Masis Kürkçügil –

 

7 Haziran seçimleri elbette dünyanın sonu değil. Güler Sabancı dört yıllık seçimsiz bir dönemin bereketli olmasını beklerken kendince iyimser olabilir, yine de bu dört yılda toplama kamplarının kurulacağını, hilafetin ilan edileceğini sanmak da abes.  Ancak 7 Haziran’da güç ilişkileri yeniden belirlenmiş olacak (seçim düzeyinde de olsa) ve buna göre kimi pozisyonlar yeniden şekillenecek. Örneğin çokça üzerinde durulan müzakere sürecinin (ve de kimi demokratik mücadelelerin) seyri açısından HDP ve AKP’nin alacağı oylar önemli olacaktır. Olmaz olmaz diyenler Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Demirtaş’ın alabileceği oy için de yanıldıklarını hatırlamalı. Haziran seçimlerinde örneğin %12 almış bir HDP ile %7 oy almış bir HDP’nin müzakere sürecindeki pozisyonu farklı olacaktır. Keza AKP bir kez daha %45 dolayında oy alırsa elbette Erdoğan Meksika’nın üzerine bir de kaymak isteyecektir.
 
AKP’nin birinci parti olması kesin gözükürken HDP’nin barajı aşması halinde millet meclisindeki sandalye dağılımının kritik bir eşikte olması ihtimali şu an AKP’yi derin derin düşündürmekte.
 
Tarihin, dört yılda bir yapılan seçimlerde değil de milyonlarca “sokaktaki insanın” birbirinden habersiz yürüttüğü mücadelelerin muhassalası olduğu gerçeği sandığın da miadını doldurduğu anlamına gelmez. Geniş kitleler için sandık gündelik hayatlarında olabilecek değişiklikler için gerekli bir araç olduğu sürece siyasi iradelerinin temsillerini küçümsemek, kimlik beyanı ile siyaset yapmak anlamına gelir. Yani geniş kitlelerin acil ve hayati talepleri etrafında yürüttükleri mücadelelerin geçirebileceği evreler hayali bir sıçramayla atlanamayacağına göre sendikada, mahallede, işsizler hareketinde (varsa; eğer yoksa neden olmadığını da dert edinerek), HES’lere karşı mücadelede ve diğerlerinde, nasıl çok farklı siyasal eğilimdeki insanları belli bir talep etrafında derlemek gerekiyorsa seçimde de kimsenin kimseyle yüzde yüz hemfikir olmasını şart koşmadan gerekli taktikleri üreterek tutum almak gerekir.
 
Kendimiz seçime katıldığımızda olmadık gerekçelerle seçmenden oy isterken, kendi bayrağımız yoksa seçimi mahkum etmek inandırıcı değildir. Hele ortada bir boykot taktiği güdebilecek yani seçmenin binde birini değil de anlamlı bir kesimini sandıktan uzaklaştırabilecek ve elbette seçmene alternatif bir kendini ifade aracı sunabilecek koşullar ve güç ilişkileri söz konusu değilse kimseyi etkileme şansı yoktur.
 
12 Eylül sonrası çeyrek yüzyılda bu söylediklerimizi test edebilecek deneyimler yaşandı. Ve sonuçta geçtiğimiz yerel seçim itibarıyla elde yüzde 0,1 oy alan iki parti bulunmaktadır. Bugün BHH bu iki partiyi de içermekte ve ancak yeni katılımlarla bir o kadar daha seçmene ulaşma imkanı bulunmaktadır. Yani 1999 seçimlerinde ÖDP’nin tek başına aldığı oy oranının yarısı kadar. BHH dışında elbette en az onun kadar anlamlı olabilecek kesimler vardır, lakin bu toplamı çokça yukarıya çekme kapasitesinin olmadığını geçtiğimiz yıl yapılan yerel seçimlerde Ankara’da ortak sol aday kampanyasının sonuçlarından öğrenmiş bulunuyoruz.
 
Seçime katılma oranlarının benzer ülkelere ve hatta dünya ortalamalarına göre yüksek olduğu Türkiye gibi bir ülkede seçime doğrudan katılınmasa bile bir seçim taktiğinin belirlenmesi, hem yürütülen mücadelelerin zemininin genişletilmesi ve hem de yaklaşan felakete hiç değilse bir takoz koyma babında anlamlıdır.
 
Somut olarak bugün Birleşik Haziran Hareketi (BHH) bir siyasal parti olmadığı, içinde bağımsızlardan, sosyalist partilere ve CHP’lilere geniş bir yelpazeyi taşıyor olması seçimde “tarafsız” kalmasına neden oluyorsa (herhâlde CHP’liler ve hele hele aday olanlar kendi adlarına seçim faaliyeti yürütmek durumundadırlar) bir garabetle karşı karşıya kalınıyor demektir. Yani BHH’deki CHP’liler seçim faaliyeti yürütecek, geri kalanlar seçim önemli değil sokak önemli diyecek!
 
AKP’yi sokakta geriletmeyi uzun vadeli bir toplumsal muhalefet inşa etmenin de önüne koymuş olan BHH, bu yolda yürürken, seçimlerde tarafsız kalarak veya dayatmacı bir tutum takınarak mı sokağı güçlendirebilir yoksa sokağı esas alarak ama kurumsal çerçevede kendi taleplerini sahiplenen olmasa da en yakın olan siyasal harekete eleştirel bir destek vererek mi?
 
Sokağın toplumsal ve siyasal muhtevasını şekillendirmeden yalnızca kendi bileşenlerinin katıldığı eylemleri görmek ve örneğin HDP ve onun çevresindeki oluşumların sokak eylemliliklerini görmezden gelmek ne kadar inandırıcı olacaktır? HDP’nin daha sonra özeleştiride bulunduğu Gezi’deki çekimserliğinin aslında bir başka benzerinin BHH de yapmaktadır. Kendisinin bulunmadığı sokağı sokak addetmemektedir. Beğenelim beğenmeyelim 6-7 Ekim Kobani olayları da sokağın dik alasıdır!
 
BHH kendi içinde olmak kaydıyla uzlaşması bazen pek mümkün olmayan farklılıkları da taşımaktadır. Örneğin kimisi Syriza’nın kardeş partisi iken (bu arada Syriza da seçimlerde HDP’yi desteklemekte!) kimisi de Syriza’yı alenen düzen partisi gören KKE’nin kardeş partisidir; CHP’lileri de PASOK’cu sayarsak ve de yukardaki ilk iki partinin bu partiyi hepten düzen partisi saydığını hatırlarsak, bu farklıkların siyasete tercümesi oldukça ağır olması gerekirken sorun çıkmamaktadır. Ancak daha ilginci kardeş partiler sandık değil sokak önemli şiarından hareket etmemekte, istikrarlı bir biçimde seçimlere katılmakta.
 
BHH bir koalisyon olarak kimine göre nihai sonuca ulaşacak bir araç kimine göre ehveni şer olabilir. Kendini bir siyasal partiye ikame etmek veya partilerüstü bir tutum takınmak ise hiç değilse acil birtakım sorular için anlamlı olacak bir imkanın inkarına varabilir.
 
BHH’nin neye benzediğine bakmak yerine ne işe yaradığına, yarayabileceğine, yani eyleminin muhtevasına bakmak daha sağlıklı olacaktır. Ancak temel sorunlar karşısında tutum takınmadan soyut ve genel ibarelere sıkışmış dar eylemcilik tehlikesinin, acil talepler uğruna mücadele yerine AKP’yi devirmekle sınırlı bir ufkun yaratacağı tehlikelerin bilincinde olmak gerekir. Ayrıca o takdirde AKP’ye karşı olan başka unsurlarla ilişki meselesi de bir aciliyet kazanır. AKP’yi sokakta devirmenin dışında başka bir yol gözükmüyorsa, o takdirde nasıl bir sınıfsal tutumla bu devrimin başarılacağı da gündemde olmalıdır. Oysa AKP’yi devirme hedefi hem AKP’ye karşı soldan bir takım ittifakları gerektirir hem de AKP’nin hangi toplumsal güçlerin öncülüğünde devrilebileceğini gündeme getirir. Eğer BHH’nın kendi doğrusal gelişiminin ürünü olarak AKP’nin devrilmesi beklenecekse bu geniş kitleler için pek anlamlı olmayacaktır; toplumsal muhalefet zemininin güçleneceği ittifaklar örerek bu amaca varılacaksa ittifaklar politikası seçimlerle sınırlı olmayan ama seçimlere halk önem verdiği sürece de bunu da içerecek bir şekilde yürütmek gerekir.
 
Seçim meselesini bu kadar önemsiz addettikten sonra ilerde nasıl bir iktidar tahayyülüne sahip olunduğu üzerine de büyük kuşkular doğar. Seçim her halükarda olacaktır; ama bu kurumlarla, ama doğrudan demokrasi kurumlarıyla ve de Kurucu Meclisle. Dolayısıyla sandık küçümsemesi seçimsiz bir gelecek beklentisi tehlikesini de içerir!
 
Millet sanki dağlarda ateşler yakıyormuşcasına Che’ye göndermede bulunmanın anlamı yok. Bu kadar keskin ayrım, yani oy sandığı mı tüfek mi tartışması, altmışlı yıllarda Latin Amerika’da sürerken bile mevcut değildir. Devrimden kısa bir sure sonra Küba’da Che, kendisi ile ilk kez karşılaşan Salvadore Allende’ye kitabını ithaf ederken “aynı amaca başka yollarla ulaşmaya çalışan Salvador’a” diye imzalamış. “Dağlara gel dağlara” diye takılmamış! Onun mücadelesine de saygı duymuş. Tabii kim gerilla kim sandukacı bizim somutumuzda biraz değil hayli karışık!

 
CHP-HDP-BHH
 
Bir seçim taktiği olarak böyle bir önerinin üretilmesinin mantıki sonucu bu seçeneğin gerçekleşmemesi halinde, hangisiyle gerçekleşebiliyorsa onunla yürümektir. CHP’nin BHH’ye veya bileşenlerinden bazılarına kendi listelerinden yer açacağına dair gazete haberlerinin ötesine geçilmemişken HDP, eş başkanlarının imzasıyla açıkça çağrıda bulunmuştur (Kandil, önceleri açıkça ÖDP’nin adını vermiştir). Öte yandan böyle bir ittifak önerildiğinde soldan sağa bir sayım yapılacaksa herhâlde HDP, CHP’nin solunda kalır. O takdirde siyasal olarak da daha solda bir ittifak yapmaktan sakınmanın bir gerekçesi olamaz.
 
Aslında radikal bir sol, ancak kendini geleneksel soldan ayırarak radikal olabilir. Bu bakımdan CHP’nin bir bütün olarak toplumsal muhalefetin aşağıdan yeniden yapılanmasını hedefleyen bir sosyalist hareket için elverişsiz olmak bir yana gereksiz olduğu; iç çalkalanmalarında, tereddütlerinde değil künyesinde kazılıdır.
 
BHH’nin seçimde açık seçik bir pozisyon takınmasının zorluğu anlaşılabilir olsa da seçime mesafeli duruşu rasyonalize etmeye çalışılması inandırıcı değil. Bileşenlerinin önemli bir kesimini temsil eden üç parti geçtiğimiz yılki yerel seçimlerde bir başka siyasal hareket ile birlikte Ankara’da ortak sol aday çıkarmışken sokağı yeni keşfetmiş olamazlar! 2014 yerel seçimindeki bu deneyimin gerçekçi bir analizi yapılmadan, özellikle oyların olması gerektiğinden çok daha düşük olmasını açıklamadan inandırıcılık kazanmak da kolay olmayacaktır. İnsanların bellek zayıflığına güvenerek siyaset değil ancak hamaset yapılabilir.
 
BHH böylece manifestosunda yer alan “Kürt meselesinde demokratik ve siyasal çözüm için” soldan bir tazyik yaratmak yerine seyirci kalmayı tercih etmiş bulunmaktadır. Yani bu maddenin oraya usulen konduğuna dair şüphelerin güçlenmesi kaçınılmazdır.
 
Oysa yapılması gereken çok basittir. AKP’nin geriletilmesi, Kürt meselesinin çözümünde HDP’nin güçlenmesi için, yani oldukça minimal gerekçelerle rahatlıkla HDP’ye oy çağrısı yapılabilir. Bu çağrı yapılırken HDP’nin kampanyasına dâhil olmak yerine bağımsız bir kampanya ile aşağıdan bir muhalefetin zemininin güçlendirilmesine çalışılır. Özetle oylar HDP’ye, birikimler sosyalist harekete!
 
Herkes İnce Memed’in babasını anarken bir takım göndermelerde bulunmayı alışkanlık haline getirdi. Yaşar Kemal Haziran seçimlerinde ne yapardı diye sorulacak olursa ikircikli bir yanıt olmayacaktır: Sözünü, eleştirisini esirgemez ama oyunu HDP’ye verirdi.

 

(Bu yazı Yeniyol’un Mart-Nisan 2015 tarihli 13. sayısında yayınlanmıştır)