Masis Kürkçügil

21 Temmuz 1995 günü, yetmiş iki yaşında bir kalp krizi sonucu hayatını kaybeden IV. Enternasyonal Birleşik Sekreterliği üyesi Ernest Mandel’in anısına 24 Temmuz’da Ankara’da, 27 Temmuz’da İstanbul’da, Birleşik Sosyalist Parti lokallerinde iki toplantı gerçekleştirilmişti. Bu yazı ilk toplantıdaki konuşmanın derlenmiş biçimidir.

Ernest’in bir başka vesile ile sık sık kullandığı, Troçki’nin yakın arkadaşı, Ekim Devrimi’nin Merkez Komite üyesi Adolf Abramoviç Yoffe’nin, tedavi olmak için Batı’ya gitmesine izin vermeyen Stalin’i protesto etmek için intiharından önce Troçki’ye yazdığı son mektubu, “bütün hayatım boyunca bir siyasetçinin bir aktörün sahneyi terketmesi gibi zamanı geldiğinde ayrılmasını bilmesi gerektiğini ve geç kalmaktansa erken ayrılmasının evla olduğu kanısındaydım” diye başlar. Bu mektup ölüme, dünyanın geleceğinin olmadığının bilincinde olan bir devrimcinin insanlığın kurtuluşu için mücadelesine dair düşüncelerle zenginleşir.

Ernest Mandel erken yaşta başladığı devrimci mücadelesini hiçbir alanda emekliye ayrılmadan bir kalp krizi sonucu terketti. Geçtiğimiz günlerde SÖZ’de yayımlanan bir görüşmeden de anlaşılacağı üzere, dünya ekonomisindeki son gelişmeleri ince ayrıntılarına kadar izlemeyi sürdürürken, geçtiğimiz Haziran ayında yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelen Dördüncü Enternasyonal’in 14. Dünya Kongresi’nde ve önhazırlıklarında dünyanın dört bucağında yürütülen sosyalist mücadelenin sorunlarına ilişkin öneri ve gözlemlerini o bilinen coşkusuyla dile getirmişti. Dolayısıyla Ernest aramızdan o bildiğimiz Ernest olarak ayrıldı.

1923’te doğan Ernest’in, özyaşamsal öyküsü o günlerin çokça rastlanan bir sosyalist Yahudi göçmen ailesinin çocuğu olarak başlar. Ama o günlerin olağanüstü siyasallaşmış ortamında çok genç yaşta İspanyol İç Savaşı ve Anvers’te kurulan Troçki’yi Savunma Komitesi’nden etkilenir ve ancak coşkuyla siyasallaşılabilecek bir yaşta, henüz on üçünde devrimci olur. Bu coşkusunu ömür boyu yitirmeyecek, dünyanın dört bucağındaki en küçük özgürlük kıvılcımını büyük bir heyecanla ve kimi zaman fazlaca iyimser bir yaklaşımla değerlendirecektir. Bu ilk gençlik yıllarındaki en önemli kesinti, 1941 yılında başladığı yüksek öğreniminin toplama kampları ile kesilmesidir. İki kez tutuklandı ve Almanya’ya sürgüne gönderildi. Savaşın bitiminde genç yaşta deneyimli bir devrimci olarak Dördüncü Enternasyonal faaliyetlerinde kısa zamanda ön saflara çıkan bir militan olarak temayüz eder.

Ansiklopediler ve hatta sayısız sosyalist okur onu bir akademisyen olarak bilir; oysa yüksek öğrenimini oldukça genç yaşlarda tamamlayacaktır. Öte yandan,  Devrimin Uzun Yürüyüşü (la Longue marche de la révolution) adlı kitabında derlenen makalelelerinde açıkça görüleceği üzere, Avrupa Devrimini tartışırken, devrimin mümkünlüğüne ilişkin umudu, iyimserliğin değil devrimci gerçekçiliğin ürünü olarak ilan ederken, henüz 23 yaşındadır. Yani onyıllar sonra dahi okunan siyasal yazılarına oldukça erken yaşlarda başlamıştır.

Ardında dünyanın dört bucağında Moskova’nın adamlarınca temizlenen yoldaşlar bırakmış bir hareketin genç, dinamik ve deneyimli bir üyesi olarak Mandel, bir dizi başka türden Troçkistin aksine, tarihin sunduğu yeni imkânları bir sekter olarak görmezden gelmedi (ömrü boyunca sektarizme karşı mücadele etti). Düşünsel eleştirilerini sakınmadan ama emperyalizme karşı yürütülen her mücadelede öncelikle kitlelerin devrimci insiyatifinin yanında yeraldı. 1949 Çin Devrimi’ne ilişkin yazdığı sıcağı sıcağına yazılarda Çin Devrimi’nin tarihsel önemini vurgularken, ÇKP yönetiminin hem karşı karşıya bulunduğu sorunları sergiler hem de onların siyasal eleştirilerini yapar. Yugoslav devrimi ve Yugoslavya ile Rusya arasındaki anlaşmazlık karşısında tavır takınmak gibi, Çin devrimi karşısındaki tavır bir başka deyişle bu devrimin sınıf karakteri üzerine tartışma, geleneksel Troçkist camiada yepyeni tartışmalara yol açtı. Ernest genç yaşında bu tartışmalarda daima tarihin motoruna dikkat çekti.

1950’li yıllar, dünya sosyalist ve işçi hareketinde, İkinci Dünya Savaşı’nın bitimi ve altımışlı yılların radikalizminin arasında, 1953 Berlin ve 1956 Budapeşte gibi olaylar dışında sönük geçti. Bu yıllarda bir yandan sendikalarda uzman olarak çalışan Ernest, bir yandan da önceki dönemlerin deneyimlerine dönüyor, oralardan dersler çıkartıyordu. Teori ve deneyim; öncü örgüt ve kitle hareketliliği; parti, hizip ve sekt gibi arabaşlıklarda geleceğe hazırlanıyordu.

Tüm yaşamı IV. Enternasyonal’in tarihi ile özdeşlemiş olan Ernest’ten söz ederken kaçınılmaz olarak bir IV. Enternasyonal tarihi yazmak gerekecektir. Ama bununla sınırlı kaldığımız takdirde onun yalnızca devrimci militan kimliğine değinmiş oluruz. Oysa Ernest’in uluslararası çapta tanınmasına neden olan bu tür çabalarının ürünü değildir.

Belçika’da her zaman ülke siyasetinde önemli bir etkisi olmayan IV. Enternasyonal seksiyonunun üyesiydi. 1961-62 genel grevinde antrizm yaptıkları Sosyalist Partinin yayın organı La Gauche’un yayın yönetmenidir. 1954-1963 yıllarında Belçike İşçi Sendikaları Federasyonu’nda ekonomi araştırma uzmanı olarak çalışmaktadır. Örgüt küçük olmasına rağmen kitle hareketliliği ve örgütlülüğü içinde yer almanın olanakları bulunmuştur.

Onu sosyalist hareketin giderek uluslararası bir siması haline getiren şey ise, bir devrimci düşünür, bir Marksist ekonomi politikçi olarak hem burjuva düşünce dünyasında açtığı gedikler hem de kendi geleneği dışındaki sol akımlar nezdinde dahi kabul gören teorik etkinliğiydi.

Onyıllar boyu yenileştirilmekten uzak ve yinelene yinelene arkeolojik bir malzeme haline gelmeye yüz tutmuş Marksist ekonomi politiği yenileştiren, o güne kadarki tüm yeni bulgular ve tartışmalarla güncelleştiren çalışması Marksist Ekonomi El Kitabı(aslında burada bir çeviri kolaylığına gidilmiştir; elkitabı olmaktan uzak teorik bir yapıttır bu) ekonomi politiği yeniden militan bir araca, silaha dönüştürmesi açısından tarihi bir önemi haizdir. Altmışlı yıllarda bu alanda anılması gereken bir diğer kitabı ise 1967 tarihli olup, yüksek öğrenimini bitirmesini belgeleyen Marx’ın İktisadi Düşüncesinin Oluşumu’dur. Ernest bu eserinde Kapital’e kadar Marx’ın yaptığı çalışmaları Marx’tan sonra o alanda yapılan çalışmalarla, eleştiri ve değerlendirmelerle birlikte ele alarak Marx adına onun çalışmasını güncelleştirir. Kapital’in eşiğine kadarki Marx’ın çalışmaları üzerine çılışırken kendisi de aynı alanda bir devri tamamlamakta ve yeni bir evreye yol almaktadır.

Ancak bu tür çalışmalar onun günlük siyasal faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak anlamlıdır. Altmışlı yıllar, Cezayir ve Küba devrimi, yeni bir dönemin açılışını vurgularken IV. Enternasyonal örgütleri de nesnel durumdaki bu değişikliği hızla kavrayarak tecrit edilmiş, dar ve küçük grup kimliğinden mücadelenin gereklerini yerine getirme kapasitesine sahip örgütsel etkinlikler ve taktikler geliştirmeğe başlarlar. Cezayir devrimine IV. Enternaryonal’in yaptığı katkılar, yürütülen anti sömürgeci mücadeleler belgesel bir romanın da konusu olmuştur: Porteur de Valise. Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin tüm sahte evrakları, geçişleri, yalnızca Troçkistlerin değil ama IV. Enternasyonal örgütlerinin tüm güçleriyle katıldığı bir ağ tarafından sağlandı. Bu faaliyetlerin arasında anılması gereken bir de sınırdaki silah fabrikasıdır. Dönemin sözcüsü Pablo, Bin Bella’nın danışmanıdır.

Çok daha geniş ve derin tartışmalara yol açan Küba devrimi ise parçalanmış Troçkist hareketin 1963’te “Dünya Devriminin Dinamikleri” metninde belgeleşen birliğini sağladı. Bu noktadan itibaren Küba çok yakın bir ilgi alanı oldu. 1964’te bu ülkede yapılan Bettelheim ve Ernest Mandel’in de katıldığı planlama üzerine tartışmalar, uzun zamandır unutulan ve yakın zamanda özellikle SSCB’nin çöküşünden sonra yeniden öne çıkan sorunları ele alıyordu. Bu tartışma Küba’nın geleceğini açıyordu. Ernest adaşı ve yoldaşı Ernesto ile aynı saftaydı. Ernesto Che Guevara diğerleri için “tanrı bizi dostlarımızdan korusun biz düşmanlarımızla baş ederiz” diyordu. Michael Löwy, “Ernest Mandel tarafından yazılan ‘Geçiş Döneminde Meta Kategorileri’ (Haziran, 1964) adlı makaledeki tartışmalar Che’nin görüşlerini tamamlamasını ve kuvvetlendirmesini sağladı” demekte.

Küba devrimi yalnızca bu planlama tartışmaları vesilesiyle değil, bir devrim modeli olarak da dünyayı sarsalamıştı. IV. Enternasyonal’in l969 yılındaki kongresi bu etki altında Latin Amerika’daki örgütlerine bu modeli salık verdi ve altmışlı yılların genç kadrolarından önemli bir kesimi bu yolda hayatların verdiler (dönemin en etkin örgütü Arjantindeki PRT-ERP o dönemin IV. Enternasyonal seksiyonudur). Nesnel gerçeklikten kopmuş bir devrimci iyimserliğin sonuçları ağır oldu.

Altmışlı yıllar Ernest’in yeniden gençleşmesini sağladı. Japonya’dan, İsveç’e, Afrika’dan Peru’ya yeni bir kuşağın devrimcileri ile birlikte mücadele etmek hem onun mücadeleci kişiliğine uygun düşüyordu hem genç kuşağın kitabi olmayan, mücadeleci, geçmiş deneyimleri temsil eden bir “ihtiyar”a olan ihtiyacına karşılık veriyordu. Bir dizi ustaya çeşitli nedenlerden ötürü denk gelmeyen bu ilişki sayesinde Ernest’in “manevi evlatları” şimdi yaklaşık elli ülkede, onun sürekliliğine önemli bir katkısı olan devrimci marksizmi kitle hareketi mücadelesi içinde inşa etmeye çalışıyorlar. Bu kuşak alışılagelmiş tabiri ile altmışsekizlilerdir. Bilindiği gibi çeşitli ülkelerde  gençlik, kadın hareketleri, Vietnam ile dayanışma komiteleri hareketi başlamıştı (işçi sınıfı esas olarak damgasını İtalya’da 1969’a vuracaktır). Buna bir de Prag 1968 eklendiğinde günün medyası ister Marcuse ister Daniel Cohn-Bendit desin, tarih, otantik sosyalizmin ve bunun tutarlı bir ifadesi olan devrimci marksizmin yeniden canlandığını gösteriyordu. Ernest tam bir 68’liydi. O kadar ki daha bir yıl önce yüksek okulu bitirdiği Paris’e yasal olarak dönebilmesi için 1981 seçimlerini beklemesi gerekecekti. Artık o bir teröristti(!)

68’in sunduğu imkânlar ve açığa çıkardığı sorunlar yeni tartışmaları gerekli kılıyordu. Aydınlar, burjuva ideolojisi, gençlik hareketi, geleneksel işçi örgütlerinin konumunun yeniden irdelenmesi hemen siyasetin diline tercüme edildi. Leninist Örgüt Teorisi kitapçığı böylesine bir ihtiyacın ürünü oldu.

Bir yandan teorik çalışmalarını sürdürüyordu. 1972 yılında geniş akademik çevreleri silkeleyen ve siyasal ekonomi alanında onun baş eseri sayılacak olan Geç Kapitalizm’i tez olarak sundu. Bir bölümüyle, birkaç yıl sonra başgösterecek olan krizin kapitalist gelişmenin uzun dalgalarının incelenmesiyle önhabercisi olan kitap, Ernest’in hiç değilse bu alanda günümüzün Karl Marx’ı olarak nitelenmesine hak kazandırmaktadır.

Yetmişli yılların bütünü siyasal alanda altmışsekizin mirasını sürdürmeye ve yeni örgütlenmelere hasredildi. 1974 Portekiz’deki Karanfil Devrimi, Ernest’in devrimci iyimserliğini yeniledi. Ama bir dönemin bittiğinin simgeleyen bu olayın ardından yalnızca Nikaragua devrimi uluslararası çapta yeni bir dalgalanmaya neden olacaktı. Mandel bir kez daha Avrupa solundaki geleneksel partilerin konumuna dönüyor ve Avrupa Komünizminin tarihsel ve ideolojik kaynakları ve olası akibeti üzerinde duruyordu. Daha sonraki çöküşlerin habercisi olan bu yazılar aslında salt ideolojik bir perspektiften değil, krizle birlikte kaymaya, köklü bir biçimde değişmeye başlayan tarihsel zemini de vurgulamaktaydı. Avrupa komünizminin üç boyutu; emperyalist burjuvazi, Sovyet bürokrasisi ve Batı Avrupa işçi sınıfı yıllar önce ünlü bir broşüründe, İşçi sınıfı Hareketi ve Bürokrasi’deki tahlillerinin derinleştirilmiş ve güncelleştirilmiş bir haliydi. Krizin etkilerini daha ilk günlerinden beri izliyor, Türkçede Uluslararası Ekonomide İkinci Kriz diye yayımlanan kitabın sayfalarından rahatlıkla izlenebileceği üzere, sınıf mücadelesindeki değişimlerin seyrini sık  aralıklarla izliyordu.

1978 yılında Cambridge’deki ders notlarından Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları diye yayınlanan kitabı hazırladı. Mandel bu çalışmasında ekonomi politiği kaynağına yeniden kavuşturdu: Sınıf mücadelesi. Şöyle diyordu: “Başlıca emperyalist güçler veya güç blokları arasındaki kuvvet ilişkilerinden meydana gelen bu ardarda değişiklikler, sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi yasası ve eşitsiz gelişme yasasıyla kesinlikle ilintililerse de, tabii ki yalnızca ‘kapitalist üretim tarzının iç hareket yasaları’yla açıklanacak değildirler. Ama bu değişikliklerde savaşlar sömürge imparatorluklarının ve yarı-sömürge etki alanlarının genişleme ve daralmaları, ulusal kurtuluş hareketleri, devrimler, karşı devrimler ve bunların ilgili sonuçlarının belirleyici rol oynadığı açıktır.” 1986’da yayımlanacak olan İkinci Dünya Savaşı’nın Anlamı kitabında birinci ve ikinci savaşların tarihini uzun dalgalarla açıklar ve salt iktisat ya da siyasetin alanında kalmayan idelojisinden teknolojisine bir İkinci Dünya Savaşı sunar.

Biraz da siyaset dışına açıldığı yıllardır seksenlerin ortası. Ernest’in ve hepimizin çok sevdiği ve neredeyse bir ilke haline getirdiği Troçki’nin “yalnız politikayla yaşanmaz” sözünü kanıtlarcasına beklenmedik bir alana girdi. Uyumakta zorluk çekilen gecelerin “kolay” okumalarının ürünü olan bir dizi altı ciddi ciddi çizilmiş polisiye romanları başucundan alıp masaya yığdı. Böylece polisiye romanın tarihsel bir incelemesi olan Hoş Cinayet çıktı ortaya.

Yetmişli yılların sonralarına doğru, tarihin süzgecinde altmışlı yılların birikimlerinin de katkısıyla yeni programatik açılımlar bir ihtiyaç haline geldi. 1978’de tartışmaya açılan, 1979’da istişari olarak oylanan ve 1985 yılında kabul edilen “Sosyalist Demokrasi ve Proletarya Diktatörlüğü” metni, özellikle “sosyalist” denilen ülkelerin çözülüşünden sonra yeniden canlanan “demokrasi” tartışmalarına önceden verilen bir cevaptı. Ernest bu metni hazırlamadan yıllar önce, 19. yy’ın ortalarından  1968’lere kadarki kitle hareketliliğinin deneyimini değerlendirmişti (işçi denetimi, işçi konseyleri, özyönetim). Emekçi kitlelerin tarih boyu mücadelelerinin deneyimine dayanan sosyalist demokrasi ve proletarya diktatörlüğü tartışması Ernest’in teorik yürüyüşünde de yeni açılımların habercisi oldu. Geleneksel programatik çerçevenin genişletilmesi ihtiyacı insanlığın yeni bir durumla karşı karşıya bulunması ile de açıklanabilirdi. IV. Enternasyonal yeni bir progrmatik metin üzerine yoğunlaştı. Birkaç yıllık bir tartışmadan sonra yine büyük miktarda Ernest’in emeğini taşıyan “Ya sosyalizm Ya Barbarlık” başlıklı manifesto ortaya çıktı.

Geçtiğimiz yıllarda son onyılların en büyük altüst oluşu olarak nitelendirebileceğimiz SSCB’nin çözülüşüne ilişkin yazılarında ilk evrede başgösteren güçlü kitle hareketliliği ile devrimci bir partinin varolmayışı arasındaki çelişki karşısında boyun eğmedi, kolaycılığa kaçmadı. Mümkünün sınırlarının zorlanabilmesinin yollarını tartıştı. Ve tabii ki bürokrasinin kalıntılarına değil kadın, erkek tüm emekçilerin özinisiyatiflerine öncelik verdi analizlerinde.

Son eserlerinden Alternatif Olarak Troçki, bir anlamda bayrağı devraldığı yoldaşının yeniden değerlendirilmesiydi. Kitap, eski Doğu Almanya iktidar partisinin dönüşümünden sonra PDS adını alan partinin yayınevinin Mandel’e özel bir siparişiydi. Bir dizi konu çerçevesinde Ernest, Troçki’nin bugün için geçerliliğini tartışıyordu ve bu tartışma biraz da kendi hayatının anlamını da veriyordu.

Yaklaşık onbeş yıldır çeşitli ülkelerde farklı kesimlerden, geleneklerden gelen sosyalistlerin yeniden yapılanma faaliyetlerini yakından izleyen ve bu yolda yoldaşlarıyla tartışan Ernest, uzun zamandan beri yalnızca IV. Enternasyonal’in sesi olarak kürsü almıyor çok daha geniş sosyalist, devrimci kesimlerin ortak mücadelesi adına konuşuyordu. Latin Amerika’da beş kezdir yapılan ve yüzden fazla sosyalist, komünist, merkezci, Kastrist, Troçkist örgütün toplandığı Sao Paulo Forumu’nun Nikaragua’da yapılan üçüncü toplantısında açış konuşmasını Flaman Yahudi Ernest Mandel yapıyordu: “Umudu Yeniden Yeşertmek”. Bundan birkaç yıl önce 1991 Mayıs’ında İstanbul ve Ankara’da verdiği konferansları izleyen toplam birkaç bin kişi onu coşkuyla dinledilerse Ernest’in devrimci iyimserliğinin, yürüttüğü mücadelenin, savunduğu sosyalizm anlayışının etiketler bir yana onlara hiç de yabancı gelmemesindendi veya onların da umudu yeniden yeşertmenin yollarını aramalarındandı. Tıpkı bizim yaptıklarımızın da ona yabancı gelmemesi gibi. Yoldaşlarının Birleşik Sosyalist Parti’de yeralması onun BSP’ye özel bir dikkat göstermesine neden oldu. Son dünya kongresinde umutlu bulduğu yeniden yapılanma girişimlerinden üçünü sayarken, bunlardan biri de BSP idi.

Ernest Mandel, hepimizin çok sevdiği Yoffe’nin dediği gibi geç kalmadan sahneyi terketti. Biz onunla yaşamış, onunla mücadele etmiş, tartışmış olanlar böyle bir insanla birlikte yaşamış olmaktan büyük bir onur, kıvanç ve mutluluk duyuyoruz. Ve Ernest’in de söyleyebileceği gibi bu duyguları kimsenin tekelinde görmüyor, paylaşmak isteyen her insanda çoğalacağına inanıyoruz. Geriye tabii paylaşılamayan kimi kişisel anılar, duygular var… Onlar da özel dünyalarımızın zenginlikleri.