U. Uraz AYDIN

“Marx’sız bir gelecek olamaz” diyordu Jacques Derrida. Onun yanında, ona karşı, onun ötesinde olunabilir, ama “onsuz asla”. Geçtiğimiz yıl, uzun hastalık yıllarının ardından yitirdiğimiz Daniel Bensaïd de ne kendi hayatını ne de geleceği Marx’sız tahayyül edebilenlerdendi.

Fransız 1968’inin öğrenci liderlerinden, Devrimci Komünist Birliğin başlıca örgütleyici ve kuramcılarından olan Bensaïd, önceliği her daim militanlığa atfetmekle birlikte, fikrî üretim ile siyasal angajmanı birbirinden ayrı telakki edemeyen o klasik “organik aydınlar” geleneğinin son halkalarından biriydi.

Daniel Bensaïd, hastalığının kışkırttığı bir sabırsızlık (“aheste bir sabırsızlık” diyordu) ve iştah ile, neoliberal gericiliğin hüküm sürdüğü seksenli ve doksanlı yıllarda direniş geleneğini diri tutmayı (Jeanne d’Arc’tan Walter Benjamin’e, Blanqui’ten Troçki’ye…); tarihsel mağlubiyetlerin birikiminin zincirlerinden boşanmış bir sermaye birikiminin saldırganlığıyla birleştiği yüzyıl sonunda Marx’ın fikriyatını tekrar canlı kılmayı kendine görev biçmişti. Doksanların sonundan itibaren, eleştirel düşüncenin ve pratiğin bir miktar derlenip toparlandığı, dünyanın ve canlının metalaşması karşısında uluslararası direniş ağlarının teşekkül ettiği, “gökyüzünün, kızıla bürünmese de yeniden renklenmeye başladığı” yüzyıl başıyla birlikte, bu kez yeniden doğan bir antikapitalist hareketin stratejik yönelimleri de çalışma alanlarına dahil olur.

Pek tabii ki bir filozof olarak da (o kendisine “felsefe hocası” demeyi tercih ederdi), tüm bu tefekkürü, döneminin radikal düşünürleriyle, Deleuze’le ve Bourdieu’yle, Negri ve Rancière’le, ve de kişisel dostları olan Derrida ve Badiou’yla bir tartışma halinde sürdürür. Böylece otuz yılda otuzdan fazla kitapla ve yüzlerce makaleyle, Daniel Bensaïd bir çöküş ve diriliş çağında, gözün gözü görmediği, solun değerlerinin ve referanslarının silikleştiği o tarihsel sisin içinde “ezilenlerin siyasetinin” kerteriz noktaları muhafaza etmeye, ve gerektiği oranda yenilemeye dönük kolektif çabada önemli, unutulmaz, vazgeçilmez bir paya sahiptir.

Marx. Kullanım Kılavuzu, Bensaïd’in ölümünden bir yıl önce yayımlanan, son kitabı. Uzun bir entelektüel ve militan serüvenin son noktası. Bir çeşit siyasi vasiyet sayılabilir mi? Belki. Ama bir tür sentez olarak düşünmek belki de daha yerinde olur, bugüne dek üzerinde kafa yorduğu temel problematiklerin ışığında Marx’ın (ve elbette Engels’in) fikriyatının yeniden değerlendirildiği bir sentez.

1968’den bir yıl önce, “siyasal bir altıncı hisle”, Henri Lefebvre’in danışmanlığında yazmaya başladığı “Lenin’de devrimci kriz anlayışı” konulu teziyle bir girizgâh yaptığı tarih-siyaset ilişkisi, seksenlerin sonlarına doğru yapacağı Walter Benjamin okumalarının ardından odaklanacağı temel sorunsal olacaktır: Mekanik ilerlemenin boş ve homojen zamanıyla kopuş halinde olan bir siyasal zamansallık anlayışı, “Tarihsel Akıl” karşısında “Mesiyanik Akıl”, pozitivist ve kaderci bir “Tarih dini” karşısında krizlerin ve mücadelelerin ritmini tutan, aniden parlayabilecek kıvılcımları en uygun anda yakalamaya dönük stratejik tasavvur… 1

Kitabın “Devrimler neden asla zamanında gerçekleşmezler” ve “Politika neden saatlerin ayarını bozar” bölümlerinde Bensaid, kimi iddiaların aksine Marx ve Engels’in maddeci ve dünyevi tarih anlayışının, teleolojik ve teolojik tarih anlatılarıyla bir kopuş içinde olduğunu, Manifesto’nun yazarları için tarihin bir düz çizgi değil, gidişatının mücadeleler, savaşlar ve devrimlerle belirlendiği bir kavşaklar silsilesi olduğunu vurguluyor. Böylece Marx’ın kendisi de, akademi tarafından kabul edilebilir, zararsız bir tarih felsefecisi değil, “siyasal eylemin stratejik düşünürü” olarak karşımıza çıkıyor.

Elbette ki Marx.Kullanım Kılavuzu, neoliberal kapitalizmin krizinin tam göbeğinde, Marx’ın siyasal iktisat eleştirisine kayda değer bir yer veriyor. Bu, Bensaïd’in doksanların ortalarında, antipozitivist bir Marx’ı tasvir ederken, ve iktisadi ve siyasal (ve hukuki, toplumsal, doğal…)dönüşüm ritimleri arasındaki eşitsizliği, uyumsuzluğu iki cilt halinde işlerken eğilmiş olduğu bir alandı. Fakat bu son eserinde, Kapital’i bir “kara roman”, bir polisiye kitap olarak okumayı tavsiye ediyor: “Artı-değeri kim çaldı?”. Engels daha 22 yaşındayken, fabrikalardaki çalışma ve sömürü koşulları karşısında bunun bir “cinayet” olduğunu belirtiyordu: “Bunun bir insan tarafından işlenmiş cinayetten tek farkı daha örtülü ve alçakça gerçekleştirilmiş olmasıdır” diyordu. Böylece biz de Sherlock-Marx ve Watson-Engels eşliğinde cinayet sahnesinden başlayıp (sermayenin üretim süreci) “mangırın paylaşımı”na kadar (bir bütün olarak kapitalist üretim) Kapital’in üç cildi boyunca bu “social killer”in peşine düşüyoruz. Fakat Bensaïd’de edebî göndermeler bitmiyor. Çünkü, Kapital, Bensaïd’e göre, Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’siyle benzer biçimde kurulmuştur. Proust’ta nasıl her şey madeleine kurabiyesinin ısırılmasıyla başlıyor, tüm bir dünya ve değerler sistemi ortaya çıkıyor, ve en sonunda taraflar tekrar bir ara geliyorsa, Marx da bir metadan yola çıkar (kalem, masa…) ve içi açıldığında soyut emek ve somut emek, kullanım değeri ve değişim değeri, sabit ve döner sermaye ortaya dökülür; ve en sonunda “bir bütün olarak sermayenin yeniden üretim sürecinde, modern trajedinin büyük canlı öznesi olarak tekrar ete kemiğe bürünmüş Sermaye’yi buluruz”.

Yine Bensaïd’in son yıllarda, tehdidin boyutları karşısında, kaçınılmaz olarak ilgilendiği ekolojik kriz ve -kendi ifadesiyle- “ekokomünist” tahayyülün yansımalarını, elbette Marx ve Engels’in yaklaşımlarıyla sınırlı kalmak kaydıyla, kitapta buluyoruz. Böylece “Marx neden yeşil bir melek ya da üretimci bir şeytan değil” bölümünde, Marx ve Engels’in düşüncesinde üretimcilik savunusu ile ilerleme eleştirisi arasındaki gerilimi vurgulamakla birlikte, sermayenin büyüme ve yayılma ihtiyacıyla doğal kaynakların sınırları arasındaki karşıtlığa dikkat çekmelerinin önemini belirtiyor.

Sentezin son unsurları ise kitabın biçimi ve üslubuna ilişkin. Genç kuşakları, Marx’ın mirasını pratikte “kullanabilmeleri” için onunla tanıştırmak üzere kaleme alınmış olması Bensaïd’in hayatının son anına kadar aktif siyasal faaliyete verdiği öneme işaret eder. Kitabın Charb’ın ikonoklast (ve muhtemelen kimilerine “saygısızca” gelecek) karikatürleriyle bezeli olması ise Daniel Bensaïd’in her türden putlaştırmanın ve fetişleştirmenin karşısına dikilen heretic düşüncesinin sembolik ifadesi olarak okunabilir.

Bensaïd’in Marx. Kullanım Kılavuzu, daha eleştirel bir bakışa sahip olmakla birlikte, pek çok açıdan üstadı Ernest Mandel’in Marksizme Giriş kitabını andırır2. Ve tıpkı onun gibi, Marx’ın düşüncesine giriş yapmak isteyenler kadar, çıkmaya niyeti olmayanlar, ve hatta geri dönmeye heveslenenler için de öğretici, kışkırtıcı, lezzetli bir başvuru kaynağı olacaktır.

 

1 Bkz. D. Bensaïd, Köstebek ve Lokomotif. Tarih, Devrim ve Strateji üzerine denemeler, Yazın yayıncılık, İstanbul, 2006.

2 Ernest Mandel’in Marksizme Giriş’inin yeni baskısı, Daniel Bensaïd’in sunuş yazısıyla nisan ayında Yazın Yayıncılık’tan çıkacaktır.

 

Bu yazı 18 Mart 2011 tarihli Radikal Kitap’da yayınlanmıştır