M. Efe Fırat

Heteronormativite, heteroseksizm ve hetero-merkezcilik, kapitalizmin devamı ve sürekliliği için altın kıymette üç toplumsal ideoloji. Üretim, yeniden üretim ve tüketimle iç içe olan cinsellik ve ikili toplumsal cinsiyet düzeni, kapitalist birikim süreçlerinin de tam merkezinde yer almakta. Burjuva aile öncülüğünde zorunlu heteroseksüelliğin toplumsallaşması ve kurumsallaşması kapitalizmle olmuşsa da güncel şekliye bildiğimiz LGBT kimliklerinin ortaya çıkışını da yine aynı şekilde, emek gücünün pazar ekonomisine eklemlenmesiyle ilişkilendirmek mümkün. Kapitalizmin 1945’ten 1973’e süren uzun genişlemesi süresince ileri kapitalist ülkelerde zenginliğin paylaşımındaki göreli iyileşme; yaşam standardı ve refah seviyesindeki artış ile toplumsal mücadelelerin ve işçi-öğrenci hareketlerinin dünya çapındaki yükselişi altında ortaya çıkan LGBT kimlikleri ve özgürlük hareketleri sandığımızdan çok daha yeni. Türkiye’deki seyri gözlemlendiğinde LGBT hareketi kararlı ve istikrarlı militanları sayesinde kendi kamusallığını yaratmış durumda. Sayısı bir elin parmağını geçmeyen militanların yükselttiği gökkuşağı bayrağının ardında artık on binler yürüyor.

Kitlesellik bakımından ileri kapitalist ülkelerin gerisinden gelse de Türkiye LGBT Hareketi kendi kendini var etmiş bir toplumsal hareket. Ortaya çıkışı neoliberal dönüşümün ilk yıllarına denk düşüyor gibi görünse de aslında 12 Eylül sonrası ilk kitlesel işçi-madenci eylemlerinin hemen ertesinde gerçekleşiyor. 1990’lı yıllardan 2000’lere kadar süren kendini var etme çabası, 2000’li yıllarda artık kendini hatırı sayılır bir görünürlüğe bırakıyor: Homofobi/transfobi karşıtı buluşma ve çalışmaları süreli yayınlar destekliyor, besliyor; yerel ağlar, çevreler, platformlar bir bir dernekleşerek LGBT sivil toplumunu oluştururken üniversite toplulukları kendilerini ilan ediyor ve akademide hatırı sayılır bir meşruiyetin oluşmasını sağlıyor. Şüphesiz bütün bu kazanımlarda LGBT öz örgütlerinin yadsınamayacak bir rolü var. Buna karşın, heteroseksizm karşıtı düşüncenin belli çevreleri aşarak hızla toplumsallaştığı iddiasında bulunmak gerçekçi olmaz. Türkiye’de kapitalizmin tüm kurum ve pratikleriyle derinleştiği yıllarda kendini var eden LGBT öz-örgütlerinin devrimci sosyalist gelenekten beslendiği söylenemeyeceği gibi, devrimci sosyalistlerin de ne heteroseksizm karşıtı düşüncenin içselleştirilmesi ve toplumsallaştırılması konusunda, ne de LGBT’lerin kurtuluşu konusunda, hareketin artık kendini var ettiği yıllara dek, elle tutulur bir çaba gösterdiği söylenemez.

Güncel haliyle farklı siyasi tercihleri, farklı siyasi yapıları ve türlü türlü militanıyla LGBT hareketi küresel kapitalizme, neoliberal muhafazakârlaşmaya ve otoriterleşmeye karşı yürütülecek birleşik mücadelenin zengin ve kalabalık bileşenlerinden biri olsa da hareketin radikalleşmesinin önündeki engellerin aşılması gerektiği kadar devrimci sosyalistlerin de kapitalizmin heteroseksist yönüne hiç olmadığı kadar gür bir sesle karşı koymaları; insanlığın muhtemel kurtuluşuna tüm cinsel yönelimleri ve cinsel azınlıkları dâhil etmeleri gerekiyor.

Aslına bakılırsa LGBT’ler için kapitalizm altında özgürlüğün muhtemel bile olmadığı çok açık; bir LGBT birey için, cinsel normların ve cinselliğin örgütlenişinin egemen ideolojilerden olan heteroseksizm tarafından belirlendiği kapitalist düzende “heteroseksüel” ve “heteroseksüel olmayan” ikiliği içine hapsolarak toplumsal hayatta ‘yabancı’ olarak yer almaktan ve toplumsal/sınıfsal güç ilişkilerinde, piyasanın en pembesinde dahi, sermayedarsan aşağıda, ücretliysen en aşağıda yer almaktan başka bir seçenek yok.

Oysa LGBT kurtuluşu, insanlığın ortak kurtuluşunun hayati bir parçası. Öyle ki LGBT’ler ve diğer tüm cinsel azınlıkların gerçek anlamıyla özgür olmadığı bir düzende özgürlükten bahsedemeyiz, buna komünizm de dâhil. Cinselliğin ve cinsel normların yeniden, heteroseksizm karşıtı bir örgütlenişi ancak toplumsal ve sınıfsal bir alt üst oluşla, mümkün olacaktır. Bunun için kapitalizm karşıtı devrimci mücadelenin mutlaka heteroseksizm karşıtı da olması gerekmektedir. Üretim, tüketim ve dağıtımdaki merkezi konumuyla ikili cinsiyet düzenini ve heteroseksizmi kendine düşman edinmeyen her türden mücadele biçimi er ya da geç karşı devrimcileşmeye mahkûmdur. Bununla birlikte reformist eğilimlere düşmeksizin gündelik hayatta LGBT’lerin ve diğer tüm cinsel azınlıkların en az heteroseksüeller kadar toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal haklara sahip olmaları için mücadele etmek devrimci militanlar arasında şaşılacak bir şey olmaktan çıkmalıdır. Ayrıca mevcut şartlarda bir yandan LGBT’lerin ve diğer tüm cinsel azınlıkların gerek antikapitalist devrimci örgütlerde, gerekse geniş kitle örgütlenmeleri ya da sendikalar içerisinde sürdürdükleri kendi kurtuluş mücadelesinin; diğer yandan LGBT’lerin bizzat kurucusu ve yürütücüsü oldukları öz örgütlenmelerde sürdürdükleri haklar mücadelesinin öneminin yadsınamaz olduğunu vurgulayalım.

Son olarak, küresel kapitalizme, neoliberal muhafazakârlaşmaya ve otoriterleşmeye karşı yürütülen birleşik mücadelenin başarıya ulaşması ve toplumsal hayatın her alanında yok sayılma ve yok edilme kıskacında kalan LGBT’lerin ve diğer tüm cinsel azınlıkların toplumsal kurtuluşu ancak heteroseksist kapitalizmden kopuşla mümkün olacaktır. Homofobiye, transfobiye ve bifobiye karşı; gettolaşma ve asimilasyon karşıtı; eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu ve kapsayıcı ‘queer’ sosyalizmi toplumsallaştırarak “artık özgür olmak istememe utancından” kurtulabiliriz.