Salih Öztürk –

 

Türkiye’de seçmenin ruh hali sıklıkla değişir ama siyasal yelpazenin toplumsal tabanı kolay kolay değişmez. 7 Haziran seçimlerinin en önemli gelişmesi kuşkusuz toplumsal tabandaki kaymaydı ve bunun kalıcılı olup olmadığını ve eğer kalıcıysa çok önemli etkilerini önümüzdeki dönemde göreceğiz.
 
Toplumun ekonomik krizler haricinde kendi kimlik algısına hitap eden partileri destekliyor oluşu Türkiye siyasetinin bir gerçekliği.

 
Oranlar değişiyor
 
Geleneksel merkez sağın çöküp, tabanının tümüyle AKP’ye hicret edişi ve bu hicretin üzerinden geçen neredeyse 14 yıl, DP’den bu yana gelen merkez sağı deyim yerindeyse konsolide etti. Bu anlamda artık DP geleneği diye andığımız gelenek bütünüyle AKP içinde çözündü ve bir anlamda kimlik değiştirdi. AKP’nin yeni bir merkez sağ kimliği yarattığını da söylemek durumundayız. Destekleyen kitlenin niteliğinin bir partiyi değiştirdiği sıkça görülmüştür, bazen de bir parti onu destekleyenleri önemli ölçüde dönüştürebilir. Yine de bunun karşılıklı bir etkileşim olduğunu unutmamalıyız. Ekonomik gidişatta olağanüstü bir kırılma olmadıkça muhafazakar taban istikrara ve kimliğe oy veriyor.
 
Merkez sağ AKP’de konsolide olmuşken ve bu haliyle sıkışmış ve ufuksuz haldeyken öbür yandan Kürt hareketine yönelik önemli oranda bir kan kaybı yaşanmakta. Türkiye’de 1980 darbesi öncesi yıllarda adeta gelenekselleşen % 60 sağ, % 40 CHP dengesi (1977 seçimlerinde CHP’nin en yüksek rakama, % 41’e ulaştığına şahit olmuştuk) darbeyi izleyen yıllardan itibaren % 70 sağ – % 30 (CHP, Kürt hareketi) bandına oturmuştu. Dolayısıyla bu seçimlerde gerçekleşen % 38 oldukça önemli bir sıçrama ve bizi neredeyse 80 darbesi öncesindeki dengeye yeniden taşıyor. Böylece merkez sağdan, sola doğru bu güne kadarki en yüksek oy kaymasının HDP’ye doğru gerçekleşmesi çok önemli bir dönemece işaret ediyor.

 
Tek uluslu cumhuriyet?
 
Bildiğimiz gibi cumhuriyet Türk kimliği üzerine inşa edildi. Tabii bu arada bir Türk kimliği de inşa edildi. Bu da neredeyse karşılıklı bir süreç. “Tehcir” ve “mübadele” sonrasında Cumhuriyeti kuran ve yöneten kadro rahatlamıştı. Artık tek uluslu cumhuriyet ve yine evrik olarak cumhuriyetin ulusu yani Türkler vardı. Geriye bir tek Kürtler kalmıştı ama onlar da İslam kimliğinin altında Türk kabul edildiler. İnkar Cumhuriyet tarihinin vazgeçilmez bir bileşenidir.
 
Kürt hareketinin kitlesel gücünün ve yoğun siyasileşmesinin bugün geldiği aşamada iki uluslu cumhuriyetin giderek fiiliyata dönüşmesi eğilimi ülkedeki pek çok şeyi değiştirmeye aday. Tabii fiiliyat başka şey, yasa başka bir şey. Buna rağmen HDP’nin başarısı ve başarısından daha da önemlisi bölgede kazandığı filli ağırlık. Kürt seçmenin ezici ağırlıkla HDP’ye yönelişi Osmanlıcılık söylemiyle devam eden AKP’nin tüm insicamını bozdu ve bu tür durumlarda hep olduğu gibi Türk-İslam vurgusu öne çıkmaya başladı.
 
HDP’nin ne kadar Türkiyeli denilirse denilsin, ezici biçimde Kürtlerin desteğini alarak %13’ü aşması gelecek açısından çok önemli şeyler söylüyor. Bu anlamda bir eşikten geçiyoruz, “kadim” tek uluslu devletin anlamsızlaşacağı bir eşikten (tabii görmezden gelinen ve gayrıresmi iddialara göre 3.5-4 milyonla Türkiye’de üçüncü büyük halk halindeki Suriyelilere ilişkin gelecekteki benzer tartışmalar henüz ufkumuzun dışında). Yaşadığımız ve yaşayacağımız gerilimin başlıca nedeni de bu. AKP’nin tek başına iktidar olamaması veya Cumhurbaşkanı’nın Başkanlık yolunun kapanması bu manzarada ikincil önemde kalıyor. TSK’nın hükümet politikalarına bu denli canı gönülden katılışı da bunun işareti. Kolay değil, ülkedeki müesses yapı AKP’siyle, MHP’siyle, CHP’lisi ve ulusalcısıyla bir dönemin bitip başka bir dönemin açılabileceğinin işaretini gördü. Tek ulusa dayalı bir cumhuriyetin meclisinde ikinci ulusun siyasal temsilcisinin bir grup olarak hele de % 13 ile bulunması mevcut cumhuriyetin tüm kabullerini sarsacak nitelikte ve iki uluslu bir cumhuriyeti kabullenmek o kadar kolay değil. Şimdiye kadar HDP çizgisinin % 6’lar civarında oyla bağımsız olarak meclise girmesinden bambaşka bir şey bu. İki veya daha fazla ulusun kabul edilebilirliği bu uluslara bağlı halkın çeşitli partilere bölünmüş olarak temsiliyeti çerçevesinde kabul edilebilir, içe sindirilebilir bir durumdu. “Çanakkale’de beraber dövüştük” jargonu ve İslam ortak paydası bu çerçeveyi şimdiye dek kaldırmaktaydı. Oysa şimdi Kürtlerin ezici çoğunluğunun merkez sağdan uzaklaşıp, Kürt kimliğini vurgulayışı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tanımında başka bir aşamayı ifade ediyor. Devlet için asıl endişe verici olan çatışma ortamı ve cenazeler değil Kürtlerin bir ulusal kimlik etrafında bir parti çevresine yığılmaları.

 
Sıkışma
 
Böylesi bir yığılmanın ileride Anayasa’yı da zorlayarak cumhuriyetin yapısında radikal değişimin önünü açabilecek oluşu TC için çok manidar bir eşiği ifade ediyor. Bunu en hızlı anlayan parti Ergenekoncularla belli ittifaklara girmiş ve TSK’nın da onayını almış olan AKP. İkincisi de kuşkusuz varını yoğunu Kürt sorununun inkarına yatırmış olan MHP. Kendisini Türk kimliği ile birebir örtüştürme çabasındaki MHP esasen İç Anadolu partisi görünümünden yine çıkamamanın verdiği gerilimle yeni duruma eski seçimlerden ve eski parlamentolardan çok daha farklı bir tepki verme durumunda kaldı. Geçen seçimlere göre % 3’lük oy artışının zaten AKP ile kendi arasında yüzer-gezer oyun dönüşü olduğunu bilen Bahçeli’nin “uzlaşmaz tutumu” bu çok önemli bir eşiğe verilen tepkiyi ifade ediyor. Böylesi önemli bir aşamada hemen herkesin tek uluslu cumhuriyetin savunusuna koşturması da şaşırtıcı değil.
 
İnkardan ve şehit cenazelerinden başka politik gündemi bulunmayan parti bir de iki uluslu bir cumhuriyete sürüklenmenin yaratacağı yeni politik durumun, daha da önemlisi zihinsel kırılmanın altından kolay kolay kalkamayacaktır. Tabii MHP her koşulda aynı misyonu sürdürerek şu ya da bu biçimde ayakta kalabilir ama ileride maazallah anayasal olarak tanınmış bir çift ulusluluk karşısında ne yapacak? İki uluslu ülkelerdeki etnik milliyetçi partiler gibi çoğunluk milliyetçiliği konumda ısrar edecek ya da marjinal bir ırkçılığa mı sürüklenecek! Cumhurbaşkanı, TSK ve MHP’nin durumu görüp, kendi kısa vadeli çıkarlarını da gözeterek savaşa doğru ani manevra yapmış olmaları bu durumda gayet anlaşılır. MHP’nin bir taraftan Saray ile kanlı bıçaklı olmak ama öbür yandan da savaş politikalarını destekleyerek yancı durumunda sıkışmaktan başka çaresi yok.
 
CHP ise beklenebileceği gibi çelişkili bir tutum sergiliyor. Bir yandan cumhuriyetin temelinde yatan tek ulus anlayışındaki erozyondan tedirgin, bir yandan da AKP manevralarına karşı pozisyon alarak güç kazanma çabasında. Kimlik sorununda CHP’nin tuttuğu safın Türk, Kemalist ve laik karakteri neredeyse sabitlenmişken bazı açılımlar da söz konusu elbette. Muhafazakar tabanın gönlünü hoş tutma çabası ancak uzun vadede CHP’ye bazı küçük kazanımlar sağlayabilir ve bu o kadar kolay değil. Nihayetinde andığımız saflaşmada CHP’nin de yakın vadede tek uluslu cumhuriyet fikrinden yana olacağı muhakkak. Partinin buradan çıkması için ciddi ve zorlu bir zihinsel dönüşümden geçmesi gerekiyor. Buna karşın ulusalcıların da CHP’yi hızla keskinleştirmeye çabalayacakları da aşikar.
 
Siyasal başarılar bizleri yepyeni sorunlarla karşı karşıya bırakır. Başka bir düzlemdeki sorunlarla. Eşikten sonraki süreç uzun ve sancılı olacak. Dünyaya bakma biçiminin, edinilen kimliğin değişmesi hele de bir ülkenin kurucu ilkelerinin dönüşüme uğraması, demokratikleştirilmesi kolay değil ve başlı başına bir mücadele alanı. İnkar son ana kadar kendini dayatmakta ısrar edecektir. Artık bu anlamda tam da bir “Türk sorunu”na hazırlanabiliriz.

 

(Bu yazı Yeniyol’un Eylül-Ekim 2015 tarihli 15. sayısında yayınlanmıştır)