
“Brezilya’daki protestolar ile başka ülkelerdeki “öfkeliler” hareketleri arasında çok sayıda benzerlik var. Ama elbette Brezilya’ya özgü birçok özellik de mevcut”
“Can alıcı bir mesele de halkın önemli katmanlarının kitle seferberlikleri deneyimini yaşamış ve zaferler kazanmış olması, üstelik bundan zevk almaları. Bu yorgunlukla yavaş yavaş son bulabilir ancak bunun sağ tarafından çalınabileceğine inanmıyorum.”
Juan Tortosa – Avrupa’da bazıları, ülkede ekonomik ve sosyal açıdan tam bir gelişme yaşandığı sırada, toplu taşıma fiyatlarına yapılan zamma karşı protestoları anlamakta güçlük çekiyor. Acaba kendisini temsil edilmemiş hisseden orta sınıfın tepkisinin bir dışavurumu mu söz konusu?
João Machado: Bir kere işin doğrusu şu ki Brezilya’da tam gelişme hâlinde bir ekonomik ve toplumsal durum olduğuna dair fikir yanlış. Federal hükümet bu fikri yutturmaya kalkışıyor, ayrıca bu uluslararası burjuvazinin de (ve onun kitle iletişim araçlarının da) işine geliyor, ama olup biten bu değil. Lula hükümetleri zamanında Fernando Henrique Cardozo hükümetleri devrinde olduğundan daha fazla ekonomik büyüme gerçekleşmiş olmakla birlikte, Brezilya’nın tarihsel bilançosuna bakıldığında veya dünyanın bütünüyle kıyaslandığında Brezilya’nın büyümesi çok vasat. Brezilya’nın son on yıldaki ekonomik büyümesi Latin Amerika’daki en zayıf büyüme performansları arasında, ayrıca “yükselen” olarak adlandırılan başka ülkelerinkinden de düşük.
Üstelik rakamları şimdiden elimizde olan iki yıllık Dilma Rousseff iktidarında büyüme daha da düşmüş durumda: GSYİH 2011’de %2,7, 2012’de %0,9. 2013’te ise, hükümetin önceki büyük toparlanma umutlarına karşın, veriler şimdiden büyümenin bir kez daha vasat kalacağına işaret ediyor. Bu elbette büyük ölçüde dünya ekonomisindeki kötü gidişattan kaynaklanıyor (tıpkı Lula hükümetinin daha az kötü performansının büyük ölçüde, esasen Çin tarafından uyarılmış olan uluslararası hammadde piyasasındaki fiyat patlaması [boom] sayesinde elde edilmiş olması gibi) ama gerçek şu ki Brezilya’da önemli bir ekonomik büyüme süreci mevcut değil. Şayet “kalkınma” hipoteziyle daha uyumlu biraz daha geniş bir açıdan düşünecek olursak, değerlendirme daha da kötü. Brezilya son yıllarda sınaî bakımdan – bir sanayisizleştirme süreci yaşanıyor – ve özellikle dış dünyayla ekonomik ilişkiler açısından gerilemiş durumda. Brezilya hammadde ihracatçısı ülke hâline geldi, 20 yıl öncesine göre daha az sanayi ürünü ihraç ediyor. Bu alanda dışa bağımlılığı artmış durumda.
Ancak ekonomik sorunlar bununla da sınırlı kalmıyor. Son aylarda enflasyonda – sınırlı olmakla birlikte fark edilir – bir yükselişe tanık olunuyor (şu anda bu yıl için %6 civarında bir oran bekleniyor). Aynı zamanda, dış ödemeler dengesinde (enflasyonu denetim altında tutmanın bir aracı olan – Brezilya para birimi – Real’in aşırı değerlenmesiyle kısmen izah edilebilir) bir bozulma var. Zayıf büyüme, enflasyon ve dış ödemeler dengesinin bozulması; bütün bunlar hükümetin hareket kabiliyetini çok sınırlayan bir koşullar bileşimi oluşturuyor. Ayrıca, ekonomik açıdan çok muhafazakâr bir hükümet söz konusu olduğundan, bu hükümetin en büyük şevkle yapmaya giriştiği tek şey kamu harcamalarını denetim altına alıp sermayelere teşvik vermek oluyor – kaldı ki bu politika sonucu bugüne dek dişe dokunur bir sonuç elde edilmiş de değil.
Sorduğun sorunun daha fazla mutabık olduğum bir yanı var. (Toplu taşıma fiyatı halkın satın alma gücüne göre gerçekten yüksek olsa da) seferberliklerin yalnızca ve kuşkusuz esasen şu andaki görece kötü ekonomik durumla izah edilebilir olmadığı açık. Gösterilerin bastırılması karşısında duyulan öfke, gösteri hakkına verilen destek önemli bir ağırlığa sahip. Tıpkı bunun gibi, sorunun ima ettiği ancak benim “kendisini temsil edilmemiş hisseden orta sınıftan” ziyade siyasal sistemin genelleşmiş meşruiyet kaybı olarak koyacağım bir yön de mevcut. Nüfusun büyük bir bölümü çoğunluk partilerinin çok benzer politikalar uyguladıklarını hissediyor. Mesela, São Paulo’da toplu taşımacılık sorunundan en doğrudan sorumlu yetkililerin, PT’li belediye başkanı Fernando Haddad ile Brezilya Sosyal Demokrat Partisi PSDB’li eyalet valisi Geraldo Alcmin’in genellikle özdeş tepkisinde açıkça ifadesini bulan da bu.
Federal hükümetin son yıllarda ve özellikle seçimler sırasında açık bir çoğunluk desteğine sahip olduğu doğru olmakla birlikte, seferberliklerin hemen öncesinde yayınlanan anketler bu destekte önemli bir düşüşe işaret ediyor. Ve hükümeti en az destekleyen kesim tam da (elbette proletaryanın bir parçasını oluşturan) ücretlilerin orta kesimi ve orta tabakalar. Hükümet kimi analistlerin “alt-proleter” olarak adlandırdıkları kesimde, daha güvencesiz ücretliler ve en yoksullar arasında daha büyük bir desteğe sahip. Ne var ki bu kesimin bir bölümü dahi sömürüldüklerinin ve ezildiklerinin bilincine varır varmaz isyan etti – mağazaları ve bankaları kapama, otomobilleri yakma inisiyatifleri hep onlardan geldi.
Ekonomiye hangi toplumsal kesimler hâkim? Brezilya’nın ekonomik büyümesi tüm topluma yarar sağladı mı?
Brezilya ekonomisine, her halükarda, gerek ulusal gerek yabancı, aralarında belli çelişkiler olan, finans kapital, büyük sanayi sermayesi ve agro-business (büyük tarım burjuvazisi) arasındaki bir ittifak hâkim. Örneğin aşırı değerli Real politikası ithalat ile rekabeti güçleştirdiğinden sanayi sermayesi açısından sorun yaratıyor. Ancak bu sermaye fraksiyonu hükümetin ekonomi politikasının genel neoliberal çerçevesini kabul etmiş olduğundan, bu politikada değişikler lehinde baskı yapmak için fazla bir alana sahip değil. Brezilya’nın son yıllardaki – hükümet propagandasının söylediğinden ve uluslararası burjuvazinin övgülerinden daha az önemli olmakla birlikte var olan – ekonomik büyümesi özellikle finans kapitale ve agro-business’e fayda sağladı. Ama pastanın bir dilimi de, özellikle sosyal yardımların artmasıyla (bu planın en önemli bileşeni çok ünlüdür, söz konusu olan “Bolsa Familia” programıdır), keza asgari ücretin önemli ölçüde artmasıyla (ki bu asgari ücrete endeksli emekli aylığı alanlar için de sonuçlara sahiptir) toplumun en yoksul tabakalarına sunuldu. Hükümetin en fazla desteği en yoksul tabakalar arasında bulmasını izah eden büyük sebep de bundan başkası değildir.
Bunun yanı sıra, kamu eğitiminin durumunun hiç de iyi olmamasına rağmen, federal hükümet devlet üniversitelerini yaygınlaştırdı ve en mütevazı kesimlerin özel üniversitelere girişini kolaylaştıran bir burs politikası geliştirdi.
En fazla kayba uğrayanlar ise, orta kademe ücretliler, daha yüksek ücret alanlar ve özellikle kamu kesimi emekçileri oldu. “Orta tabaka” olarak nitelenebilecek (ayrıca proletaryanın bir kısmını, hatta işçileri kapsayan) bir kesimin hükümet hakkında çok daha olumsuz bir kanaate sahip olmalarının sebeplerinden biri bu.
Hükümetin köylü tarımını değil agro-business’ı teşvik etmesi nedeniyle, keza köylüler ve (Brezilya’da fazla sayıda olmayan) yerliler de kaybedenler arasındaydılar. Federal hükümet gerçek bir yerli soykırımını görmezden geliyor – büyük toprak sahipleri tarafından işlenen çok sayıda yerli cinayeti var ve hükümet bunların agro-business’ı, yani o “yönetimde istikrar” denen şeyi sağlamak üzere gerçekleştirilen siyasi ittifakların önemli bir parçasını oluşturmaları nedeniyle bu cinayetlere göz yumuyor.
İktidardaki PT’nin nasıl bir bilançosunu çıkarıyorsun?
PT hükümetlerinin izlediği çizgiyi sanırım şöyle özetlemek mümkün: Hâkim sınıflarla cepheden hiçbir çatışmaya girmemek koşuluyla, “aşağıdakilere” bir şeyler vermek ki bu da bu sınıflar tarafından desteklenen neoliberal politikada hiçbir temel yönelim değişikliği yapmamak anlamına geliyor. Bu esasen muhafazakâr bir yönelim. Ekonomik durum elverdiği sürece bunu yapmak mümkün; ekonomik büyüme sayesinde, yukarıdakilerden bir şey almadan aşağıdakilere bir şeyler verilebilir. Lula’nın, PT’nin ve PT’nin yönettiği örgütlerin gücü emekçilerin ve toplumun ezilen katmanlarının taleplerini sınırlamaya imkân veriyor.
Lula, sınıflar mücadelesinin yerine (özellikle yukarıdakilerle) müzakereyi ve (aşağıdakiler için, müzakere yeterli olmadığında) denetimi koyarak (az çok) herkes için yönetmenin mümkün olduğuna inanmış görünüyordu ki PT’yi de buna ikna etmişe benziyor. Bu çizginin belli bir anda – şimdi olmaya başlar göründüğü gibi – barutunu tüketmesi gerekir. Nihayetinde, PT hükümetleri Brezilya toplumunun şiddetli çelişkilerini ortadan kaldırmadılar; ne emperyalizme bağımlılığı ne de kapitalizmin çelişkilerini ortadan kaldırdılar. Ayrıca, aşağıdakilerin taleplerinin PT, müttefikleri ve bunların yönettikleri örgütler tarafından denetim altında tutulması da sonsuza dek süremez.
Bu çizgi işçi ve halk hareketini zayıflatmış durumda – ki bu durum hareket kendisini yeniden örgütleyebilene kadar en az birkaç sene sürecek. Bu, PT’ye şimdiye kadar ikincil bir şey gibi görünüyordu, zira bu parti sağ ile geniş ittifaklar sayesinde büyüyen seçmen gücüne güveniyordu.
Hükümetin çizgisinin çok olumsuz başka veçheleri de var. Vurgulanması gereken bu yönlerden biri agro-business kesimleriyle ittifakların güçlendirdiği ekolojik sorunları küçümseme. Bir başkası ise, PT’nin ittifak sistemi içindeki önemi sayesinde güç kazanan köktenci dinci sağ için uzamlar açılması.
Protestolar nasıl ve ne zaman doğdu? Ne tür talepler söz konusu?
Farklı zamanlarda doğmuş olan ayrı, hatta birbiriyle çelişen birçok talep mevcut. Yine de hareketin merkez üssünün São Paulo şehri olduğu ve seferberliklere yol açan talebin, 3 Real’den 3,20 Real’e yükseltilen kent toplu taşımacılık fiyatına yapılan zammın geri alınması talebi olduğu söylenebilir. İlk gösteri 6 Haziran’da gerçekleşti. Daha kalabalık iki gösteri daha oldu, ancak durumda bir olağanüstülük yoktu; gösterilere yalnızca birkaç bin kişi katılmıştı. 13 Haziran’da en az 15 000 kişinin katıldığı daha büyük bir gösteri gerçekleşti ve işte o sırada daha önceki gösteridekilerden çok daha sert bir polis müdahalesi oldu. 250 gözaltı ve plastik mermilerle veya cop darbeleriyle yaralanmış onlarca kişi vardı. Çok sayıda gazeteci gözaltına alındı ve yaralandı. Plastik mermiyle gözünden yaralanan bir gazetecinin fotoğrafı sosyal medya aracılığıyla çok geniş bir kitleye ulaştı.
São Paulo’daki seferberlikte büyük bir artış ve bunun tüm ülkeye yayılması işte o andan itibaren gerçekleşti. Bu kentte 17 Haziran’da meydana gelen bir sonraki gösteride eksen, tarife zammının iptali talebinin yanı sıra polis şiddetini protesto oldu. 13-17 Haziran arasında, gösterilere büyük bir sempati dalgası ve polis şiddetine karşı gösteri hakkını savunan büyük bir toplumsal öfke ortaya çıktı. O günlerde büyük medyada bir tutum değişikliği görüldü; artık talebin “akıl dışılığına” karşı açık bir düşmanlıktan (her ne kadar hâlâ fiyat artışlarının, zammın önemsiz olduğunu vb. düşünüyor olsalar da) belli bir sempatiye geçmekteydiler. Ama asıl önemlisi, artık göstericileri şiddet eylemlerinin sorumlusu ilan etmekten vazgeçip sorumluluğu aşırı tutumu nedeniyle askeri polise yüklemekteydiler. Öyle olunca, São Paulo eyalet hükümeti de çizgi değiştirmeye ve baskıyı (kısmen) askıya almaya karar verdi. Daha önceki gösterilerle dayanışma duygusu, polis şiddetinin reddi, medyanın daha lehte tutumu; tüm bunlar gösterilerin patlamasını ve ülke geneline yayılmasını (medya 400’ü aşkın kentte gösteri yapıldığını haber yapmıştı), ayrıca sloganlarının genişlemesini kolaylaştırdı.
Daha önce söylediğim gibi, baskıya karşı protesto temel saik hâline gelmişti; toplu taşımacılık üzerine sloganların yanında en fazla atılan slogan (bu gösteri neredeyse baştan sona sakin geçtiğinden) “ne tesadüf, polis olmayınca şiddet de olmuyor” oldu. 17 Haziran’daki bu gösteride bir başka önemli konu Dünya Kupası ve Konfederasyon Kupası için yapılan aşırı harcamaların protesto edilmesiydi. Portekizcede kafiyeli “não quero bola, quero escola” yani “futbol değil okul istiyorum” tarzı birçok slogan vardı. Aynı şekilde, sağlığın ve eğitimin futboldan daha önemli olduğunu vurgulayan sloganlar da vardı. Keza belli bir ağırlıkla homofobi karşıtı sloganlar da ortaya çıktı. Kaldı ki bu sorun geçtiğimiz aylarda köktenci dinci sağa karşı çok sayıda seferberliğe yol açmıştı (şu anda köktenci dinci sağ tarafından savunulan ve eşcinselliği bir hastalık olarak tedavi etmeyi hedefleyen bir kanun tasarısına karşı büyük bir kamuoyu seferberliği mevcut).
Aynı zamanda, yolsuzluğa karşı sloganlar da güç kazanmaya başladı. Bu elbette halk içinde yaygın bir kanıya tekabül ediyor, ancak bu aynı zamanda en sağdaki basının izlediği bir çizgiye de tekabül ediyor. Ülkenin en çok satan – ve en sağ dergisi – “Veja” 15-16 Haziran tarihli sayısının başlığını şu şekilde attı: “ Gençlerin İsyanı – Toplu Taşıma Fiyatlarından Sonra Sıra Yolsuzluğa ve Suçluluğa Geldi”. Diğer basın organları gençliğin suçlulukla mücadele ettiğini (yani daha fazla polis istediğini) söyleyecek kadar ileri gitmeseler de, yolsuzluk sorununu onlar da vurguladı.
Aynı şekilde, 17 Haziran’daki gösteride polis provokatörleriyle işbirliği yapan açıkça aşırı-sağ grupların varlığı da görülmeye başlandı. “Partiler” aleyhindeki ve esasen parti bayrakları aleyhindeki duyguyu güçlendiren de bu gruplar oldu. 20 Haziran Perşembe gününden itibaren sağ grupların bu varlığı daha da belirginleşti. Diğer bir deyişle, gösteriler kitleselleştikçe ve ülke geneline yayıldıkça (17 Haziran’dan itibaren çok sayıda eyalet başkentinde ve ülkenin diğer şehirlerinde gösteriler gerçekleşti; São Paulo’daki gösterilere kesinlikle 100 000’i aşkın kişi katıldı, medyanın verdiği rakamlara göre Rio de Janeiro’daki gösterilerde de 100 000’in üzerinde katılımcı vardı) farklılaşıp önemli çelişkiler gösterdi.
Başka ülkelerdeki “öfkeliler” hareketleriyle benzerlikler var mı?
Brezilya’daki protesto gösterileriyle başka ülkelerdeki “öfkeliler” hareketleri arasında çok sayıda benzerlik olduğu kesin. Bunların hepsi, esasen gençler tarafından oluşturulan (her ne kadar Brezilya’da 17 Haziran’dan itibaren diğer yaş gruplarından insanlar da mevcut olsa bile) hareketler. Ayrıca bunların hepsini kolaylaştıran da Facebook ve buna benzer sosyal ağlar oldu. Hareketin saiklerinin önemli bir bileşenini oluşturan adaletsizliğe karşı bir öfke duygusu var. Ama elbette Brezilya’ya has birçok özellik de söz konusu. Mesela, başka ülkelerdeki “öfkeliler” hareketlerinin PT’nin tarihine sahip bir partinin hükümetiyle karşı karşıya geldiğini sanmıyorum. Keza Brezilya’da bizim başka ülkelerdekinden daha güçlü çok çeşitli “geleneksel olmayan” bir toplumsal örgütler ve halk örgütleri ağına sahip olmamız da mümkün.
Seferberliklerin kökeninde yer alan toplumsal kesimler hangileri? Bunların mücadele ve örgütlenme biçimleri neler?
São Paulo’daki toplu taşıma zammına karşı hareketin kökeninde “Movimento Passe Livre” (MPL, yani Bedelsiz Toplu Taşıma İçin Hareket) bulunuyor. Bu, 2005’ten beri var olan ve hiçbir zaman bugünkü boyuta erişmemiş olmakla birlikte birçok kez seferberlik örgütlemiş olan bir hareket. Partisiz, hiyerarşi karşıtı, yatay ama partilere karşı olmayan bir hareket olarak belirginleşiyor. Bu hareket genellikle PSOL ve PSTU (Birleşik Sosyalist İşçi Partisi) gibi en soldaki örgütlerle her zaman iyi ilişkiler içinde oldu. Bu partiler de 6 Haziran’dan beri MPL ile işbirliği yaparak seferberlikleri fiilen desteklediler. PT’nin bazı kesimleri de buna katıldı. PSOL’a yakın (bu partinin genç üyelerinin içerisinde etkin görev aldığı) gençlik örgütleri geniş bir katılıma sahip oldular. Anarşist kesimler de başından beri hareketin içinde yer aldılar.
MPL’nin toplumsal tabanı esasen (hareketin kendi üyeleri gibi) orta tabakalar gençliği. Hiç kuşkusuz bir sol hareket, genel olarak PT’den daha solda bir hareket söz konusu. 13 Haziran’dan sonra başka birçok hareket ya da örgüt seferberliklere eklendi ve bunların örgütlenmesinde yer aldı. Özellikle, São Paulo’da kent varoş ahalisini örgütleyen MTST (Evsiz Emekçiler Hareketi) ve Aktif Periferi hareketinin durumu bu. Ayrıca, LGBT hareketi, kadın ve gençlik hareketleri de var. Keza hükümetteki sol da (PT’nin ve PCdoB’nin – komünist parti – kimi kesimleri) seferberliklere katılmaya başladı. Ayrıca anarşistlerin katılımı da artmaya başladı. Bunun yanı sıra, yine aşırı sağ gruplar da hareketin yönelimini değiştirmeye çalışmak için müdahil olmaya başladılar.
Diğer kentlerde gösterileri benzer kesimler – toplu taşımanın bedelsizliği veya toplu taşıma tarifelerine zam yapılmasına karşı mücadele eden kolektifler (MPL ülkenin tamamında örgütlü değil; birçok kentte benzer hareketler mevcut) sol partiler ile işbirliği yaparak örgütledi. Çok sayıda kentte, iki yılı aşkın zamandır sadece Dünya Kupası için yapılan fahiş harcamalara karşı değil, aynı zamanda Kupa için girişilen inşaat faaliyetlerinde yerlerinden edilen insanların maruz kaldığı hak ihlallerine karşı ve bunun yanında bu amaçla kabul edilen (FİFA’nın şartı) istisnai mevzuata vb. karşı bir seferberlik örgütlemeye başlamış olan “Comitês Populares da Copa” [Kupa Halk Komiteleri] mevcut. Bu komiteler birçok kentte gösteriler için yapılan çağrılarda önemli bir paya sahip oldular (ve olmaya devam ediyorlar). Aslında, polis tarafından en fazla şiddet kullanarak bastırılan gösteriler de, Federasyon Kupası maçlarının yapıldığı stadyumlara yakın yerlerde oldu. Yine de bu durum, statların dışındaki protestocu sayısının statlarda maç seyredenlerin sayısından fazla olmasının önüne geçemedi.
17 Haziran pazartesi gününden itibaren gösterilere çağrılar, Facebook ve diğer sosyal medya kanallarında kullanıcıdan kullanıcıya aktarılarak durmaksızın çeşitlenip, bahsedilen örgütlerin harekete geçirme yeteneğini fersah fersah aştı. Hareketin katılımcılarının çoğunluğu (elbette genç ücretliler de dâhil) orta tabaka gençleri olmaya devam etse de, katılım diğer yaş gruplarına ve toplumsal katmanlara ve özellikle büyük kentlerin çevre mahallelerinin en yoksul sakinlerine genişledi.
Şu andaki hareket ile diğer toplumsal hareketler, mesela topraksızlar, evsizler hareketi ve benzeri hareketler arasındaki ilişki ne? Bu hareket ile başka toplumsal kesimler arasında bir eklemlenme var mı?
Daha önce de açıklamış olduğum gibi, evsizler hareketlerinin, gençlik hareketlerinin, varoş ahalisinin, Dünya Kupası halk komitelerinin ciddi bir katılımı var. Ayrıca, MST (Topraksızlar Hareketi) de kent nüfusu seferberlikleri söz konusu olsa bile, gösterileri destekledi. Öte yandan, mevcut seferberlikler ile örgütlü işçi hareketi arasında bir ilişki ya da iyi bir ilişki yok. CUT (Tek İşçi Merkezi, ülkenin başlıca sendika konfederasyonu) – sanırım başka işçi sendikaları da – gösterileri resmen desteklemeye başlamış olsa dahi, işçi sınıfının sınıf olarak bir katılımının not edilemeyeceğini söylemek mümkün.
Bunun önündeki en büyük engelin – ki bu ayrıca bir dereceye kadar bugün kendini gösteren hareket ile MST arasındaki ilişkileri de etkiliyor – federal hükümetin CUT üzerindeki denetimi ve MST’nin aynı hükümetle aşırı yakınlığı olduğunu düşünüyorum. Hareketten yükselen sesin tonu gayet doğal bir biçimde (eyalet hükümetlerine ve genel olarak belediyelere ek olarak) federal hükümeti hedef alıyor.
Futbol ülkesinde insanların daha az futbol, (eğitim, sağlık vb.) başka sektörlerde daha fazla yatırım için seferber olması Avrupa’da şaşkınlıkla karşılanıyor. Bunu nasıl izah ediyorsun?
Bu, Brezilya’da bizim için de bu gösterilerle birlikte bizi şaşırtan şeylerden biri oldu. Ancak buna bir açıklama getirmek zor değil. Bu Federasyon Kupası (ki aynı şey fazlasıyla Dünya Kupası’nda da olacak) halkın katılması için düzenlenmiş değil. Biletler pahalı. Dahası, bundan da önemlisi, bu “mega-olayların” (Dünya Kupası, Olimpiyatlar, Federasyon Kupası) organizasyon sürecinin tamamı bir skandal ve insanların adalet duygusunu zedeliyor. Maliyetleri çok yüksek, işletmelerin kârları çok büyük ve FİFA’nın dayatmış olduğu – tam bir olağanüstü hâl rejimi kuran – koşullar saçma. Nüfusun bir bölümü mülksüzleştirilmelerden mustarip. “Comitês Populares de la Copa” [Kupa Halk Komiteleri] içinde bir araya gelmiş halk örgütlenmeleri “mega-olaylar” politikasının saçmalığına dikkat çekmeye başlayalı şimdiden iki yıl oluyor.
Federasyon Kupası’nın seferberlikleri azaltıcı bir işlev görmek yerine bunları uyardığını düşünüyorum. İnsanlarda adalete susamışlık ve adaletsizliğe öfke futbol tutkusundan daha güçlü çıktı.
Hareketin taleplerine hükümetin cevabı ne? Devlet aygıtında çelişkiler mevcut mu?
Hükümet ya da daha doğrusu ülkedeki farklı partilerden değişik hükümetler toplu taşıma fiyatları meselesinde pes etti. Bu ilk sorun konusunda hareket çabuk ve net bir zafer kazandı. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff 21 Haziran Cuma günü “sokağın sesini duyma” sözü veren, “ayaklanmalara (arruaças) müsamaha göstermeyeceğini” söyleyen (ve özellikle Federasyon Kupası’nın güvenliğini sağlayacağını söyleyen), “kamu hizmetleri için bir pakt” öneren bir konuşma yaptı. Diğer bir deyişle, siyasal yönelimde hiçbir değişiklik belirlemedi: Daha önce yaptığının aynısını ancak bu kez daha fazla etkinlikle ve eyalet valileri ve belediye başkanlarıyla daha fazla eşgüdümle yapmaya çalışacağını söylüyordu. Bunun bir etkisinin olup olmayacağını söylemek için henüz çok erken olmakla birlikte şu an için durumda hiçbir değişiklik olmamış gibi görünüyor. Seferberlikler sürüyor ve önümüzdeki günlerde yine başka birçok seferberlik öngörülüyor.
PT ve müttefikleri olsun, sağ muhalefetten olsun farklı partilerin farklı hükümetleri tarafından verilen cevaplarda farklılıklardan çok daha fazla benzerlik var. Şu an için devlet aygıtı içinde çelişkilerden bahsedilebileceğini sanmıyorum.
Bu hareketle sol arasında ne tür ilişkiler var? Bu apolitik bir hareket mi? Hareketin sağ tarafından çalınmakta olduğunu düşünüyor musun?
Bu sorunun yanıtında yer alan birkaç öğeyi daha önce vermiştim. Hiçbir şekilde apolitik olarak nitelemeyecek olsam da, hareket (partilere karşı güçlü bir güvensizlik olması anlamında) net bir partisizlik eğilimine sahip. Hareketin başlangıçtaki eğilimi çok bariz biçimde soldu, toplu taşımacılığın bedelsiz olması açıkça sol bir taleptir. Keza hareket tarafından öne çıkarılan, Kupa için yapılan aşırı harcamaların eleştirisi, daha iyi bir kamusal sağlık ve eğitimin savunulması gibi başka meseleler de, tıpkı mesela homofobiye karşı sloganlar gibi solun dert edeceği meseleler.
Öte yandan, São Paulo’da 13 Haziran Perşembe günkü gösteriden itibaren, hareketin büyük bir gelişme göstereceği açıkça görüldüğünde, sağ – ve hatta aşırı sağ – kitle iletişim araçları ve gösterilerde bizatihi doğrudan yer alma yoluyla hareketin yöneliminde söz sahibi olmak için mücadeleye girişti. Çok sayıda kentte, özellikle São Paulo’da ve Rio de Janeiro’da en büyük gösterilerin yapıldığı 20 Haziran Perşembe günü, polis provokatörleriyle işbirliği hâlindeki aşırı sağ grupların saldırgan varlığı, parti ve hareket bayrakları taşıyan insanları gösterilerden kovarak kısmi bir zafer kazandı. São Paulo’da bu, PT bayraklarıyla başlasa da ardından başka partilerin ve hareketlerin bayraklarını da kapsadı. Ve bu, kırmızı giyen insanlara karşı düşmanca hareketlere kadar vardı.
Bu saldırılar partilere karşı spontane güvensizlik duygusundan kaynaklanmaktaydı ki bu güvensizliğin en az iki ayrı nedeni var. Bunların ilki kurumsal partilerin itibarsızlığı (hükümeti destekleyenler bile hükümeti oluşturan partilere ilişkin kötü bir imaja sahip); ikincisi ise büyük bayraklar taşıyarak gösterilerin en ön safına geçip göstericilerin büyük bir bölümünün kendilerini desteklediği izlenimini yaratan daha soldaki partilerin bu tavrının oldukça makul bir şekilde fırsatçılık olarak görülmesi. Bunun yanı sıra bu duygu, “herkes Brezilya bayrağı altında birleşmeli” diyen burjuva medyası tarafından da fazlasıyla körüklendi.
Hareketin sağ tarafından ne çalınmakta olduğunu ne de çalınabileceğini düşünüyorum. Aslına bakılırsa, farklı yönelimler ve sloganlar arasında büyük bir mücadele yaşanıyor. Bugüne dek somut olarak sökülüp alınan ne varsa – toplu taşıma zamlarının tüm ülkede iptali – bunların solun zaferleri olduğunu vurgulamak çok önemli. Bu iptalin São Paulo’da ve Rio de Janeiro’da, ayrıca çok sayıda başka kentte 19 Haziran Çarşamba günü açıklanmasını (diğer kentler bunu daha önce yapmıştı) gözlemlemek ilginç. Bu iki kentte iptalden önce planlanmış olan 20 Haziran gösterisi “kutlama” olarak gerçekleşti. Zafer duygusu katılımı artırdı (örneğin medya Rio de Janeiro’da 300 000’in üzerinde göstericiden bahsediyordu) ama bu aynı zamanda geriye hiçbir birleştirici nokta da bırakmadı.
Can alıcı bir mesele de halkın önemli katmanlarının kitle seferberlikleri deneyimini yaşamış ve zaferler kazanmış olması, üstelik bundan zevk almaları. Bu yorgunlukla yavaş yavaş son bulabilir ancak bunun sağ tarafından çalınabileceğine inanmıyorum. (…)
Hareketin radikal sol açısından ne tür sorunlar ortaya çıkarıyor? Bu seferberliklerin “yarınsız” olmaması için şu anda ne tür meydan okumalara göğüs germesi gerekiyor?
Bir ilk sorun, olan bitene dair iyi bir kavrayışa sahip olmak. Radikal solun kendisi de seferberliklerin büyüklüğü ve gösterilerde sol ve sağ kesimler arasında şu anda verilen mücadelenin karmaşıklığı karşısında şaşkınlığa uğramış durumda. Durumun anlaşılmasında sanırım ilerleme kaydetmekteyiz. İkinci bir sorun, PT ve PCdoB gibi PT’nin uydusu olan partilerle ilişki ve solun hangi birliğinin inşa edileceği sorunu. Bu kesimlerin “tüm solun birliği” lehinde bir baskısı var. Şu anda radikal solun farklı kesimleri arasında bir tartışma mevcut. Ancak eğilimin çok açık ve doğru olduğunu düşünüyorum; şu anda PT hükümetlerini savunan kesimlerle (bu savunma güya “eleştirel” olsa bile) hiçbir ittifak yapılamaz.
Solun bizim inşa etmemiz gereken birliği, PT [eyalet] hükümetlerine (ve elbette sağ muhalefet [eyalet] hükümetlerine) muhalefette yer alan kesimlerle bir birlik olmalı. Bu anarşist, partisiz, São Paulo’daki MPL gibi hareketçi kesimleri kapsıyor. Bu çerçevede, kaçınılması gereken bir tuzak, parti bayrakları konusundaki tartışma. Partiler elbette bayraklara sahip olma ve onları taşıma hakkına sahip. Ancak şu anda, parti militanlarının, hareketin önderliği gibi görünmek istedikleri izlenimini vermeden (kaldı ki birçok örnekte bu yalnızca bir “izlenim” değil) ve hiç de namuslu sayılamayacak bütün göstericilerin partiyi desteklediği fikrini uyandırmadan, gösterilere katılımının meşruiyetini savunmayı tasarlamanın en iyi yolunu bulmak gerekiyor. Mesela parti tişörtleri gibi çok daha fazla kabul gören başka parti simgeleri de var.
Asıl çatışma parti “etiketine” değil, hareketin siyasal yönelimine, taleplerine ve sloganlarına ilişkin. Böylece, bir başka meydan okumaya geliyoruz ki bu da (hareketi yükselten tüm kesimlerle birlikte) öne sürülecek en iyi taleplerin ve atılacak en iyi sloganların hangileri olduğunu saptamak. Buna ilişkin aşağı yukarı net birkaç fikir mevcut. Kent toplu taşımacılığı sorunu – bedelsizliğe ya da belki gençler için bedelsizliğe doğru ilerleme, toplu taşımacılık hizmetlerinin kalitesi – hâlâ önemli bir eksen oluşturuyor.
Bu hafta, başka iki sorun öncelik kazanma eğiliminde: Federasyon Kupası’na (ve genel olarak “mega-olaylar” için yapılan harcamalara) karşı protestolar ve köktenci dinci sağ tarafından savunulan, eşcinselliğin bir hastalık olarak görülmesine imkân verecek yasa tasarısına karşı mücadele. São Paulo’da daha önce (21 Haziran Cuma günü) sadece bu konuyu gündeme getiren, 10 000’i üzerinde kişinin katıldığı oldukça büyük bir gösteri oldu. Bu tema ayrıca çok sayıda daha büyük gösteride çok yaygın biçimde yer aldı. Bu sorun mecliste tartışılıyor ve çok sayıda milletvekili şimdiden bu yasa tasarısına karşı çıkan açıklamalarda bulunmaya başladı. Dolayısıyla kısa vadede bir zafer kuvvetle muhtemel.
Son olarak en zor meydan okuma sağ ile (özellikle büyük medya kuruluşlarıyla) ve aşırı sağ gruplarla çatışma. Bu mücadeleye girmenin bir yolu tam da açık taleplerle ve sloganlarla gösteriler düzenlemek. Bu tür gösterilerde göstericilerin sola doğal bir yatkınlığı olacak ki bu da mevcut aşırı sağ grupları tecrit edecektir. Sağa kafa tutmanın bir başka yolu da kurumsal olmayan solun birliği. Ve bunun dışında, göstericilerin provokasyonlardan korunması gibi daha örgütsel yanlara daha fazla özen göstermek gerekecek.
Brezilya’da günümüzdeki siyasi durumu nasıl tarif ederdin?
İktidardaki PT tarafından izlenen politikanın – hâkim sınıflarla cepheden bir çatışmaya yol açmamak şartıyla “aşağıdakilere” bir şeyler vermek – barutunu tüketmekte olduğuna dair işaretler var. İster (göstericilerin fazlasıyla hedef aldığı Rio de Janeiro valisi Sérgio Cabral’ın PMDB’si gibi) PT’nin müttefikleri olsun ya da ister (São Paulo valisinin PSDB’si gibi) muhalefette olsun diğer geleneksel partiler de gösterilerden zarar görmüş olsa da, PT hiç şüphe yok gösterilerden en fazla darbe alan parti oldu.
PT’nin kimi kesimlerinin bahsettiği gibi herhangi bir “sağ darbe” ihtimali olduğunu sanmıyorum. Sağın böyle bir darbe yapmak için hiçbir sebebi yok: PT hükümeti rüyalarındaki hükümet olmayabilir ama onlara gayet güzel hizmet ediyor. Bu krizde sağ partiler PT’ninkine çok benzer bir tutum sergiledi. Sağ krizden PT’yi yıpratmak için yararlanmaya (yolsuzluğun eyalet düzeyinde olmaktan çok federal bir sorun olduğuna inandırmaya çalışmak için medyada sürekli yolsuzluktan bahsediyor) ve gelecek seçimler için mevzilerini sağlamlaştırmaya bakıyor.
Hareketin ne nereye kadar gideceği, ne de güçler ilişkisinde ne ölçüde temel bir değişme oluşturacağı belli. Hareketin devam etme gücüne sahip olduğuna, başka zaferler kazanabileceğine dair işaretler var, ancak kendiliğinden temel bir değişmeye yol açması muhtemel görünmüyor. Bu hareketin sınırı olarak anahtar bir sorun, siyasal sistemin sert bir meşruiyet kaybına rağmen siyasi rejimi ya da hükümeti değiştirme hedefini gütmemesi. Yani “Hepsi defolup gitsin”den uzağız. Öte yandan, güçler ilişkisinde belli bir değişmeye yol açması kesin görünüyor.
PT ve uyduları çok şey kaybetti, keza daha sınırlı olmakla birlikte sağ muhalefet de. PT ve müttefiklerine en yakın, CUT gibi aşırı bürokratikleşmiş toplumsal hareket örgütleri de muhtemelen bir şeyler kaybedecekler. Seferberliklere güç veren değişik örgütler gibi daha bağımsız örgütler muhtemelen güçlenecekler.
Kurumsal olmayan siyasi partilere dönecek olursak (ki bunlar PT’den ya da sağdaki muhalefet partilerinden çok daha zayıflar), şu an için Marina Silva’nın halen resmen tanınma sürecinde olan partisi “Sürdürülebilirlik Ağı”nın güçleneceğini tahmin etmek mümkün. Bu parti, adının da işaret ettiği gibi bir parti olmadığına inandırmaya çalışan bir parti. “Temiz” bir imajı var ve hiçbir hükümette yer almadı.
PSOL hareketten kuşkusuz yarar gördü ve sol bir parti olduğundan ve PT hâlâ kitlelerin gözünde solun en büyük partisi olduğundan çok sayıda göstericiye PT’ye benzer bir şey gibi görünse de, yine daha fazla yarar sağlayabilir. Tabi genel olarak partilere güvensizliğin güçlü olduğu gerçeğini saymazsak.
PSOL hareketi meydana getiren ve hareket içinde başat olan taleplerle en fazla uyum içinde olan parti. Üstelik PSOL militanları (ve hatta parlamenterleri) – özellikle genç militanları – seferberliklere başından beri katıldı. PSOL’a yakın (genç militanlarının içinde çalıştığı) gençlik örgütlerinin şimdiden daha fazla söz sahibi hâle geldiği ve bunun giderek güçleneceği kesin. Her halükarda, birçok şey önümüzdeki günlerin ve haftaların mücadelelerinde sonuca bağlanacak.
PT’nin solunda inandırıcı bir alternatif mevcut mu? Antikapitalist solun karşı karşıya kaldığı başlıca meydan okumalar hangileri?
Şu an için PT’nin solunda ulusal düzeyde inandırıcı bir alternatif yok. PT’nin burjuva kurumsal sistemine katılmasıyla yediği darbeden sonra, antikapitalist bir Brezilya solunun yeniden inşasının henüz başlarındayız. PT’nin solda uzak ara başlıca alternatifini oluşturan PSOL hâlâ çok zayıf ve çok sayıda iç çelişkiyle malul. 2012 Kasım seçimlerinde görmüş olduğumuz gibi kimi kentlerde inandırıcı bir alternatif oluşturabilmiş olsa da, aynı şey ulusal düzeyde geçerli değil.
Şu anda antikapitalist solun başa çıkması gereken başlıca görev hareketin gelişmesine katkısını sunmak. Eğer bunu başaracak olursa, bu aynı zamanda kendi yeniden inşa sürecinde de ileri bir adım olacak.
İsvire’de yoldaşlarımız tarafından yayınlanan solidarités için Juan Tortosa tarafından 23 Haziran 2013 tarihinde gerçekleştirilen bu söyleşi Türkçe’ye Osman S. Binatlı tarafından çevrilmiştir.
Brezilya İşçi Partisi PT’nin kurucularından olan iktisatçı João Machado “Sosyalist Demokrasi Eğilimi”ni temsilen uzun süre bu partinin ulusal yönetiminde yer aldı. Kadın senatör Heloïsa Helena’nın 2003’teki bürokratik ihracının ardından PT’den ayrılan Machado, içerisinde “Kucaklama” eğiliminin sözcülerinden biri olarak çalıştığı Sosyalizm ve Özgürlük Partisi PSOL’un inşasında yer alıyor. Bu söyleşide Brezilya’da şu anda gelişmekte olan hareketin karakteristiklerini ve gündeme getirdiği sorunları çözümlüyor.