Suriyeli solcu Münif Mülhem hiçbir ihtimalin tozpembe olmadığını, ancak Suriye’nin geleceği açısından en hayırlısının rejimin yıkılması olduğunu söylüyor.

Söyleşiyi gerçekleştiren: Rahim Haïder

Şam, 30.01.2013

Troçkist olarak bilinen sol siyasi militan Münif Mülhem siyasi mücadeleye Hafız El Esat’ın 1970’te iktidara gelmesiyle başladı ve Komünist Eylem Birliği ile Komünist Eylem Partisi’nin kuruluşunda yer aldı. 1976-1981 yılları arasında gizlilik koşullarında siyasi mücadelesini sürdürdü. 1981’de tutuklandı ve 1997’de serbest bırakıldı. 2000’li yıllarda “Şam Baharı” olarak adlandırılan gelişmeden yararlanarak, güvenlik aygıtlarının baskısı sonucu kapatılacak olan, Sol Forum’u kurdu. Daha sonra, 2002 yılında Küreselleşmeye Karşı Alternatif örgütünü kurdu. Mülhem, 2005 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen Avrupa Sosyal Forumu hazırlık toplantısının da katılımcıları arasındaydı. Şu anda, kendi ifadesiyle, devrim içinde imkânları ölçüsünde bireysel ve militanca bir varlık gösteriyor.

 

[…]

R.H. : Kurucularından biri ve eski yöneticisi olarak, Komünist Eylem Birliği’nin mücadelelerinde İslamcıların yanında yer aldığı söylendiğine göre, 1980’li yıllardaki olaylarda olduğu gibi bugün Birlik’in “İslamcıların hâkim olduğu” bir devrime yakalandığını söylemek sence mümkün mü?

M.M. : Yanlış izlenimlere kapılmış bir kuşak var zira Komünist Eylem Birliği o dönemde net bir görüşe sahipti. “Topçu” patlaması olarak adlandırılan olaydan (Halep 1978) önce rejim, Irak’ı Suriye’de ayaklanmaları kışkırtmakla suçluyordu. Daha sonra rejim, operasyonların sorumlusunun “Müslüman Kardeşler” olduğu açıklamasını yaptı. Ancak daha öncesinde parti gazetesi, bir makale yayınlamıştı ve burada, mücadelenin rejim ile İslamcılar arasında geçtiğini belirtiyor, ayrıca rejimin bu mücadelenin temellerini dolaylı bir şekilde, 1970’li yıllarda başlatılmış olan devlet kurumlarının mezhepçileştirilmesi yoluyla attığını ifade ediyordu. Biz Birlik olarak, Ali Duba, Ali Memluk vb. gibi iktidardaki onlarca Ali’yi tarif etmek için “Aliler”1 kavramını icat etmiştik. Bunun Suriye’nin geleceği açısından feci sonuçlara yol açmasını bekliyorduk çünkü bu, “devleti mezhepçileştirecekti” ve demokratik ilerlemeyi içinden çıkılmaz bir hâle getirecekti.

1979’un o döneminde rejimin çöküşünün bütün demokratik güçleri içeren bir cephenin kurulmasıyla gerçekleşeceğini düşünüyorduk. Bu da diktatörlükten çıkışı sağlayacak ve toplumun bir mezhep çatışmasına sürüklenmesini önleyecekti. Ne var ki dinci hareket 1980’de çok daha büyük bir boyut kazandı ve bu, özellikle de Hama ve Halep gibi şehirlerin kapanmasıyla kendini açığa vurdu. Suikastlar ve silahlı çatışmalar çoğaldı. Bu aşamada rejim sarsılmış gibi görünüyordu ve o zamandır ki parti içinde bir ayrışma ortaya çıktı. Akımlardan biri, rejimi devirmek için eylemi sürdürürken bir diğer akımsa rejimin devrilmesi şiarının şimdilik rafa kaldırılması gerektiğini belirtiyor, rejimi devirmenin dinci güçlerin çıkarına olacağını ve dinci-faşist bir akımla karşı karşıya olduğumuzu dile getiriyordu.

Sonuçta, rejime karşı mücadelesinde dinci akıma katılan ve kendilerini Mart Beyannamesi’yle ifade eden siyasi güçlerin geri kalanının pozisyonu nedeniyle, demokratik bir halk koalisyonu oluşturmakta başarısız olduk. Mart Beyannamesi o zamanlar, Riyad Türk’ün partimizi veto etmesi nedeniyle Komünist Eylem Birliği dışında tüm politik güçleri bir araya getiren Ulusal Demokratik İttifak’ın bildirisiydi.

Esasen, Ulusal Demokratik Koalisyon, kendisine “Komünistler ininize dönün” bildirisiyle cevap veren dinci güçlerle flört hâlindeydi. Partimiz 1980’de rejimin devrilmesi şiarını “Diktatörlüğü yenilgiye uğratalım ve kara gerici ekseni yenilgiye uğratalım” sloganıyla değiştirdi. Şimdiki Komünist Eylem Partisi de o dönemkiyle aynı pozisyonu alıyor: devrime destek ama devrimin idaresini /yönetimini üstlenen güçlere düşman, zira söz konusu olan gerici güçler. Buna paralel olarak, parti rejime yönelik düşmanca duruşuna da sahip çıkıyor. Burada şunu belirtmek gerekir ki partiler ve diğer güçler, Komünist Eylem Birliği’nin rejimin safında yer aldığı dedikodusuyla partiyi lekelemeye çalıştı, oysa aynı anda rejim de Birlik’in mücadelelerinde dinci akımın yanında yer aldığı dedikodusunu yaymaktaydı.

R.H. : Sokağın attığı sloganlar, kimilerine göre, Komünist Eylem Partisi’nin önemli bileşenlerinden birini oluşturduğu sol’a tekabül etmediği hâlde bugün Suriye Devrimi’ni destekliyorsunuz.

M.M. : Devrimin başlangıcında hareket dinsel bir karaktere değil, bir halk hareketi karakterine sahipti. Bu siyasallaşmamış bir devrimdi ve şiarları özgürlük, haysiyet ve rejimin sona ermesiydi. Mezhepçi bir karaktere sahip değildi ve bu devrime herkes değişik derecelerde katılmıştı. Meselenin özü, bunun mezhep bakımından birleşik bölgelerden kaynaklanan kırsal bir devrim olmasıydı. Ancak devrimi mezhepçileştirme açısından belirleyici bir rol oynayan önlem rejimden geldi: Bu, gösterilerin cinayetlerle, göstericilerin üzerine ateş açarak ve toplumun tüm kesimlerini bir araya getiren kamusal alanlarda toplantı yasaklarıyla tuzağa düşürülmesiydi. O zaman gösteriler tek mezhepli hâle geldikleri mahallelere ve sokak aralarına geri çekildi. Humus’taki Saat Meydanı’nda yapılan gösteri bu karma hareketin bir örneğidir. Ancak o zaman rejim tarafından gerçekleştirilen katliam, gösterilerin mahallelere çekilmesine ve mezhepçi bir mahiyet kazanmasına yol açmıştı. Rejim, özellikle büyük kentlerde, kamusal alanlardaki gösterilerin yasaklanmasını bir takıntı hâline getirmişti.

Hareketin başlangıcından beri ve geçen yılın sonuna kadar atılan sloganların yurtsever sloganlar olduğu söylenebilir, ama ardından silahlı karakter galebe çalmış ve bu sloganlar sahadaki askeri operasyonlara oranla anlamsız hâle gelmiştir. Bu operasyona hem devrime mezhepçi bir boyut kazandırmaya kalkışan rejim, hem de muhalefetin bileşenleri katkıda bulunmuştur. Muhalefet güçleri de aynı telden çalmıştır; bazıları başından beri mezhepçi bir yönelime sahip oldukları için devrimin mezhepçileştirilmesine katkıda bulunurken, başkaları bunun devrim için iyi olduğunu ve rejimi devirmeyi başarmak için dini aidiyeti pragmatik tarzda kullanmak gerektiğini düşünmüştür. Tüm bu öğelere rejimin aldığı önlemleri ve devrime zayıf katılımlarıyla muhalefetteki bu eğilimi güçlendirmiş olan azınlıkların tavrını ekleyelim ki rejimin istediği de zaten buydu.

R.H. : Suriye’de askeri operasyonların siyasi yola galebe çalmasıyla birlikte, devrime inanmakla birlikte şimdiye kadar askeri çözüme ikna olmamış gençliğin gelişebileceği zemin hangisidir?

M.M. : Baştan beri, rejim tarafından 1980’den bu yana Müslüman Kardeşler hareketiyle çatışmadan yararlanarak geliştirilen mezhepçileştirme projesinden hiç bahsetmesek bile, bizatihi rejimin yapısı ve rejimin güvenlik ve askeri aygıtlarının yapısı nedeniyle bu rejimi barışçıl yoldan yıkmanın mümkün olmadığını söylüyorum. Rejim sadece yirmi yıllık bir iktidar döneminde azınlıklarda, hedef alındıkları ve eğer rejim olmasaydı korunmalarının rejimle birlikte ortadan kalkacağı yönünde çarpıtılmış bir bilinç yaratmayı başardı. Ayrıca siyasi güçlerin 80’li yıllardan beri rejimin baskısı yüzünden mevcut olmaması da bunda bir rol oynadı. Böylece, önünde ne siyasi, ne dinsel, ne demokratik güçler olan, karşısında yalnızca rejimin mezhepçi makinesini bulan bir kuşak geldi. Tüm bu etkenler toplumda çarpıtılmış bir bilinç yarattı. Bu kuşak azınlıklar ve çoğunluklar içerisinde kendi içine kapandı.

Muhalefette iki eğilim mevcut; bunların biri silahlanma fikrini esastan reddeden ve rejimi barışçıl yolla devirmenin mümkün olduğunu düşünen, başkalarının yanı sıra Eşgüdüm Komitesi tarafından temsil edilen eğilim. Diğer eğilim, rejimin ancak silahla devrilebileceğini düşünüyor. Devrim başından beri yerel bir devrim ve bir halk devrimi biçimini almış olduğundan muhalefetin silahlı güçlerine katılmak zorlaşmış durumda. Gençliğin gösterilere katılmasını engelleyen aynı sebepten ötürü, silahlı eyleme katılmak olanaksız hâle geldi.

Silahlı eylem güçleri gölgede bıraktı ve silahlanmanın ve şiddetli mücadelenin yarattığı bu boşlukta, Suriye’de devrime katılmış olan laik ve laik olmayan büyük bir akım var. Bu akım yurttaşların hiçbir ayrımcılık gözetilmeden haklar ve ödevler bakımından eşit olduğu modern bir anayasaya dayalı demokratik modern medeni bir devlet kurmak istiyor. Bu akımı Medeni Devlet akımı olarak adlandırabiliriz. Mevcut koşullarda bu akım kendini tanıtmak ya da rejimin devrilmesinden önce devrimin gidişatında etkili önemli bir eyleme girişmek için hiçbir fırsat bulamıyor. Ancak bu akım rejimin devrilmesinden sonra Suriye’nin geleceğinin belirlenmesinde önemli ve temel bir role sahip olacak. Onun bu rolü oynamasına izin vermek lazım…

R.H. : Suriye’de sol veya laik olarak niteleyebileceğimiz ve aralarından bazıları silahların rejimi devirmenin tek yolu olduğunu düşünen güçler var, ancak bu güçler silahlı mücadelenin arenasında mevcut değiller. Bunu nasıl izah ediyorsun?

M.M. : Başta söylediğim gibi, hareket bir halk hareketi ve bir kırsal hareket kimliği kazanmış durumda. Silahlanma hedeflerde ve programlarda seninle yakınsayan güçlerin desteğine ihtiyaç duyar. Bu ne bölgesel ne de uluslararası düzeyde mevcut – tam tersine – bölgesel veya uluslararası düzeyde sol güçler Suriye Devrimi karşısında acınacak pozisyonlara sahip, ayrıca birçoğu da rejimle ittifak hâlinde…

R.H. : Kurmay kadrolarından bazılarının işlediği hatalar nedeniyle ve rejimin devrilmesinden sonra net bir projenin yokluğu nedeniyle devrimin birçok yandaş yitirdiği söyleniyor.

M.M. : Devrime eşlik eden olumsuz yönlere – ki bunlar her devrimde vardır – rağmen, rejimi devirmekte sebat etmek gerektiğini düşünüyorum zira tünelden çıkmanın yegâne yolu bu. Ayrıca bunu, rejimin yıkılması, özellikle Suriye sorununun bölgesel düzey de dâhil uluslararasılaşması yüzünden Suriye’de güllük gülistanlık bir durum yaratmayacak olmasına rağmen yapmak lazım. Ama durum her ihtimale açık olsa bile – ki bunların en beteri bölgesel güçlerin, bilhassa müttefik bir Alevi devletinin kurulduğunu görmek isteyecek İran’ın ekmeğine yağ süren muhtemel parçalanmadır – bu yıkılış kaçınılmazdır. Ancak parçalanma tehlikesi büyük değildir zira bölgesel ve uluslararası güçlerin Suriye’deki duruma müdahale sebeplerinin büyük bir bölümü İran’ı zayıflatma ve bu ülkenin bölgeden temelli çekilmesini sağlama girişimidir. Diğer kötü ihtimal diktatörlüğün İslamcı bir kılıkta tekrarlanmasıdır. Dediğim gibi, bütün bu olasılıklara karşın, rejimin yıkılması Suriye’nin çıkarına olduğunu düşündüğüm gelecekteki alt üst oluşların yolunu açacak ilk adımdır.

R.H. : Suriye toplumunun çok geniş kesimleri ve ABD tarafından terörizmle suçlanan El Nusra Cephesi devrimin bir bileşeni hâline geldi. Muhalefetin bileşenleri onu rejimin uşağı olmakla suçladıktan sonra var güçleriyle savundular. Bunun devrimin çizgisi üzerindeki etkisi ne olacaktır?

M.M. : Devrimin karşısına çıkan en belirgin sorunlar El Nusra Cephesi gibi silahlı grupların yarattığı sorunlardır. Bu cephe devrimin akışı içinde sivillerin hayatını kaybettiği saldırıların kökeninde yer almış, seri infazlar ve fiziki tasfiyeler gerçekleştirmiştir. Devrimin ahlaki değerini sarsmış olan sert mezhepçi teşvik de cabası. Oysa ahlaki değer devrimin yaklaşık bir yıl boyunca rejime üstün gelmesine olanak tanımıştır. Bu, devrimin rejimin yıkılmasından sonra acısını çekeceği sorunlardan biridir. Bu aktörlerin ve bu aktörlerin eylemlerinin – ama elbette şu andaki rejimden kurtulma hedefini göz ardı etmeden – eleştirisi işte bu nedenle ahlaki bir ödevdir. Müttefikini özellikle allayıp pullamak ya da onun açığını kapatmak veya şayet doğru değilse yaptıklarını örtbas etmek zorunda değilsin. Muhalefet güçlerinin pozisyonunun, yani El Nusra Cephesi’ne ya da benzerlerine karşı tarafsızlığın, devrimin mezhepçi bir muhtevaya sahip olmadığı döneme tekabül ettiğini düşünüyorum. Dinsel içerik şu anda devrimde galebe çalmış, İslamcılar ve onlara katılan bir avuç muhalif ise El Nusra Cephesi’nin İslami düşünceye dayandığı değerlendirmesinde bulunarak bu cepheye desteklerini ilan etmiş durumda.

R.H. : Rejimin ve muhalefetin bir bölümünün mücadeleyi mezhepçileştirmeye katkıda bulunduğunu söylüyorsun, bunu özendiren başka taraflar da oldu mu?

M.M. : Kitle iletişim araçlarının bunu bir mezhep çatışması hâline getirmeye kalkıştıklarını göz ardı etmeyeceğiz, bu eğilimin gerisinde kasıtlı ya da değil İran’ın ve Hizbullah’ın tutumu var. İran bu rejimi korumak için her yolu deneyecek zira Suriye’deki hiçbir yeni rejim mevcut rejimin kendisine sunduğunu sağlayamayacak. Bu, Hizbullah için geçerli değil, genel anlamda, ülkemizin topraklarının bir bölümü işgal altında ve nerede olursa olsun direnişe ihtiyacımız var. Muhalefetin tıpkı El Nusra Cephesi’ne karşı uzlaşmacı bir tutum benimsemeye sürüklenmiş olduğu gibi, rejimin yıkılmasından sonra Hizbullah’a karşı da İsrail işgaline direndiği ölçüde uzlaşmacı bir tutum benimsemesi gerekecek.

R.H. : Suriye ve Arap kültürünün simge isimlerini konum alışları nedeniyle ihanetle suçlama kampanyaları hakkında ne düşünüyorsun?

M.M. : Bunun entelektüeller arası mücadelelerin dışavurumu olduğunu düşünüyorum. Genel olarak, Suriye sokağı ve Arap sokağı bu kişilikleri tanımıyor. Baskıcı rejimin eğitimi nedeniyle muhalefet kesimleri arasında bir karşıtlık var.

İkinci konuya gelince, Suriye sokağı bugün devrim aşamasında ve felsefelere ya da tahlillere değil farklılaşmış pozisyonlara ihtiyacı var. Esas ve temel meselenin devrime karşı tutum değil, rejime karşı tutum olduğunu düşünüyorum. Şayet bu rejimin yıkılması gerektiğini, ortadan kalkmasının, sonuçları ne olursa olsun Suriye’nin geleceğinin yolunu açacağını ve ayakta kalmasından iyi olacağını düşünüyorsan, devrimi desteklemelisin. Devrimi terk eden entelektüellerin daha öncesinde rejime karşı radikal bir tutum benimsememiş olmaları dikkat çekici.

Mesela ben devrimden yanayım ama bu hedefe ulaşmak için uygulanacak taktik konusunda siyasi güçlerden ayrılıyorum. Devrimi yapanların siyasi güçlere mensup olmadığını herkes biliyor. Bu bir artı. Suriye halkı mevcut önderlikleri bırakacak ve kendisini daha büyük bir genişlikte, az demokrasiyle temsil edecek daha etkin önderlikleri getirecektir…

R.H. : Ulusal Konsey’in ve Eşgüdüm Komitesi’nin kurulmasından sonra bir konferansta “Ulusal Konsey beni temsil etmiyor ama onu canı gönülden destekliyorum” dedin. Bu eski bir taktik; bir kişiye oy verebilir, aynı zamanda ona küfredebilirsin ve bu, başka bir tarafla, bu halk bir değişim istiyor ve bunu desteklemek lazım ilkesinden hareketle söz konusu taraftan kurtulmak için çatışma içinde olur. Şu anda muhalefete önderlik eden siyasi güçlerin nesini eleştiriyorsun?

M.M. : Ulusal Konsey’in yapısını ve kuruluşunun özel koşullarını; ayrıca rejimin zihniyetine benzeyen tekelci bir zihniyet var. Konsey devrimi aktörlerinden çalmaya kalkıştı. Eşgüdüm Komitesi’ne gelince, o da kurulduğundan beri inisiyatifi kaybetti. Önderlikleri ve programı sokağın hareketine tekabül etmiyor. Eşgüdüm Komitesi sessiz çoğunluğun sesiydi ki bu bir hatadır çünkü ortada bir devrim vardır. Eşgüdüm Komitesi söylemlerinde “devrim” kelimesini pek kullanmıyor ama onun yerine “kriz” kelimesini koymuş durumda.

R.H. : Eğer rejim devrilirse silahlı muhalefetin belli taraflara karşı intikamcı tepkilerinden kaygı duyuyor musun?

M.M. : Mezhepçi bir karaktere sahip katliamlar rejimin yıkılma tarzına bağlı olacaktır. Rejim sadece askeri planda yıkılacak olursa, mezhepçi temizlik hareketlerine tanık olacağız.

R.H. : Suriye’de çıkarı olan ülkelerin Suriyelilerin yeni devletleri için bir rejim biçimi seçmelerine izin vereceklerini düşünüyor musun?

M.M. : Dışarıda kurulacak devletin medeni modern mi yoksa dinsel mi olacağına aldıran yok; herkes kendi çıkarına bakıyor. Batı şu anda İslamcıları destekliyor çünkü bu aşamada binecek başka atı yok.

R.H. : Demokrasiye doğru bir alt üst oluş yaşayan Arap ülkelerinde ulusal güçler yabana atılamayacak aşırılık yanlısı Selefi bir akımla benzer bir sorun yaşıyor; bu sorunun Suriye’de gelecekte akıbeti ne olacak?

M.M. : Bana göre, Suriye’de Selefilik bir temele sahip değil, ayrıca Mısır’daki ortamın Suriye’dekinden çok daha müsait olduğu dikkate alındığında, bu akım büyüse bile Mısır’da ulaşmış olduğu aşamaya gelemeyecektir. Buna rağmen, onların oradaki olayların seyri üzerinde büyük bir etkiye sahip olmalarını beklemiyoruz.

Selefilik, devrimin rejimin yıkılmasından sonra acısını çekeceği sorunlardan biri; ayrıca rejimin yıkılmasından sonra güçlü görünse ve sokakta bir varlığa sahip olsa bile bu, rejimin mezhepçiliğine bir tepkiyle bağlantılı olacaktır. Keza bu, rejimin yıkılmasını izleyen ilk yıllarda büyük bir sorun, Suriye’nin geleceği açısından ise geçici bir sorun oluşturacaktır. Aşırılık yanlısı Selefi akıma karşı ihtiyatlı olmak bir şey, bu akımdan korkmak ise başka bir şeydir. Devrimin projesi bu rejimden kurtulmak ve ondan her alanda üstün bir rejim kurmaktır. Gelgelelim siyasi güçlerin kendi gündemleri vardır: İslamcıların hedefi bir İslam devleti kurmaktır; demokratik güçlerin gündemindeyse demokratik bir devletin kurulması vardır. Bana göre Suriye için en uygun olan, uzun ya da kısa tarihsel aşama olarak demokratik medeni bir devlettir.

 

Fransızcadan Çeviren: Osman S. Binatlı

Bu yazının fransızca çevirisi alencontre.org’da yayınlanmıştır.