Berkant Çağlar –

“Neo-liberal politikaların, salt LGBT nüfusu için değil, yaşlılık için kurduğu söylem nasıl şekilleniyor? Kapitalist politikalar ve refah devletinin çöküşü ile daha da büyük bir sıkıntıya dönüşmüş olan yaşlılık, tam bir ‘huzursuzluk’ ve ‘panik’ duygusu yaratmış durumda.”

Toplumun yaşlanması, insanlık tarihi kadar eski bir konu iken, ‘modern’ bir kavram olarak sosyal bilimlerin ve diğer ilgili disiplinlerin çalıştığı bir alan olan ‘yaşlılık’, toplumsal süreçlerde eşitsizlikler, problemler yaşayan öznelerin irdelenmesine duyulan ihtiyaç üzerinden şekilleniyordu; fakat ben bu yazıda doğrudan yaşlı nüfusun yaşadığı eşitsizlikleri tartışmaktansa, neo-liberal dönemde kimlik politikalarının da etkisi ile ayrıştırılmış bir sosyal grup olan LGBT’lerin, yaşlanma sürecini anlamaya çalışıp bir yandan da gelecek 60 yıl içinde bizi nasıl bir gerçekliğin beklediğine dair tahminlerde bulunmak ve  yaşlanma süreçleri üzerine düşünmeye teşvik etmek istiyorum.

Türkiye’deki LGBT hareketi, yaşlı nüfus ile örgütlenme deneyimi yaşamanın çok uzağında. Aslında bu tablo, LGBT hareketinin politik kazanımlarının yoğun yaşandığı ‘batılı’ ülkelerde de çok farklı durumda deği. Bu durumun sebebi hiç şüphesiz ki, Türiye’deki hareketin tarihinin çok eskilere dayanmıyor oluşu; fakat 80’li, 90’lı yıllarda aktivizm yapmaya başlamış LGBT’lerin de yaşlanmaya başladığı durumu bir gerçek. Hareketin tanıdık isimlerinden Osep Amca ya da bilinen diğer ismiyle Parisli Amca, yakın zamanda aramızdan ayrıldı. Osep Amca’nın hareketle kurduğu ilişki dayanışma düzeyinde ilerliyordu. Osep Amca, LGBT örgütlerinden kişilerin de çağrısıyla kaldığı bakım evinde yalnız bırakılmadı. İstanbul’daki cenazesinde de kilise onlarca ‘genç’, LGBT aktivisti ve kilise cemaati ile doluydu. Osep Amca’nın, aynı kimliği paylaştığı, kendi gibi yaşlanmış arkadaşları yok muydu? Hiç şüphesiz ki o, döneminin tek gey figürü değildi; fakat akranları, zaman içinde toplumsal ağlarını ve ‘ayak direme kapasitelerini’ heteronormatif pratiklerle kaybetmiş durumdaydı.

Teorik çalışmalar, LGBT bireylerin yaşlanma süreçleri konusunda üstüne uzlaşılamamış tartışmalar içeriyor. Örneğin, kimileri, LGBT’lerin yaşlılığı, heteroseksüel nüfusa göre daha ‘başarılı’ yaşadığını savunurken, kimi teorisyenler de çoklu eşitsizlikleri, kesişimsellikleri de anlamamız konusunda çağrıda bulunuyorlar. Kimlik politikalarının desteklediği, bir arada tutma, ayrıştırma, gettolaştırma, şehrin dışına itme kültürü, kendini çok yoğun şekilde hissettirmesine rağmen,  teorisyenler bu sürecin yaşlanma da bir avantaj sağladığını çünkü LGBT’lerin yasal olarak sahip olmadıkları aile kurumlarına alternatif, ‘atfedilmiş aileler’ (family of choice) yaratmaları sayesinde, içinde bulundukları toplumsal grubun da desteği ile bu süreci dayanışma ile, daha az ‘tehlike’ içinde atlattıkları iddia ediliyor. Peki bu düşünce, kimlik politikalarının meşrulaştırmalarından biri olarak okunup eleştirilebilir mi? Tabi ki de bu düşünce, farklı kesişimsellikleri göz ardı ettiği için sonuna kadar eleştirmelidir çünkü biliyoruz ki sınıf, toplumsal cinsiyet, din, etnik kimlik, yaşlanmanın kendi içinde de ayrışmalar yaşadığı ‘yaş grupları’ yaşlanma sürecini doğrudan etkileyen faktörlerden sadece bazıları.

Sınıfsal süreçleri eşitsiz yaşayan yani eşit kapitale sahip olmaması üzerinden, toplumsal kurumlar tarafından ötekileştiren, çoğunlukla sömürülen gruplar, yaşlılık süreçlerini daha ağır şartlar altında yaşıyorlar. Huzur evlerinin, bakım evlerinin ve diğer sağlık kurumlarının da kendi içinde ayrışması, faklı imkanlar ve koşullar sunması, aslında gelir düzeyinin sağladığı koşulları anlamamız için yararlı olabilir. Bu yüzden de yaşlı nüfusu tek bir toplumsal grupmuş gibi düşünmek bizi hataya düşürür; fakat bu durum, kimlik politikalarının tam da bizlere özümsetmeye çalıştığı aynı olduğumuz, farklılıklarımızın görünmez kılındığı bir sistemin üstünlüğüne dair övgüler yağdırır. Tam aksine, burada yapılması gereken, bu çoklu eşitsizlikleri görününür kılmak ve kendini ekonomik gücü elinde bulundurmak ve avantajlar sağlamak üzerinden sağlamlaştıran neo-liberal politikaların eleştirisinin yapılması gerekir.

Neo-liberal politikaların, salt LGBT nüfusu için değil, yaşlılık için kurduğu söylem nasıl şekilleniyor? Kapitalist politikalar ve refah devletinin çöküşü ile daha da büyük bir sıkıntıya dönüşmüş olan yaşlılık, tam bir ‘huzursuzluk’ ve ‘panik’ duygusu yaratmış durumda. Bu paniğin sebebi, artık emek gücünü üretemeyen bir grubun, giderek büyümesi ve hazırdan yemeye başlaması. Bu yüzden de emeklilik gelirleri, düzenli olarak kısıtlamalar yaşamakta ve genç nüfus şimdiden finans ve reklam sektörü tarafından geleceklerine yatırım yapmaları, sağlık poliçeleri edinmeleri, devletin, emekliliklerinde iyi bir yaşlılık geçirme bahanesi ile kestiği vergilere ek olarak ekstra yatırımlara özendiriliyor. Burada sorulması gereken soru, geçmişte yaşlanmak için bu kadar birikim yapılmıyorken, şimdi iyi bir yaşlılık geçirmek için yatırım ve harcama odaklı bir sistem düzenine nasıl geçildi? Genç ve orta yaşlı nüfustan istenen paralarını biriktirmeleri değil, şimdiden, ellerindeki parayı finans ve sigorta sektörü üzerinden dolaşıma sokmaları ve gelecekte de devam edecekleri harcama kültürünü yapısal olarak sağlamlaştırmak. Sistemsel olarak yerleştirilmeye çalışılan söylem çok net. İyi bir yaşlılık için, çok çalışmalı, mümkün olduğunca yüksek oranlarda sağlık ve sigorta poliçelerine yatırım yapılmalı. Peki gerçekten de şimdilerin genç ve orta yaşlı nüfusu, yatırımlarının ‘tadını’ gelecekte yaşayabilecekler mi? Krizlerin düzenli olarak ‘olağanüstü haller’ yarattığı bir noktada, “beklenmeyen bir durum ile karşılaştık, maalesef ki sizin maaşlarınızda kesintiler yapacağız” deme ihtimalleri şaşırtıcı olmayacaktır çünkü sistem böyle durumları, bize gençliğimizde alıştırmış durumda. Neo-liberal sistemin artık bizlere öğrettiği kültür, yaşlanmanın artık eskisi kadar kolay olmadığını, iyi bir yaşlılık için daha çok çalışmamız ve elimizdeki parayı yatırıma dönüştürerek dolaşıma sokmamızın gerektiği konusunda uzlaşmış durumda.

Peki Türkiye bu politik ağın içinde nasıl bir noktada duruyor? Türkiye nüfusunun, nüfusu gençleşirmeye yönelik politikalarına rağmen, hızlı bir yaşlanma süreci içinde olduğu, TÜİK verileri üzerinden de anlaşılabilir. TÜİK’in tahmini tablosuna göre, 65 yaşını geçmiş nüfus, 2013 yılında 7,7 iken, 2023’te 10,2’ye, 2050’de 20,8’e, 2075’te ise 27,7’lere kadar artacağı ön görülüyor. Bu dramatik artış, Türkiye nüfusunun yaşlanma süreçlerinde gerekli paniği göstermediğini de bize anlatıyor. Tabi burada panik duyulacak olan şey, nüfusun yaşlanması değil, neo-liberal politikalarla daha ‘eşitsiz’ ve ‘yalnız’ yaşanacak bir yaşlılık süreci.

Türkiye’deki LGBT hareketinin dayandığı temellerin kendini kimlik politikaları üzerinden şekillendirmesi, çoklu ayrımcılık süreçlerinin göz ardı edildiğine işaret ediyor. Yapılması gereken, LGBT örgütlerinin yaşlanma süreci içinde sağlık hizmetlerine erişimde sayısız ayrımcılıkla karşılaşma potansiyeli taşıyan trans, lezbiyen, gey, biseksüel ve interseksüellerle yoldaşlık kültürü kurmaları için çalışmalarıdır. Bu örgütlenmelerin, sosyal politikalar ve sosyal hizmetler alanındaki çalışmalarını, neo-liberal söylemden sıyrılmış bir şekilde temellendirmeleri gerekmektedir. Neo-liberal devlet yapısının sunduğu başarılı yaşlılık söylemi, çok küçük bir grubu kapsayan, dışlayıcı bir söylemdir. LGBT hareketinin içerdiği kesişimsellikler ise, çok taraflı bir direniş alanına imkan sağlıyor iken, bu potansiyeller sönümlendirilmemeli; aksine mücadele ve direniş noktalarında birleşmelidir.

 

(Bu yazı Yeniyol’un 9. sayısında yayınlanmıştır)