre bu…
 
Fakat bu arada, tek başına bir FKP adayı %2’yi geçmeyeceğinden, militanlarının ve oy verenlerinin bir kısmını üzme pahasına FKP Melenchon’a oy verme çağrısında bulunabilir. Bunun dışında Lutte Ouvrière (İşçi Mücadelesi) çoğunlukla doğru tutumlara sahip fakat genelde eylemlerin dışında kalıyor ve şimdiden, “tek devrimciler” olarak görünmeye dönük sekter bir pozisyon üzerinden NPA’yla hiçbir tartışma yürütmeksizin Cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını ilan etti.
 
Bunun üzerine de NPA, bir önceki dönemde de adayımız olan ve tek işçi aday olan Philippe Poutou’yu gösterdi. Şunu belirtmek gerekir ki, yönetim sorunlarıyla birlikte NPA, tüm eylemlerde var olarak, bildirileri, bayrakları ve özellikle Olivier Besancenot ve Philippe Poutou gibi sözcüleriyle iyi bir yankı buluyor. Khomri yasasına karşı çıkmak ve bu hükümeti düşürmek için eşgüdümlü ve uzun süreli bir genel grevi hazırlamanın gerektiği fikrini geliştiriyoruz. Aynı zamanda meselenin iyi bir başkan seçmek değil eylemleri ve mücadeleleri merkezileştirmek olduğunu anlatarak antikapitalist bir kampanyanın temel taleplerini geliştiriyoruz. Bizim adayımızın yanlızca bu mücadelelerin bir sözcüsü olduğunu vurguluyoruz. Katıldığımız tüm ortak tartışmalarda da bu fikrin gelişmesine çabalıyoruz.
 
Dolayısıyla hükümete yönelik genel bir bıkkınlık ve bütünlüklü bir karşıtlık atmosferinde mücadelelerin ve eylemlerin yeniden geliştiği bir dönemdeyiz. Bu da bize umut veriyor, fakat bu güç ilişkilerinin öylesine bozulduğu bir iklimde gerçekleşiyor ki, buradan neler çıkabileceğine dair henüz bir öngörüde bulunmak mümkün değil.

 

(Bu yazı Yeniyol’un Mayıs-Haziran 2016 tarihli 19. sayısında yayınlanmıştır)