Balkan Yücel

31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde AKP’nin kayda değer bir yenilgi almasının en önemli aktörlerinden birisi, hiç şüphesiz HDP olmuştur. Onca baskıya ve kayyum uygulamasına rağmen, Kürt illerinde büyük bir başarı göstererek, başta Diyarbakır, Van ve Mardin olmak üzere sembolik şehirlerin belediye başkanlıklarını kazanan HDP, batıda ise sadece İstanbul, Ankara, Antalya, Adana gibi Büyükşehirlerde değil, birçok ilçede de rüzgarın AKP’nin aleyhine esmesine büyük bir katkıda bulundu. Ancak, tabii ki, İstanbul ve Ankara’daki sonuçlar İslâmcı burjuva siyaseti açısından en kritik yenilgi anlamını taşıyordu. 

Talan ekonomisinin en önemli araçlarından olan belediyelerin elden gitmesi, parçalanmakta ve günden güne daha fazla kan kaybetmekte olan bir harekete siyasi bir bedel olarak da döndü. Bu durum karşısında AKP’nin sessiz kalmasının olanağı yoktu. Çünkü siyaset yapabilecek alanı oldukça daralmış; elinde sadece faşist ortağı ile üzerine destanlar yazdığı milliyetçi söylem ve artık kimin araç olduğunun belirsizleştiği düzeyde devlet gücüne bağımlılıktan başka bir şey kalmamıştı. Bu tablo Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyum atanmasını getirdi. Burjuva hukukunu geçtik, AKP hukuku açısından bile kayyum darbesinin meşrulaştırıcı sebeplerinin bulunmasının imkânsız olduğu bir ortamda, bu darbe, AKP’nin stratejik bir hat olarak siyasetini yeniden beka söylemi ve pratikte HDP’yi kriminalize etme üzerinden kuracağını gösteriyordu.

Kayyumların atanmasının üzerinden bir aya yakın bir zaman geçmişken, bu hattın daha da berraklaştığını söyleyebiliriz. AKP’nin ve devlet güçlerinin, çocukları PKK’ye katılmış anneleri HDP’nin önünde oturma eylemi yapmak için örgütlemesi, çocukları PKK’den tamamen bağımsız bir şekilde ortadan kaybolmuş annelerin bile polisler tarafından bu eyleme sürüklenmesi, saray medyasının ve AKP borazanlarının bu eylemi sabah akşam gündemde tutmaya çalışması bu hattın bir ayağı. Gençlerin HDP tarafından “kaçırılıp” dağa gönderildiğinin propaganda edildiği bu kampanyayla amaçlanan, kayyumlara yönelik tepkinin karşılanmasının yanında, tıpkı seçim öncesi İmralı’dan getirilen mektupla amaçlandığı gibi, HDP’nin PKK’den daha fazla kriminalize edilmesi, asıl “sorun odağı”nın HDP olduğu algısının yaratılması. 

Böylece HDP’ye yönelik bir kapatma davasının alt yapısı hazırlanırken, partinin AKP’yi zayıflatan örgüt yapısının ve seçmen kitlesinin etkisizleştirilmesi amaçlanıyor. Yakın zamanda, HDP Diyarbakır il ve ilçe yöneticilerine yönelik başlatılan soruşturma da bunu kanıtlıyor. Diğer yandan ise, HDP’ye yönelik böylesi bir kampanyanın karşısında dur(a)mayacak olan İyi Parti’nin Millet İttifakı’ndaki konumunun da altı oyuluyor. Uzun bir süredir siyasi alanı vatanseverler ve teröristler olarak iki kampa ayırma uğraşındaki AKP-MHP ittifakı, bu taktiğini, HDP’yi baş düşman ilan ederek devam ettiriyor. Sosyal medya mecralarında dönen tartışmalarda, CHP ve İyi Parti seçmenlerinin ciddi bir kesiminin bu anti-HDP cepheye gönüllü olarak yazılma hevesinde olduğu açıkça görülüyor. 

Burada anlaşılması gereken, HDP’yi düşmanlaştırarak kurulan siyasi alanın, sadece Kürt halkı için bir baskı anlamına gelmediği. Son döneme damgasını vuran Susamam isimli rap şarkısı hakkındaki tartışmalar da bunu gösteriyor. Kadın cinayetlerinden, ekolojik yıkıma, hukukun çürümüşlüğünden, yoksulluğa kadar birçok konuda söz söyleyen şarkı, iktidar yandaşları tarafından “PKK’ye neden laf söylemediniz?” diye eleştirildi. Burada tam da iktidarın kurmak istediği ideolojik formu görüyoruz. “Bu ülkede teröre laf söylemeden siyasete dair cümle kuramazsın” diyen iktidar cenahı, aslında söylenebilecek olanın sınırlarını sert bir şekilde çiziyor. İdeolojik inşa bu şekilde kurulduğunda, iktidarın amaçladığı şekilde olmasa bile, onun “bunu neden eleştirmediniz” dediği eleştiriyi yapmanın karşılığı, iktidar söylemini tamamıyla sahiplenmek, onun ideolojik hattına teslim olmak anlamını taşıyor. 

Bu durum bir anlamda, kuruluş aşamasındaki Nazi Almanya’sında Yahudilerin, düşman imgesi olarak kullanımına benziyor. Ekonomi yıkım aşamasındayken, yolsuzluk ve talan nedeniyle zengin ve yoksul arasındaki fark büyük oranda artmışken, iktidarın kirli işleri ve ilişkileri sağdan soldan taşarken, bütün bunlara karşı oluşan öfkenin HDP’ye kanalize edilmesi, “ilk eleştirilmesi gereken” odak olarak Kürtlerin gösterilmesi, AKP’ye işe yarar bir strateji olarak gözüküyor (tabii bunun getireceği tehlikeleri de göze alarak). Bu nedenle, en baştakinden bakanlara, saray medyasının çığırtkanlarından belediye başkanlarına, MHP’den Perinçek’e kadar herkes HDP’yi hedef tahtasına oturtup, Saray’ın ömrünü uzatmak için seferberlik ilan ediyor. 

Ancak, korkunun ecele faydası yok. Yalan, talan ve sömürü üzerine kurulu bu rejim, ne yaparsa yapsın kendi sonunu yaklaştırmaktan başka bir sonuç elde edemiyor, edemeyecek. Sosyalistler için, HDP’yi siyaset dışına itmeye, ona karşıtlık üzerinden şovenist bir seferberlik yaratmaya çalışan odaklara karşı HDP ile dayanışmak bugün asli bir görevdir.