Masis Kürkçügil –

 

13 Mart 2016’da Ankara’da TAK tarafından üstlenilen canlı bomba eylemi Kürt ulusal hareketinin ana merkezi olarak kabul edilen PKK’nin siyasetinin yeniden yorumlanması için mihenk taşı olmasa da, yazılı çizili, önünde bol miktarda “demokratik” ibaresi bulunan güzellemelerin yanı sıra mutlaka dikkatle ele alınması gereken bir husustur.
 
Daha önceki, Şubat ayında yine Ankara’da askeri bir araca yapılan saldırıdan ayrı düşünülemeyecek olan bu eylem Kürt ulusal hareketinin “meşru savunma” veya “özsavunma” iddialarıyla açıklanması mümkün olmayan bildik bir “yıldırı” yani korku salma eyleminden başka bir şey değildir. Hayli tartışmalı olan “terör” ibaresi bu örneklerde kaba bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
 
En son ve açık bir biçimde PKK’nin eylem ve görüşleriyle hayli mesafeli olan Tahir Elçi’nin bir TV programında “PKK terör örgütü değildir. Bazı eylemleri terör niteliğinde olsa bile, PKK silahlı siyasal bir harekettir. Siyasal talepleri olan, toplumda çok ciddi bir desteği olan bir siyasal harekettir” demesinin üzerinden altı ay geçmeden bu olaylar cereyan etti.
 
Üstelik IŞİD’e karşı yürütülen mücadelenin getirdiği prestijle Batı ülkelerinde terör listesinden çıkarılması talebinin yaygınlaştığı bir ortamda böylesi bir eylem tarzının götürüsünün getirisinden kıyas kabul etmez bir biçimde fazla olduğunu moral ve siyasi açıdan anlamamak için özel çaba sarf etmek gerek. Getirisi, kendi zaten konsolide ettiği tabanında olabilir ama talep edilen haklar açısından kazanılması gereken çok daha geniş kesimlere ulaşmak için bu tarz eylemler korkunun genelleşmesinden başka bir şeye hizmet etmez. Dahası devlet terörüne azımsanmayacak kesimlerin nezdinde meşruiyet kazandırır.
 
(Bu tür eylemlerin nereye oturtulabileceğine ilişkin kapsamlı bir çalışma için Gérard Chaliand ve Arnaud Blin’in yayına hazırladığı Histoire du terrorisme – De l’Antiquité à Daech’e bakılabilir).

 
“İntikam”
 
Bu eylemlerin hangi ölçütlere göre değerlendirilebileceği üzerine bir mutabakat sağlamak oldukça zor. “Radikal Demokrasi”den “Demokratik Modernite”ye uzanacak ama bu arada çeşitli sosyalist söylemleri de içeren bir liste veya bizzat Abdullah Öcalan’ın İmralı görüşmelerine kapak yapılan “Demokratik Kurtuluş” kimseye bütünlüklü bir görüş vermez.
 
Murat Karayılan (Birgün 13 Ocak) “Herkes bilmeli ki, onların kanı yerde kalmayacak. İntikamı alınacak. Çocuklarımızın, kadınlarımızın, gençlerimizin kanı yerde kalmayacak. Herkes bunu bilmeli. İntikam alınacak. Kürt halkı bu kanı yerde bırakmayacak” demesinin ardından TAK’ın sahip çıktığı eylemin PKK’nin iradesi dışında gerçekleştiğine inanan çıkarsa kendini aldatmış olur. Ancak Kürt halkının başına gelenlerin müsebbibi olarak bir polis noktasını hedefleyip beceriksizliğinin cezasını masum insanlara ödetenlere de kullanılacak ibare canilikten başka bir şey olamaz.

 
Tarihin terkisinde
 
İster istemez bu tür olayları tarihin terkisinde bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekiyor (Uraz Aydın: Ezilenlerin Şiddeti ve Devrimci Marksizm -Yeniyol sayı 10). Ancak burada ayırt edilmesi gereken önemli bir husus var. Tarihin terkisindeki örnekler ve tartışmalar uluorta ahaliye korku salan veya “intikam” ile gerekçelendirilen eylemlerden söz etmez. Bu tür eylemlerin bir “araç” olarak neye hizmet edebileceğine ilişkin iki soru öne çıkmakta:
 
1- Kapitalizmin zayıflatılmasına bu tür eylemler hizmet etmekte midir? Bunu kapitalizm yerine “radikal demokrasi”nin genişletilmesine veya “Demokratik Kurtuluş”un gerçekleştirilmesine diye de okuyabiliriz.
 
2- Devrimci ahlakın gerekleri açısından bu tür eylemler haklı görülebilir mi? Yyine devrimci ahlak yerine radikal demokratik ahlak vb. kullanılabilir -ne demekse?

 
Mesele şurada düğümlenmekte: sistemde temsil kabiliyeti olan insanlar da birer temsilcidirler, yani yerlerine birilerinin bulunması için sonsuz kaynak mevcuttur. Devletin “etkisiz hale getirdiği” PKK’liler arttıkça dağa çıkmalar azalmadığı gibi tersi de aynı şekilde doğrudur. Ama temsil kabiliyeti olmayan sıradan insanların öldürülmesinden siyaseten bir şey ummak tarihte rastlanır bir durum değildir. Buna sivillerin ölümünden üzüntü duyulan ikinci eylemin yanı sıra birinci eylem de dâhildir. Askeri işyerinde çalışan insanların elbiselerinin haki olması da onların askeri hedef olduğu anlamına gelmeyeceği gibi onların öldürülmesinin ne siyasi ne ahlaki bir gerekçesi olabilir.

 
Terörün meşru “şiddet”le dansı
 
Bin yıllık siyasal mücadeleler pratiği herhangi bir insanın öldürülmesi bir yana sistem için en önemli şahsiyetlerin öldürülmesinin de sistemin işleyişini zerre kadar etkilemediğini göstermiştir. Tersine demekte yarar var: Çar II. Aleksandr’ın öldürülmesinden sonra gelen III. Aleksandr çok daha baskıcı bir rejim sürdürmüştür.
 
Tarihte az rastlanır bir biçimde baskıyla özdeşleşmiş olan birine yapılan suikaste örnek olarak Franco’dan sonra başa geçmesi beklenen Başbakan Amiral Luis Carrero Blanco’ya Haziran 1973’te ETA’nın yaptığı eylem gösterilir. Ancak Franco rejimi zaten artık çözülmekteyken bu eylem –sempatiyle karşılanmış olsa da– siyasal bir sonuç vermemiştir. İstisnayı kural olarak görmemek kaydına bir örnek olarak 1938’de Paris’teki büyükelçilikte bir danışmanı deviren genç yahudi terörist Grynzpan için Troçki “biz Marksistler bireysel terörizm taktiklerini proletaryanın veya ezilen halkların özgürlük mücadelesinde etkisiz olarak değerlendiririz” dedikten sonra bu umutsuz eylemi neden anlayışla, sempatiyle karşıladığını açıklar. Ama onlara başka bir yol bulun diye de devam eder! (Pour Grynszpan: Contre les pogromistes fascistes et les brigands staliniens -30 Ocak1939)
 
Eylemin “sınıflar mücadelesi” yani bizzat kitlelerin kendilerinin yürüttüğü bir tarzdan kişiselleştirmeye yönelmesi sistemin algılanmasında ciddi soruların olduğunu gösterir. En baskıcı rejimde bile sistemin kendisini değil de şu veya bu şekilde temsil kabiliyeti olanları hedef almak amacın belirsizleşmesine neden olur.
 
Sosyalistler kabaca eylemin muhtemel yararıyla kendilerini sınırlamaz. Devrimci ahlak kullanılan araçların amaca uygun olup olmamasıyla muhakkak ilişkilendirilir.
 
Tarihteki tartışmalar –Rus narodnikler edebiyattan felsefeye bu işin ilham kaynağı olmuşlardır– bir yana konulsa da altmışlı yılların sonları yetmişli yılların başlarında, Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF), Fransa’da Doğrudan Eylem (Action Direct) ve İtalya’da Kızıl Tugaylar’ın polis kurumlarını, çokuluslu şirket merkezlerini hedef almaları, siyasi adam kaçırma ve cinayetler bu tartışmaların yeniden alevlenmesine yol açmıştır (Emmanuel Barot: L’Efficacité Politique: Du Caractère Historique des Concepts de Terreur et de Morale Révolutionnaire).
 
Nihayetinde aracın amaç olmasına varan kaçınılmaz bir yozlaşma söz konusuysa böylesi bir eğilimi içinde barındıran yapının da radikal bir eleştirisi gerekir.  Üzüntülerini bildirmekle geçiştirilebilecek, halledilebilecek bir mesele değildir bu.
 
Mücadele tarzı, uğruna mücadele edilen yeni toplum veya hedeflerden asla bağımsız olamaz. Yürütülen mücadele biçimi geleceği de şartlar. Bu açıdan ezenlerin kullandığı yöntemlerin ezilenler tarafından kullanılması amacı baştan sakatlar. Komünal bir demokrasi hedefleyen bir mücadelede öznenin ne olacağını belirsizliğe terk etmek veya pragmatik bir biçimde ele almak araçlarla amacı tersyüz etmeye varır.
 
Terörle meşru şiddet arasındaki ayrım esas olarak devletin meşru şiddetin tekelini elinde bulundurduğundan hareket eder. Burada sıralanabilecek Nazi işgaline karşı direnişten, Cezayir savaşına kadar bir dizi örnekte her türlü baskıya karşı çıkışın gayri siyasileştirilmesinde ve değersizleştirilmesinde bu tabirin kullanışına tanık olundu. Devlet dışı siyasal aktörlerin keyfi olarak seçilmiş kurbanlara yönelik eylemlerle korku salarak yaptıkları bir güç gösterisi diye de özetlenebilecek “şiddet” elbette ideolojik bir dayanağa sahip olmakla beraber diğer “şiddet” türlerinden ayrılabilir. Daha genel bir çatışmanın tamamlayıcı parçası olarak da gösterilse bu tür eylemler örneğin Zapata veya Pancho Villa’nın veya Hobsbawm’ın “sosyal isyancılar”ının kullandığı şiddetten kategorik olarak farklıdır. (Daha geniş bir değerlendirme için Bkz: Daniel Bensaid – Terreurs et Violences)
 
Vakaya yakın düşsün diye Marx ve Engels’in İrlanda’nın kurtuluşuna kendini hasretmiş olan Fenians veya Irish Republican Brotherhood ile şartsız dayanışma içinde oldukları halde (Seçme Yazışmalar Cilt I, s. 228, Sol Yay.) eylemlerini “aptalca” bulduklarında da bunu açıkça belirtmelerini hatırlayabiliriz. Eylül 1867’de Manchester’da örgütün iki yöneticisini mahkemeye götüren hapishane arabasının kapısı havaya uçurulmuş, patlamada bir polis ölmüş, dört kurtarıcı tutuklanmış ve cinayetle itham edilip ölüme mahkûm edilmişler ve 23 Kasımda da asılmışlardı.  Bu eyleme Hükümetin vahşi tepkisi İrlandalı olduğu kadar İngiliz emekçilerinin de katıldığı İrlanda’nın bağımsızlığı için büyük gösterilere yol açmıştı. Ancak iki hafta sonra Fenians’ın yöneticilerinden birini kurtarmak için yaptığı eylem feci sonuçlar doğurmuştur. Altı sivilin ölümü, yüz yirmi kişinin yaralanması ve civardaki bir dizi evin yıkılmasına neden olan Clarkenwell hapishane saldırısını Marx ve Engels “aptalca bir iş” olarak mahkûm etmişlerdi:
 
“Fenians’ın son marifeti gerçekten çok aptalca bir şey. İrlanda için büyük bir sempati göstermiş olan Londra’daki kitleleri çılgına çevirmiş ve onları hükümet partisinin kollarına atmıştır”. Böylesine bir durumda Londra emekçilerinden, birilerinin şerefi uğruna bombalanmayı kabul etmeleri herhalde beklenemezdi!
 
Eklemek gerekir ki bu olayda Fenians insanları öldürmek niyetinde değildi ve ölümler de kazara olmuştu. Ancak bu tür eylemlerin öngörülebilir sonuçlarından biri de buydu!
 
Bu değerlendirmenin temelinde böylesine bir operasyonun İrlanda ulusal davasına yönelik Britanya emekçilerinin gerekli dayanışmasını zedelediği yatmaktadır. Yani böylesine kör bir eylem ezilenleri derleyip toparlamanın aksine dağıtmaktadır. Açıkçası siyasal ve moral olarak saçma ve aptalcadır.
 
Bu tür eylemler fedakarlık, “şehitlik”, inanç, hele misilleme gibi gerekçelerle açıklanamaz. Nihayetinde kazanılması, ikna edilmesi gereken “masum” insanların sindirilmesiyle sonuçlanmaktadır. Siyaseten temel amaç saflaştırma iken (tercihan sınıfsal olarak!) yani insanları açık politikaya davet etmek iken, tam tersine içe kapanmayla devlet şiddetine meşruiyet kazandırılır.
 
Yetmişli yıllarda, İrlanda’da IRA’nın Temmuz 1972 “Bloody Friday” olayı dokuz kişinin ölümüne 130 kişinin yaralanmasına neden olmuş ve ardından Britanya ordusunun ağır bir operasyonuna yol açmıştı.  Olayın otuzuncu yılında IRA kurbanların ailelerinden özür dileyen bir açıklamada bulunmuştu. ETA’nın da Barselona’da bir süpermarkete koyduğu eylem, kurbanlardan özür dilemesini ve ağır bir özeleştiriyi gerekli kılmıştı.
 
Özetle siyasi şiddetle cürmün şiddeti arasındaki ayrımı fazlasıyla inceltmenin akıbeti moral ve siyasi olarak ağırdır.

 

(Bu yazı Yeniyol’un Mart-Nisan 2016 tarihli 18. sayısında yayınlanmıştır)