Michael Löwy – 68’in ruhu güçlü bir içkidir, sarhoş edici bir karışım, çeşitli maddelerden oluşan patlayıcı bir kokteyldir. Bunlardan az önemli olmayan bir tanesi, modern endüstriyel/kapitalist uygarlığın temellerine, onun üretim ve tüketim odaklı kültürüne karşı bir protesto olan devrimci romantizmdir. Luisa Passerini’ye göre öznelliğin, tutkunun ve ütopyanın –“düşünsel üçgenin”- benzersiz bir kombinasyonudur 1968’i tanımlayan.

Romantizm yalnızca erken 19. yüzyılın edebi ekollerinden biri değil aynı zamanda modern kültürel eleştirinin temel formlarından biridir. Romantizm bir hissiyat yapısı ve bir dünya görüşü olarak edebiyat, şiir, resim, müzik, din, felsefe, siyasi fikirler, antropoloji, tarih yazımı ve sosyal bilimler gibi kültürel hayatın her alanında bulunabilir. 18. yüzyıl ortasında Jean-Jacques Rousseau’yla başlar, Alman Frühromantik’le, (erken romantikler), Hölderlin’le, İngiliz Pre-raphaelitlerle, William Morris’le, Sembolizmle ve Sitüasyonizmle devam eder ve hala bizimledir. Geçmiş ve pre-kapitalist toplumsal ve kültürel değerler adına modern kapitalist topluma, modern büyü bozmaya, insan topluluklarının bireyci/rekabetçi çözülüşüne ve makineleşmenin, ticarileşmenin, şeyleşmenin, ölçme-biçmenin zaferine karşı bir isyan olarak tanımlanabilir. Geçmişe özlem ve gelecek arasındaki dalgalanışında, kayıp cennet duyguları yeni bir toplum umudunu kuşattığında bazen pre-kapitalist veya devrimci/ütopyan hayat biçimlerine geri dönüşü arzulayan geriye dönüşçü formlar alabilir.1

60’ların isyancı geleneği tarafından hayran olunan yazarlar arasında devrimci romantik geleneğin kararlı temsilcileri ve daha önceki Sürrealistler gibi Marksizmle uygarlığın romantik eleştirisini harmanlamaya çalışmış olan dört yazar bulabiliriz: Henri Lefebvre, Guy Debord, Herbert Marcuse ve Ernst Bloch. İlk ikisi Fransız isyancıları arasında ünlüyken üçüncüsü en çok ABD’de tanınmış, sonuncusu ise daha çok Almanya’da etkili olmuştur. Berkeley, Berlin, Milan, Paris veya Mexico City sokaklarını dolduran gençlerin çoğu bu düşünürleri hiç okumamışlardı ama fikirleri kuşlamalar ve sloganlar olarak binbir şekilde yayılmıştı. Bu, kendilerinden Mayıs 68 hayalinin en gözü pek düşlerinin ve bazı en çarpıcı formüllerinin (“bırakın hayalgücü iktidara gelsin”) türetildiği Debord ve Sitüasyonist arkadaşları için özellikle geçerlidir. Ne var ki, 68 ruhunu açıklayan bu düşünürlerin “etkisi” değil, tam tersidir: İsyancı gençlik kendi protestoları ve tutkuları için fikir ve argüman sağlayabilecek yazarlar arıyordu. 60’lar ve 70’ler boyunca hareketle onlar arasında bir çeşit karşılıklı ruhsal çekim vardı: Karşılıklı tanıma sürecinde birbirlerini keşfettiler, birbirlerini etkilediler

 

 

Mayıs 68 üzerine çarpıcı kitabında Daniel Singer, “olaylar”ın anlamını mükemmel biçimde özetler: “Mevcut toplumun sadece bir yönünü değil, aynı zamanda amaçlarını ve araçlarını da sorgulayan topyekûn bir isyandı. Mevcut endüstriyel devlete, onun hem kapitalist yapısına hem yarattığı tüketim toplumuna karşı bir zihinsel devrimdi. Ona, tepeden inme her şeye karşı, merkeziyetçiliğe, otoriteye, hiyerarşik düzene karşı güçlü bir nefret eşlik etti.2 Kapitalist modernleşmenin, otoriteryanizmin ve patriyarkanın kelimenin bütün anlamlarıyla Büyük Reddiye’si (Marcuse’un ünlü deyimi aslında Blanchot’tan alınmıştı) Fransız 68 Mayısı’nda ve büyük olasılıkla ABD, Meksika, İtalya, Almanya, Brezilya veya herhangi başka bir yerdeki eşdeğerlerindeki “duvar yazıları”nın en önemlilerinden biriydi.

Kapitalist ekonominin bir krizinin neden olmadığının vurgulanması gerekiyor: Tam tersine, kapitalist büyümenin ve refahın “30 görkemli” yılının en mağrur günleriydi.  Bu özellikle anti-kapitalist ayaklanmaları sadece –veya esas olarak- az veya çok kapitalist ekonomin katastrofik çöküşünden bekleme tuzağına tekrar düşmemek için önemli: Borsanın inişi veya çıkışıyla ve anti-kapitalist veya devrimci yükselişin veya düşüşü arasında doğru bir korelasyon yoktur. Aksine inanmak, İkinci ve Üçüncü Enternasyonallerde egemen olan ekonomist “Marksizm”e geri dönmek olur.
Yorumlarımı daha iyi bildiğim Fransız örneğiyle sınırlı tutacağım. Eğer Mart 68’te Daniel Cohn Bendit ve arkadaşlarının dağıttığı “Neden sosyologlar?” kuşlaması ele alınırsa, örgütlü kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda planlama, rasyonelleştirme ve tüketim maddelerinin üretilmesi ile tanımlanan “modernleşme” etiketi altındaki her şeyin en açık sözlü reddi olduğu görülür. Endüstriyel tekno-bürokrasiye, ilerleme ve rantıbilite ideolojisine, ekonomik-bilimsel zorunluluklara ve “bilimin yasalarına” karşı benzer tepkiler o günlerlerde öğrenciler tarafından yayınlanan belgelerde yaygın biçimde görülüyor. Hareketin eleştirel bir gözlemcisi olan sosyolog Alain Touraine, Marcuse’un kavramlarıyla Mayıs 68’i değerlendirmesinde bu durumu gözönüne alır: “Ekonomik ve politik aygıt tarafından yönetilen endüstriyel toplumun ‘tek boyutluluğuna’ karşı isyan, ‘negatif’ özelliklere sahip olmadan -örneğin doğalmış gibi sunulan mevcut sınırlamalara, büyümeye ve modernleşmeye karşı çıkmadan- patlak veremezdi.”3 Buna, emperyalist ve/ya kolonyal savaşlara karşı protestolar ve Üçüncü Dünya’nın yoksul ülkelerindeki bağımsızlık hareketlerine yönelik sempati dalgasını (bu sempatide “romantik” illüzyonlar da eksik değildi elbette) eklemek gerek. Ayrıca, birçok genç aktivistin, otoriteryan/bürokratik bir sistem olarak kabul edilen ve bazılarının kapitalist Batı’daki üretim ve tüketim paradigmasının bir varyantı kabul ettiği Sovyetler Birliği’ne karşı duyduğu derin güvensizlik söz konusuydu.

Mayıs 68’in romantik ruhu,  sadece “olumsuzluk”tan, insanlık dışı, dayanılmaz, ezici ve kaba kabul edilen ekonomik, toplumsal ve siyasi sisteme karşı bir isyandan, araba yakma gibi kapitalist metalaşmanın ve egoist bireyciliğin sembolleri olarak nefret edilen sembolik protesto eylemlerinden ibaret değildi.4 Aynı zamanda, ütopik umutlarla, liberteryan ve sürrealist gündüz düşleriyle, “öznellik patlamalarıyla” (Luisa Passerini), Ernst Bloch’un deyimiyle Wunschbilder’le yani tutkunun hayalleriyle doluydu –ki bunlar sadece özgürleşmiş; yabancılaşmanın, şeyleşmenin, toplumsal ve cinsel ezilmişliğin ortadan kalktığı bir gelecek için tasarlanmakla kalmayıp aynı zamanda çeşitli toplumsal pratik formları olarak da deneyimlenen şeylerdi: Kolektif bir şölen olarak devrimci hareket –ve yeni örgütlenme biçimlerinde kolektif yaratıcılık- özgür ve eşitlikçi bir toplumu yeniden keşfetme çabası, tek’in öznelliğinin ortak kabulü (özelikle feministler arasında), yıkıcı ve saygısız afişlerden şiirsel ve ironik duvar yazılarına kadar artistik yaratıcılığın yeni yollarını keşfi.

 

Öznellik hakkının savunulması (Luisa Passerini), Mayıs 68 ruhunu karakterize eden radikal anti-kapitalist hamleyle birleştirilmişti. Bu boyutu hafife almamak gerekir: Öğrenciler, çeşitli Marksist Liberteryan gruplar, yeni toplumsal hareketler (kadınların kurtuluşu) ve bürokratik önderliklerine rağmen Fransa tarihinin en büyük genel grevini örgütleyen işçi ve sendikacılar arasındaki  -gerilimli- ittifaka olanak vermişti.

Boltanksi ve Eve Chiapello, “kapitalizmin yeni ruhu” üzerine yazdıkları önemli kitaplarında her biri coşkunun, öznel hislerin, haksızlık karşısında öfkenin ve teorik analizlerin karmaşık bir birleşimi olan ve Mayıs 68’te bir şekilde biraraya gelen iki tür anti-kapitalist eleştiriyi ayırdederler: 1) Kapitalizmin sömürücü doğasına, ezilen sınıfların sefaletine ve ilerlemenin meyvelerine el koyan burjuva oligarşisine karşı geleneksel işçi hareketi tarafından geliştirilen toplumsal eleştiri; 2) Özgürlük ve doğruluk adına, yabancılaşma, düş kırıklığı ve baskı üreten kapitalizmin temel değerlerine radikal bir karşı çıkan artistik eleştiri.5

Boltanksi ve Chiapello’nun kapitalizmin “artistik eleştirisi“nden ne anladıklarına daha ayrıntılı bakılacak olursa, kapitalist düş kırıklığının ve yalanın, gündelik yaşamdaki sefaletin, teknokrasi tarafından dünyanın gayri-insanileştirilmesinin, otoriter baskının bir eleştirisi olduğunu görülür. Otonomi, özörgütlenme ve yaratıcılık için insani olanakların özgürleştirilmesi yerine kapitalizm, insanları araçsalcı rasyonalitenin “demir kafesi”ne, eve, meta üretiminin ticari buyruklarına hapseder. Bu eleştirinin ifade biçimleri, şölenin, oyunun, şiirin, “kurtuluş nutku”nun repertuarından ödünç alınırken dili Marks’tan, Freud’dan, Nietsche’den ve Sürrealizm’den esinlenmiştir. Mayıs 68’in öğrenci isyanında patlamadan önce bu fikirler, 50’lerin küçük sanatçı ve siyasi “öncü gruplarında” –örneğin, “Ya Sosyalizm ya Barbarlık” (Castoriadis, Claude Lefort), veya Sitüasyonizm (Guy Debord, Raul Vanegeim)- zaten mevcuttu.6

Aslında, Boltanski ve Chiapello’nun “artistik” diye tanımladığı esasen benim kapitalizmin “romantik” eleştirisi dediğim olguyla aynı. Temel fark, onların bunu, en iyi Baudelaire’in yazılarında formüle edildiği gibi, “bohem hayat tarzı” ve sanatçıların ve züppelerin duygularıyla anlatmaya çalışmalarıdır.7 Bu bana daha dar bir yaklaşım gibi geliyor: Benim romantik anti-kapitalizm dediğim şey hem daha eski hem de daha geniş bir toplumsal arka plana sahiptir. Yalnızca sanatçılar arasında değil, aynı zamanda yaşam tarzı ve kültürü yıkıcı kapitalist modernleşme sürecinde olumsuz etkilenen toplumsal gruplar, entelektüeller, kadınlar, öğrenciler arasında da kök salmıştı.

Boltanski ve Chiaparello’nun çarpıcı ve ufuk açıcı makalesinin diğer problematik yönü, son dönemlerde “artistik eleştirinin” toplumsal olandan kendisini ayırarak esneklik ilkesine, daha fazla otonomiye, daha fazla yaratıcılığa, daha az işçi disiplinine ve daha az otoriteryanizme dayalı idare biçimi vasıtasıyla kapitalizmin yeni ruhu tarafından entegre edildiğini göstermeye çalışmalarıdır. 1960’larda oldukça aktif olan ve “artistik eleştiri”den etkilenmiş yeni bir sosyal elit, “arkaik” ve eski komünist sol ile ilişkilendirdikleri kapitalizmin toplumsal eleştirisini koparıp atarak yeni idari görevleriyle sisteme katılmışlardır.8

Elbette bu resimde doğru olan çok nokta var; fakat 1968 isyanlarıyla yeni yöneticiler arasında veya Mayıs’ın tutkuları ve ütopyalarıyla ahir kapitalist ideoloji arasında düz bir süreklilikten ziyade derin bir etik ve politik bir farklılık var (bazen aynı kişilerin yaşamlarında). Süreç içinde kaybolan bazı detaylar değil, tam da esas nokta: anti-kapitalizmdir. Anti-kapitalist içeriği bir kere çıkarılıp atıldığı zaman kapitalizmin “artistik” –veya romantik- eleştirisi varolamaz, herhangi bir anlamı kalmaz ve sırf bir süs haline gelir. Elbette kapitalist ideoloji söylemine “artistik” ve “romantik” öğeler entegre edebilir; fakat bunları somut toplumsal anlamından koparır ve reklam olarak kullanır. Yeni endüstriyel “esneklik”le 1968’in özgürlükçü ütopik hayalleri arasında ortak olan hiçbir şey yoktur. Boltanksi ve Chiapello gibi “solcu kapitalizm”den bahsetmek tamamen saçmalıktır, a contradictio in adjecto’dur [kavramlar arasında bir çelişkidir].

Sonuç olarak bugün 68’in mirası nedir?  Hareketin tamamen yenilgiye uğradığı, birçok iştirakçisinin ve liderinin konformist olduğu ve 1980’ler ve 1990’larda kapitalizmin –neoliberal formunda- sadece muzaffer olarak çıkmakla kalmayıp tek mümkün görüş olarak kendini dayattığı konularında Perry Anderson’a katılmakla beraber, son yıllarda güçlü bir anti-kapitalist bileşenle geniş toplumsal hareketlerin dünya çapında yükseldiği gerçeğinin altını çizmek istiyorum. Elbette tarih kendini tekrar etmez, Paris’te veya başka bir yerde “yeni bir Mayıs 68”i beklemek boşuna ve absürd olur: Her yeni isyan kuşağının tutkuları, ütopyaları ve öznelliği kendi benzersiz bileşimini ortaya çıkarır. Neoliberal küreselleşmeye karşı, “dünya bir meta değildir” ilkesinden esinlenerek Seattle, Prag, Porto Alegre ve Quebec sokaklarında vücut bulan uluslararası seferberlik, kaçınılmaz olarak, 1960’ların hareketlerinden çok farklıdır. Homojen olmaktan uzaktır: Daha ılımlı katılımcıları hala sistemi düzeltme olasılığı olduğuna inanırken hareketin geniş bir kesimi –örgütlü Marksist ve liberter bileşenlerin haricinde de- açıkça anti-kapitalisttirler ve protestolarında, 68’de olduğu gibi, kapitalist düzenin, yarattığı adaletsizliğin ve ticari açgözlülüğün romantik ve Marksist eleştirilerinin kendine has bir kombinasyonu bulunabilir. 1960’larla anti-otoriteryan veya liberteryan eğilimi açısından benzerliklerinin yanı sıra çok büyük farklılıkları da vardır: Mayıs 68’te henüz çok yeni olan ekolojik ve feminist boyut, bugün yeni radikal kültürün önemli bir parçası durumunda. Bir yandan da, Sovyetler Birliği, Çin veya diğerleri olsun “fiilen varolan sosyalizm” yanılsamaları da ortadan kalkmış durumda.

 

Henüz başlayan bu hareketin gelecekte nasıl bir yere evrileceğini tahmin etmek mümkün değil ama bazı ülkelerdeki siyasi ve entelektüel iklimi şimdiden değiştirdiği de bir gerçek. Hareket gerçekçi, çünkü imkânsızı talep etmekte….

* Thesis Eleven , sayı 68, Şubat 2002.