
Mutlucan Şahan –
Mücadelenin stratejik operatörü olarak işleyebilecek bir devrimci örgütün inşasını bu inşanın taktik gerekçeleriyle savsaklamak, taktiği stratejiye, amacı harekete kurban etmenin utangaç bir yoludur.
“Önderlik işlemedi. Ama önderlik kitleler tarafından ve kitlelerin içinden yine yaratılabilir ve yaratılmalıdır.” diyordu Rosa Luxemburg düzen güçleri tarafından katledilmesinden bir gün önce yayınlanan yazısında. Yenilginin nedeni hem “kabaran bir devrimci enerjiye rağmen devrim durumunun yeterince olgunlaşmaması” hem de “eylemin zayıflığı ve yarım kalması”ydı.
Luxemburg, son günlerinde peşpeşe beş yazı kaleme aldı. Yaşamı boyunca devrimciliğinin merkezine oturttuğu kitlelerin dinamizmine ve yaratıcılığına olan güveni elden bırakmasa da bu yazılarda esas olarak vurguladığı şey aynıydı: devrimci önderliğin eksikliği. Bunların ilk üçünün başlığı “Önderler ne yapıyor?”, “Savsaklanan görevler” ve “Önderlik işlemedi” idi. Artık yenilginin kesinleştiği günlerde yazılan ve yaşanan yenilgiye rağmen devrimci eyleme olan inancı yükseltme, kitleleri yüreklendirme amacı taşıyan son iki yazısında bile bu eleştirel unsuru eksik etmedi.
Devrimci önderliğin eksikliği
Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım Almanya’da yaygın bir hoşnutsuzluğa sebep olmuştu ve kitle hareketi giderek yükselmişti. Tek tek veya küçük gruplar halinde devrimciler son derece aktif olsa da; hareket devrimci bir örgütün yönlendiriciliğinden yoksun bir biçimde gelişmişti. 1918 Kasımında tarih daha da hızlandığında Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in başını çektiği Spartakistler, Bağımsız Sosyal Demokrat Parti içinde küçük bir fraksiyon, işçi ve asker konseyleri içinde azınlık durumundaydılar. Yükselen hareketi koordine etme ve yönlendirme yeteneğine sahip bir partinin eksikliğinden yola çıkarak hızla bağımsızlaşıp ayrı bir örgüt kurmaya giriştiler ve Aralık sonunda yapılan kongre ile Almanya Komünist Partisi’ni oluşturdular. Fakat nihai ayaklanma için ne örgütsel bakımdan ne de taktik ve stratejik bakımdan henüz hazır değildiler.
Bu durum, Rosa Luxemburg tarafından “Spartaküs Birliği ne istiyor?” başlığıyla kaleme alınan parti programında şöyle ifade ediliyordu: “Spartaküs Birliği tüm Almanya’da proleter kitlenin büyük çoğunluğunun açık ve tereddütsüz iradesinin bir ifadesi olmadığı; proletarya Spartaküs Birliği’nin düşüncelerine, amaçlarına ve mücadele yöntemlerine bilinçli bir onay vermeden asla iktidarı devralmayacaktır. Proleter devrimi, tam açıklığa ve olgunluğa ancak çileli bir yolda tedricen, adım adım, yenilgilerden ve zaferlerden geçerek kazandığı acı deneyimlerle ulaşabilir.”
Acı deneyim
Fakat bu temkinli tutum, enerji patlaması yaşayan kitle hareketinin içinde bulunduğu durumla uyumlu olmadığı gibi, parti içinde bile bütünüyle paylaşılmıyordu. Program kabul edilmesine karşın kongredeki delegelerin önemli bir kesimi kendini olayların akışına kaptırmıştı. Partinin merkez komite üyesi olan Paul Levi’nin ifadesiyle “Sadece eylemlerin ve devrimci coşkunun militanlaştırdığı, eylemden başka bir şey düşünmeyen örgütsüz kitleleri temsil eden delegeler, kısa süre sonra yaşanacağı açıkça görülen yeni eylemlerin zafere değil, devrimci sürecin ciddi bir yara almasına neden olabileceğini göremiyorlardı. Durumun kötüleşmesi halinde kendilerine hareket alanı kazandıracak bir taktik geliştirme fikri akıllarının ucundan bile geçmiyordu.”
Kuruluş kongresi, iktidarın alınması konusunda acele etmemekten yana olan önderleri merkez komiteye seçmiş ve onların önerdiği programı kabul etmişti ama bu konuda tam olarak ikna olmadığını Rosa Luxemburg’un seçimlere katılma konusundaki önerisini reddederek göstermişti. Luxemburg, zamansız bulduğu ayaklanma önüne geçemediği şekilde başlamışken Clara Zetkin’e yazdığı mektupta kongredeki durumu şöyle tarif ediyordu: “Bizim yenilgimiz çocuksu bir yanı olan, sağduyudan uzak, dar görüşlü bir radikalizmin zaferi gibiydi.” İktidar, henüz hazırlıksızken kitle hareketini boğmak için ayaklanmayı kışkırttığında Rosa’nın sözünü ettiği radikalizm, Rosa’nın temsil ettiği stratejik iradeye galip geldi. Karl Liebknecht’in hükümetin düşürülmesi çağrısı yapan bildiriye merkez komiteden habersiz bir şekilde imza attığını öğrendiğinde Luxemburg’un “Bunu nasıl yaparsın Karl? Programımıza ne oldu?” dediği söylenir. Bu noktada yapacak fazla birşey kalmamıştı. Zamansız da bulsa, yönlendirme yeteneğinden uzak da olsa, parti artık ayaklanan kitlenin yanında yerini almak zorundaydı. Kahramanca savaşıldı ve “yenilgilerden kazanılan acı deneyimlere” bir yenisi eklendi.
Temmuz’da
Spartakist önderlerden Karl Radek, Berlin’de ayaklanma başladığında merkez komiteye geri çekilmeyi öneren bir mektup yazıp Rusya’da 1917 Temmuzunda Bolşevikler’in aldığı tutumu örnek gösteriyordu. Şubat Devrimi’yle Rusya’da, tıpkı Kasım Devrimi’yle Almanya’da olduğu gibi, savaştan bunalan kitlelerin kendiliğinden gelişen eylemiyle monarşi yıkılmış ve kurulan hükümetle kitlelerin özörgütlenme organları olan konseyler arasında bir ikili iktidar oluşmaya başlamıştı. Nisan ayında Lenin’in sürgünden dönmesiyle Bolşevikler stratejilerini değiştirip “Tüm iktidar Sovyetlere!” sloganı çerçevesinde sosyalist devrime yönelmişler, böylelikle hızla büyümeye ve sovyetlerdeki etkinliklerini artırmaya başlamışlardı. Temmuz ayı geldiğinde sovyetlerde azınlık durumundaydılar ve parti önderliğine göre doğrudan iktidarı hedefleyen bir hareketi yönlendirme kapasitesine henüz sahip değildiler. Fakat hükümetin cepheye asker sevkiyatını artırarak sürdürme kararı, askeri birlikler başta olmak üzere kitlelerde hoşnutsuzluğu artırmıştı. Bolşevik Partisi içinde bile, önderliğin sabırlı olup uygun anı bekleme kararına karşın, bir an önce harekete geçmek gerektiğini savunanlar vardı. O günlerde mitinglerde peyda olan Bleichmann adındaki anarşist bu hoşnutsuzluğun sözcüsü olmuştu; Troçki’nin aktarımıyla “Her zaman aynı fikri öne sürüyordu: silah elde sokağa çıkmak. Örgüt mü? ‘Sokak bizi örgütler.’ Görev mi? ‘Çarı devirdiğimiz gibi geçici hükümeti de devrimek.’”
Literatüre “Temmuz Günleri” olarak geçen olaylar, bu koşullar altında muazzam bir kitlesellikle patlak verdi. Bolşevikler önce kendiliğinden gelişen kitle hareketini yatıştırmayı denediler. Bunun mümkün olmadığını gördüklerinde ise hareketin başarılı olacağını düşünmemelerine rağmen olabildiğince örgütlemek ve yenilgiyle karşı karşıya geldiğinde en az zararla geri çekilmesini sağlamak üzere kitlelerin yanında olma kararı aldılar. Nihayetinde gelişmeler Bolşevikler’in hem öngörülerinde hem de aldıkları kararda haklı olduklarını ortaya çıkardı. Temmuz Günleri’nde kitle hareketinin güvenini kaybetmeyen, üstelik mücadele deneyimlerini artıran Bolşevikler iki ay sonra sovyetlerde çoğunluk oldu, üç ay sonra ise Ekim Devrimi gerçekleşti. Troçki de Rus Devriminin Tarihi‘nde Temmuz Günleri’ni Spartaküs Haftası’yla karşılaştırır ve “partinin stratejik hesabıyla değil başkaldıran tabanın tazyikiyle başlayan” mücadelede eksik olanın bir Bolşevik partisi olduğunu belirtir. Ona göre “Sıkı saflı bir öncünün önemi ilk kez tüm gücüyle Temmuz Günleri’nde, parti bunu pahalıya ödese de, proletaryayı bir hezimetten sakınıp devrimin ve kendinin geleceğini güvence altına aldığında ortaya çıktı.”
Vites Kutusu
Bolşevikler tarihin yazdığı senaryo sıradaki sahne onları gerektirdiği için ortaya çıkmamışlardı; söz konusu olan, yıllardan beri iradi ve bilinçli bir biçimde, çoğu zaman tarihin akışının tersine, hatta kimi zaman Rosa’nın veya Troçki’nin haklılık payı taşıdığı kadar sert eleştirilerine göğüs gererek ilmik ilmik örülmüş bir siyasal özneydi. Bu siyasal özne, II. Enternasyonal marksizminin savunduğu işçi sınıfını eğiten ve toplumsal gelişmeye eşlik eden parti anlayışına karşı, devrimi hazırlamak ve devrime hazırlanmak için inisiyatif alan stratejik operatörün meydan okuyuşuydu. Stratejik ilke olmadan; partinin deneyim ve bilinç taşıma işlevi tapınak bekçiliğine, toplumsal hareketin yanında ve içinde yer alma işlevi ise kavalyeliğe dönüşür.
Bensaid kolektif siyasal özneyi, bir öznel irade olarak siyasetin tarihi öncelemesi için, mücadelenin hızlanıp yavaşlayan ritmine, gericilik dönemlerinin yokuşlarına, kitle dinamizminin inişlerine ve tarihin sert virajlarına ayak uydurmak üzere gerekli olan “vites kutusu” olarak tanımlar. Böyle düşünüldüğünde ne hareketin kaynağı olan motorla ne de hereketin kendisiyle eş tutulabilir, ama ikisi arasında vazgeçilmez bir rol oynar. Üstelik motorun gücünü tekerleklere iletmenin ve arabanın hızını ayarlamanın dışında, araba durmuşken veya iyice yavaşlamışken motoru çalışır halde tutan da bu kritik parçadır. Bir arabanın bütünüyle kullanılmaz hale gelmesindense vites kutusunun bozulmuş olmasını tercih edebiliriz; ama hiçbirimiz bozuk vites kutusuyla zorlu bir yolculuğa çıkmak istemeyiz.
Tekrara düşme pahasına ordusuz komutanlar bahsine bir kez daha dönmekte yarar var. Ortada bir kitle hareketi yokken siyasal öznenin öneminden dem vurmanın karşısında bu metafor alaycılıkla öne sürülüyor. Kuşkusuz bu haklılık payı taşıyan bir argüman ve kitle hareketinin varolmadığı koşullarda devrimci bir özne inşa etmenin riskine işaret ediyor. Yine de bu alınması gereken bir risk. Öte yandan ortada devrimci bir örgüt yokken devrimci bir programa, hatta stratejiye sahip olmak bundan çok daha riskli. Hele kitlesel bir hareket söz konusu değilken ve bir siyasal inşa perspektifine sahip olmadan; ne mevcut toplumsal muhalefet unsurlarına dâhil olma ne de bunları yan yana getirme çabaları siyasal öznenin inşasına hizmet ediyor. Bize düşen, ne zaman geleceğini tam olark kestiremediğimiz bir tramvayı durdurmak için ihtiyari durakta aktif bir bekleyişi örgütlemek. Bugün itibariyle mevcut toplumsal muhalefet unsurlarını birbirine eklemleyecek, muhtemel toplumsal muhalefet unsurlarını açığa çıkarabilecek ve öngörülemeyecek devrimci krizlere hazırlık yapabilecek bir devrimci örgütün inşası bir görev olarak önümüzde duruyor.
“Ancak ıslah olmaz bir kaderci (yani mekanik bir determinist) bütün kitle patlamalarının o günde oldukları için o günde olmaları gerektiğine ya da bunun aksine, kitle patlamalarının olmadığı her durumda, olanak bulunmadığı için olmadığına inanabilir. Böyle bir kaderci (Kautsky-Bauer düşünce okulunda görülen) tutum, gerçekte leninist örgüt teorisinin bir karikatürüdür. Herhalde, Lenin’e karşı çıkarken “kitle kendiliğindenciliği” hakkında söyleyecek çok şeyleri olan leninizmin bütün düşmanlarının, aynı zamanda “kitle kendiliğindenciliği”ne olan “yüksek saygılarıyla” ne denli çelişkili olduğunun farkına varmadan kaba, mekanik determinizme düşmeleri ortak özellikleridir.”
Ernest Mandel, Leninist Örgüt Teorisi
“Harekete katılmak için hiçbir yerden tavsiye almadık. Ok yaydan fırladığında olayları oturup enine boyuna düşünmeye zaman yoktur. Hızlı karar verme dönemine girilir. […] “Stratejik an”a gebe önsezinin ve olayların akışını değiştiren inisiyatifin içerdiği anlamın, sabırlı analizlerin sonucunda ortaya çıktığı ne kadar da doğru. İnsanı tepkisiz bırakan gündelik rutin ile sorumsuzca yapılan anlık hareketlere karşı kimse ne olacağının güvencesini veremez. Sonuçta, aynı eğitime, duruma ilişikin aynı görüşe sahip, olaylar ve görevler konusunda ortak bir noktada birleşen militan bir topluluk, diyelim bir örgüt, kahramanlığa kaçmadan tarihin aniden hızlanmasına yanıt vermeyi en iyi bilen şanslı kesimdir.”
Daniel Bensaid, 1968 Son ve Devam
(Bu yazı Yeniyol’un Mart-Nisan 2013 tarihli 2. sayısında yayınlanmıştır)