7 Ekim seçimlerinde Hugo Chavez üçüncü kez başkanlık seçimini kazandı. Başkanlık adaylarının dördü ihmal edilebilir oylar alırken kutuplaşma neoliberal aday Henrique Capriles Radonski (%44.3) ve aşağıdakilerin temsilcisi olarak Hugo Chavez (% 55.1) arasındaydı. Katılım oranının %80’ini aşarak zirve yapması Venezuella halkının seçimlere yüklediği siyasal anlamın yüksekliğini gösteriyordu. Ardından yapılan eyalet seçimlerinde de 24 eyaletin 22’sinin Bolivarcı güçler tarafından kazanılmış olması dikkatleri bir kez daha Latin Amerika’nın siyaseten bu aykırı deneyimine çekmekte. Ancak 2006 başkanlık seçimleri ile 2012 seçimleri karşılaştırıldığında Chavez oylarının 750 bin muhalefet ise bunun üç katı artırdığından başarının giderek kırılganlaştığı da söylenebilir. Başkent Caracas’ın yoksul mahallelerinde Chavez’in oyları %6 ila %9 arasında düşmüş. 2006’ya göre kapanan makasın böyle giderse önümüzdeki seçimlerde Chavez veya başka Bolivarcı bir adayın yenilgi ihtimali ihmal edilemez.

 

Chavez, partisi Venezuella Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV)’un oylarından %20 daha fazla oy almış. Yani başkanlık seçiminde komünist partisinin de dahil olduğu Büyük Yurtsever Kutup adayı Chavez kendi partisinin dışından azımsanmayacak oy almış durumda. Seçim bittiğinde Chavez muhalefete elini uzatırken PSUV’dan bolivarcı devrimci süreci derinleştirme sesleri yükseldi. Chavez’in PSUV’u 2007’de kurmasından bu yana parti organik bir parti olmaktan ziyade Chavez’i seçimlerde destekleyen ancak diğer zamanlarda da farklı çıkarların gerilim yatağı oldu.

Sağın makası daraltmasına rağmen seçim başarasının önemli nedenlerinden biri Venezuella’nın 1989 açlık ayaklanmasının kanla bastırılmasıyla hatırlanan neolibeal dönemin geniş kitlelerin belleğinde bıraktığı izlerdir. Sağın komünizm hayaletine karşı Chavez seçimlerde sürekli olarak o dönemi hatırlattı.

Bolivarcı devrim ya da Chavez

Zaman zaman Beşinci Enternasyonal, sürekli devrim gibi radikal söylemlerde bulunsa da Chavez nevi şahsına münhasır bir siyasal fenomen. Rakiplerinin onu şeytanlaştırması, taraftarlarının mitleştirmesi 14 yıllık başkanlık döneminde ve özellikle bunun son yarısında Venezuella’daki köklü değişimlere dikkatten kaçırmamalı.

Bolivarcı devrim geride bıraktığımız yıllarda kemikleşmiş bir dizi sorunla karşı karşıya. Aşırı derecede kişisellemiş bir siyasal iktidar aşağıdakilerin sesi olarak belirirken bir yandan da aşağıdakilerin kendi özerk örgütlenmelerini ikame etmekte. Öte yandan devrim için değil devrimde yaşayan bir bürokrasinin varlığı, bolivarcılığa gönderme yapan “boliburjuvazi”, özetle bir dizi toplumsal misyonun yanısıra yeni dönemin şekillenmesinde önemli bir yer tutmakta.

Dünya Sosyal Forumlarındaki radikal çağrılarıyla öne çıkan Chavez uluslararası planda kampçı bir tavır geliştirmekte. Örneğin Arap devrimleri vesiylesiyle Kaddafi (“Afrikanın Bolivarı”) ve Esat (“sosyalist hümanist”) gibi kanlı diktatörlere verdiği destek veya daha önceden de temelsiz bir anti emperyalizm adına Ahmedinecad’a gösterdiği tevecühün seçim başarılarıyla zerre kadar ilgisi olmadığı rahatlıkla söylenebilirse de o ülkelerdeki ezilenler ve çalışanlar nezdinde itibarını sarsmakta. Ayrıca bu tutum kendi toplumu için nasıl bir rejim öngördüğü konusunda da kuşkular uyandırmakta. Ancak bir başka okumayla, kimi zaman çok radikal söyleminin de benzer bir şekilde başarısnda büyük bir rol oynadığı söylenemez. Bu radikal söylemlerin hernüz kuvveden fiile çıkmadığı da eklenmeli. Yani ne Beşinci Enternasyonal ne Sürekli Devrim konusunda adım atmış değil ve görüldüğü kadarıyla da atmaya yönelmiş değil.

Misyonlar

Chavez’in başarısı siyasal söyleminden ziyade kamu harcamalarına bağlı. Kamu harcamaları da büyük miktarda seçim takvimine göre değişiklikler göstermekte. Misyonlar 2003 yılında, 2004’te yapılacak referandum sonuçlarının belirsizliği ortamında Fidel Castro’nun da büyük desteğiyle hayata geçirildi. Bu misyonlar yoksul halkın hayatını tartışmasız bir biçimde iyileştirdi. Chavez’in ilk seçimini kazandığı 1998 yılında halkın %43.9’u yoksul iken 2011’de bu oran %26.7’ye düşmüştü. Aşırı yoksuluk ise %17’den %7’ye. Dünyada eşitsizliğin en yaygın olduğu bir kıtada eşitsizliğin en düşük düzeyde olduğu ülkenin Venezuella olduğu eklenmeli.

Özellikle sağlık ve eğitim alanındaki misyonların halkın gündelik hayatında iyileştirmelere yol açarken bu faaliyetler büyük miktarda kurumsal çerçevede yürütülmekte. Chavez başa geçtiğinde varili 10 dolar olan petrolün bugün yüzü geçtiği düşünülürse petrol gelirlerinin büyüklüğü bu misyonların gerçekleştirmesini kolaylaştırmakta. Ancak bunların yurttaş veya parlamenter denetim dışında olduğu gerçeği siyasal olarak önemli bir engel oluşturmakta. Bugün Chavez’e oy veren hemen hemen her kesim bu misyonların getirdiği hizmetlerden yararlanmış durumda. Emeklilerin sayısının onun yönetiminde 200 binden 2.300.000’e çıkmış olması, gençlerin her düzeyde eğitim imkanı elde etmeleri ve kendilerine kitap ve bilgisayarların parasız verilmesi, yoksulların temel besin ürünlerini piyasadan daha düşük fiyata veren dükkanlardan alabilmeleri, sosyal güvenlik ve özellikle sağlık sistemin yaygınlaşmış olması ve nihayet gecikmeli olarak da olsa konut meselesinin çözümüne el atılmış olması seçimde “Viva Chavez!” diye haykıranların aslında Chavez derken somut olarak neleri kast ettiklerini göstermekte. Bölgede en yüksek asgari ücret ve en ilerici iş kanunu da Venezuella’da bulunmakta.

İç muhalefet

Öte yandan toplumsal hareketlerin ve mücadele sendikacılığının kriminalize edilmesi son yılların ciddi sorunlarından biri. 2006-2007’den itibaren üstelik Chavez’ci tabana yaslanan sokak gösterileri hayat koşullarının iyileştirilmesi taleplerini yükselterek sürmekte. Son yıllarda yaklaşık 2500 kişinin bu nedenlerle soruşturmaya uğradığı ve bunların da 30’unun içeri atıldığı bilinmekte. Chavez’in tabiriyle “sendikal hareketin özerkliği önceki rejimden miras kalan karşı devrimci bir zehir” olarak degerlendirildiğinde devletten bağımsız sendikal mücadele yürütenler doğrudan karşı devrim cephesine kaydedilmekte. Chavez, muhalefete bağlı geleneksel sosyal demokrat sendika CTV’yi çökertemeyince rejim kendi sendikasını kurdu. Venezuella Ulusal Emekçiler Birliği (UNETE) ve Emekçilerin Bolivarcı Sosyalist Merkezi (CSBT) içinde gerilim ve bunalım sürmekte. Çalışma bakanlığının nüfuzu altındaki bu örgütlerde de rejimin hık deyicisi olmayan ve taleplerini yükselten gerçek sendikacılar da olunca barışçıl bir biçimde grev haklarını veya gösteri haklarını kulanmaya kalkan yarısından fazlası hükümet yanlısı olan 120 militanın (2011) soruşturmaya tabi tutulması manidar.

2007 yılında Chavez’in dillendirdiği sosyalizme yönelişin önünde boliburjuvazi ve bürokrasinin bir engel olarak durduğuna inanan Chavezci sol dolayısıyla bir “devrimde devrimi” savunuyorlardı. Burada kast edilen geçmişten devralanınan bir oligarşi değil Chavez döneminde dikkat çekici bir biçimde zenginleşen işadamları, banka çevreleri ve memurlardı. Sonuçta petrole bağımlı bir kurumsal yapının içine işlemiş olan kokuşmuşluk devam etmekte.

Venezuella ve genel olarak Latin Amerika solundaki canlanmanın aşağıdakilerin gündelik hayatlaırın kolaylaştırmada ve siyasete daha aktif olarak katılmalarında bir etkisi olmakla birlikte bunu devrimci bir dinamikle özdeşleştirmek özellikle aşağıdakilerin bağımsız özörgütlenmelerinin eksikliği ve rejimi denetleme ve yönlendirme araçlarından yoksun olmalarından ötürü abartılıdır. Klasik bir söylemle artık tarihte tedavülden kalktığı söylenen sol sosyal demokrat önlemlerin buralarda köklü değişimlere yol açtığına tanık oluyoruz. Ancak rejimin sağlam dayanaklarında ciddiye alınabilir bir değişim yok. Örneğin Venezuella’da 1998’de yani Chavez iktidara geldiğinde ekonomide özel sektörün payı %64.7 iken bugün %70’e yükselmiştir. Sonuçta sermayenin emekten daha fazla nasiplendiği bir dönemden söz ediyoruz. Buna karşılık kimi kamulaştırmalar veya özyönetim modellerinden çokça söz edilmesine rağmen kooperatifler de dahil olmak üzere sosyal ekonomi diye tanımlanabilecek kesim %0.5’dan %1.6’ya çıkmıştır ancak.

Öte yandan yoksulların durumundaki kısmi düzeltmelerin devrimci bir dinamik taşıdığı söylenemez. Aşağıdakilerni kendi iradeleri ve kendi örgütlenmeleriyle kendi taleplerini gerçekleştirmeleriyle Bolivarcı deneyim arasında köklü bir fark vardır.

7 Ekim 2012’da seçim sonuçları belli olunca Chavez elini yeni sağa uzattığını söylerken geleneksel bir politikacı gibi konuştu. Yurttaşların iktadara katılımını sağlayacak, çeşitli düzeylerde konseylerin kurulması ve güçlendirilmesi ise başka bir yoldan geçmektedir.

Venezuella nereye gidiyor?

La Jornada’da Guillermo Aymara Chavez’e oy verenlerin hükümet cephesindeki arızalardan habersiz olmadıklarını, yani bütün bu yukarıdan aşağıya yapılanmları, kokuşmuşluğu, bürokratikleşmeyi bildikleri halde temel meselelerin çözümü için muhalefeti, sağı yenilgiye uğratarak devrime yeni bir yöneliş kazandırma ihtiyacından hareket ettiklerini belirtmekte. PSUV içindeki anti kapitalist bir eğliim olan Marea Socialista buradan hareketle seçimlerde ayrı bir aday çıkartmak yerine sosyalizme taraftar olan Chavez yanlılarıyla birlikte çalışarak emekçilerin özörgütlenmelerini güçlendirmek ve Hugo Chavez’in yokluğunda devlet aygıtını ele geçirmeye çalışan kesime karşı mücdele etmeyi uygun görmüşlerdir. Gençlik ve sendikal harekette güçlü olan bu eğilim “7 Ekim: Chavez başkan; 8 Ekim: “devrimi bürokratlardan kurtarmak”, “kapitalistlerin olmadığı bir halk hükümeti için!” şiarıyla hareket etmişlerdir. Marea Socialista, Mayıs 2012’de feminist örgütler, öğretmen örgütü, köylü örgütleriyle devlet ve PSUV yapılarına bağlı olmadan Devrimci Halk İttifakı’nı (APR) oluşturdular. Bu kesim ancak toplumsal mücadelelerin, ve demokratik kazanımların derinleştirilmesinin, özerk katılım biçimlerinin ve devlet işlevleri ve de ekonomi üzerine denetimin, gerçek halk iktadarı biçimlerini yaratılmasının ancak ve ancak “21. yüzyıl sosyalizmi” çağrılarına somut bir içerik kazandırabileceğinin altını çizdi. Neoliberalizme ve Amerikan hegemonyasına düşmeden bolivarcı devrimci sürecinin çelişkilerinin ve engellerinin ancak böylesi bir mücadeleyle aşılabileceğini belirtiyorlar.

Chavez’in Venezuella’da Bolivarcı süreçteki tartışmasız rolü ister istemez Chavez’siz bir dönem hakkında soru işaretleri doğuruyor. Emekçi sınıfların ve halk hareketini gerçekten temsil eden bir yeniden yapılanmanın başarılabilmesi bu işaretlerin önemli kısmını ortadan kaldırabilir. Yönetimin yukarıdan, askeri, kurumsal dizilişine karşı aşağıdan örgütlenmelerin ağırlığının koyma gücüne ulaşması yalnızca Venezuella halkı için değil başta Latin Amerika olmak üzere bütün dünya için önemli olacaktır.

Yeniyol Ocak-Şubat 2013 sayısında yayınlanmıştır.