Sosyalist hareketin yeniden inşa sürecinin uzun sürmesinin temel nedeni, sosyalist hareketin toplumsal mücadeleler içerisinde kökleşememesidir. Sosyalist hareketin toplumsal karşılığının çok cılızlaştığı, adeta yok hükmünde olduğu bir sır değil. Bu karşılığı yeniden, adım adım ve sebatla inşa etmenin yolu ise ancak yeni mücadele deneyimleri içerisinde yer almaktan ve buralarda kökleşmekten geçiyor. Oysa sosyalist solun önemli bir bölümü kendi mevcut reel durumu ile barışık hale gelememiştir; yani kendi güçleri ile beklentileri arasındaki açı bir hayli büyüktür, adeta bir uçuruma dönüşmüştür bu mesafe. Bunun sonucunda sosyalistlerin gücüyle ve mevcut durumuyla hiçbir ilgisi olmayan “büyük” projeler sol kamuoyunda ısıtılıp ısıtılıp yeniden sofraya konmakta, olmayan güçleri birleştirmiş gibi yaparak sol bir “alternatif” yaratma hevesi bir türlü kırılamamaktadır. Eskiden değişik elementlerden altın yaratma işine, daha doğrusu hevesine simyacılık denirdi. Şimdi de sosyalistlerimizin olmayan güçleri varmış gibi göstererek kendi etraflarında birleştirme tasavvurlarına “siyaset simyacılığı” diyebiliriz.

ÖDP’nin kökleşememesi, daha doğrusu organik bir parti haline gelemeyişinin ardında yatan belki de en önemli neden bu zihniyet dünyasıdır. ÖDP kendini örgütsel ve politik olarak inşa etmemek hususunda büyük bir ısrar içerisinde olmuş ve maalesef bu ısrarında da başarılı olmuştur. Partinin kurumsal işleyişi demokratik, açık ve her üyeyi söz, yetki ve karar sahibi kılan bir mecrada yürütülmemiş, eski aidiyetler temelli “ilişkiler” daima esas belirleyici olarak kalmıştır. Bilginin parti içerisinde demokratik paylaşımından ısrarla kaçılmış, bunun mekanizmaları inşa edilmemiş ve parti içi bilgi dolaşımında bahsettiğimiz “ilişkilere” dayanan bir tekelleşme ortaya çıkmıştır. Bu durumun “sıradan” üyeyi pasifize eden ve onu dışlayan karakteri ortadadır. Bu “ilişki” ağlarına dahil olmayan “sıradan” üyeye biçilen yegane rol seyirci kalmaktır. ÖDP bu anlamda örgütsel olarak kendini inşa edememiş, dahası “bürokratsız bürokratizm” gibi ilginç bir özelliği de dünya siyasal literatürüne armağan etmiştir. Parti içerisinde karar alma süreçlerini ve bilginin dolaşımını kendi ellerinde toplayıp denetleyenler parti bürokratları bile değil, çeşitli paralel ilişki ağlarında saf tutanlar olmuşlardır. Böylesi bir parti yapısı ya da hayatının “sıradan” üyeler düzeyinde ciddi bir güven erozyonuna yol açması ve kopuşları doğurması karşısında şaşırmak şaşırtıcı olur.

ÖDP kendisini organik bir parti haline getirememiştir. Yani toplumsal mücadeleler içerisinde kökleşmeye dönük sistemli ve bütünlüklü bir faaliyet ile kendisini inşa etmeye ve büyütmeye yönelmemiştir. Toplumsal mücadele alanları ile parti arasında, birinin diğerine tahakkümünü içermeyen sağlıklı bir ilişki tanımlanamamış, alanlar da parti içi hayat gibi paralel ilişki ağlarının insafına terk edilmiştir. Ancak organik bir parti haline gelemeyince, yani mücadele alanlarına ilişkin bütünlüklü bir faaliyetin olmadığı koşullarda her siyasal dönemeç krizlere yol açmış, her siyasal eşik ayrışmalarla, tasfiyelerle noktalanmıştır. Dahası, ayrılıkların kalanlara faydası olmadığı gibi gidenlere hiç olmamıştır.

ÖDP’nin kendisini organik bir parti olarak inşa edemeyişinin belki de en belirgin göstergesi, her ayrılığın ancak geçmiş aidiyetler hesaba katılarak anlaşılabilmesi, her krizin ancak geçmiş aidiyetler etrafında kopuşma ya da konsolidasyonlara yol açmasıdır. ÖDP, üyelerinin içerisinde yer tuttuğu yeni mücadele deneyimleri neticesinde o mücadelelere dayanan yeni bir kimlik ve kültür inşa edeceğine giderek eski aidiyetlere ait kültürel kodların ve dilin yeniden üretildiği bir alan halini almıştır. Gelenek ancak yeni mücadeleler içerisinde yeniden anlamlandırılabilir. Yeni mücadelelerle bağı kurulamayan geleneğe iman tazeleme düzeyinde sahip çıkmak geleneği kurutur, yavan kılar.

Yeniyol daha 2007 kongresi öncesinde parti içerisinde yeni bir “sözleşme”ye ihtiyaç olduğunu, bunun da ancak tabanda gerçekleşecek bir siyasal-örgütsel tartışma ve yeniden dizilişin sonucu olabileceğini belirtmişti. Bu anlamda Yeniyol, tabandan gelişecek demokratik bir tartışmanın partinin temel ilkeleri, önümüzdeki dönem için temel öngörüleri hususlarında bir açıklığa yol açacağını öne sürmüştü. Son kongre sürecine damgasını vuran ise aşağıdan ve demokratik bir tartışma değil, ÖSP ve DD arasındaki kutuplaşma oldu. Taraflar kendi pozisyonlarını açık seçik hale getirmektense karşı tarafın pozisyonu üzerinden kendi tutumlarını belirmeye yönelik bir kutuplaşma çizgisi izlediler. Böylesi bir ortamda birarada varoluşun temeli daha da zayıflamış oldu.
Önümüzdeki süreçte ÖSP’den bir dizi arkadaşın yeni bir oluşum arayışı içerisinde olacağı anlaşılıyor. Bu arayışın sosyal demokrasinin “küskün” kesimleriyle (SHP, 10 Aralık) ya da Yeşiller gibi grupları da kapsamaya çalışması mümkün. Bu kesimin metinlerinde sık sık sosyal demokratları, Kürtleri, Alevileri biraraya getirecek bir alternatiften bahsediliyor. Yukarıda andığımız anlamda tipik bir “siyaset simyacılığı” olan bu arayış, olmayan güçleri var göstermekle ya da zaten temsiliyet mekanizmaları çoktan kurulmuş kesimleri temsil etmeye soyunmakla, yani tabiri caizse “mış gibi yapmak” ile maluldür. Dahası bu girişim sosyalist hareketin önemli bir kesimini hiç değilse fikri düzeyde sosyal demokrasiye yedeklemek gibi bir riski de barındırmaktadır.

Yeniyol, sosyalist hareketin derlenişini antikapitalist zeminde tarif etmektedir. Şaraba fazla su katmanın şarabı şarap, suyu da su olmaktan çıkaracağı anlayışıyla bir “kopuş” perspektifine sahip ve açık seçik bir sosyalist perspektif temelinde bir yeniden harmanlanmayı önüne koymaktadır. Bahsettiğimiz sosyalizm, ekolojist, feminist, enternasyonalist ve özyönetimci bir sosyalizmdir, tıpkı ÖDP programında ifade edildiği gibi. Dolayısıyla Yeniyol “daha geniş bir sol alternatif” yaratmak iddiasındaki kesimlerin bu girişimine en hafif tabiriyle kuşku ile yaklaşmaktadır.

Ancak yanılsamaya da kapılmıyoruz. Sanki “reformistler” ÖDP’den ayrılmış da “devrimciler” parti içerisinde safları sıklaştırmış gibi bir hava yaratmanın anlamı yok. Parti içerisinde şimdiye değin yaşanan saflaşma ve ayrışmaların neredeyse tamamı, fikri bir berraklıktan uzaktır. Önce ayrım ya da gerilim açığa çıkmış, sonra da bu ayrımlara bir politik tarif arayışına girilmiştir. Son süreçte parti içerisinde açığa çıkan politizasyon da esas olarak bu gerilimin bir ürünüydü. Ayrılıkların yaşanması ve doğal olarak da gerilimin yatışmasıyla söz konusu politizasyon, daha radikal bir tutum arayışı, yerini rahatlıkla yerini eski, bildik örgütsel ve düşünsel gevşekliğe bırakabilecektir.

Bu anlamda rehavete kapılmanın zamanı değil. Sosyalist hareketi antikapitalist zeminde yeniden inşa etmenin bütün olanakları aranmalıdır. ÖDP böylesi bir inşa faaliyetinde hâlâ önemli rol oynayabilir. Yeter ki sorunları ve arazlarıyla açıkça yüzleşebilsin. Yapılması gerekenler partinin demokratik, açık ve aşağıdan karar alma süreçlerini önemseyen bir yapıya büründürülmesidir. Üyeler pasifliğe ve apolitikliğe terkedilmiş ve ancak kongreden kongreye oy deposu olarak kullanılan “ilişkiler” değildir. Parti toplumsal mücadeleleri kışkırtmaya, onlar içerisinde yer almaya dönük bir mücadele programı temelinde güçlerini yeniden tanzim etmelidir. Üyelerin depolitizasyonuna set çekebilecek canlı bir fikri hayatın örülebilmesi amacıyla yayın faaliyeti bütünüyle yeniden ele alınmalıdır. Ayrılık ve gerimler, sanıldığının aksine, fikri canlılık ortamında değil, tam tersine fikri tembellik ve kayıtsızlık bağlamında yeşerir. Partinin alanlara müdahalesi demokratik ve bütünleşik bir mahiyet kazanmalı, alanın özerkliği tanınırken partinin siyasal “ortak akıl” olma işlevi “alan ilişkilerinin” insafına terk edilmemelidir. Sosyalist hareketin yenilenmesinin toplumsal mücadeleler içerisinde yer almaktan geçtiği bir an için unutulmamalı; ancak siyasal olanı da toplumsal olana teslim eden bir “dernekçilik” anlayışından kaçınılmalıdır. Aksi tutum sizi, örneğin emek hareketinde ya da başka bir mücadelede mangalda kül bırakmazken dönüp seçimlerde CHP’ye oy vermeye götürür. Bu tür “devrimcilik” örneklerine Türkiye sosyalist hareketinde maalesef sıkça rastlanır.

Bütün bu sayılanlar ÖDP’nin son program konferansında yenilenen (ve elbette sonra hemen hızla unutuluveren) programatik yönelimine içkindir. Yeniden keşfe çıkmaya gerek yok, elimizde inşa için yeterince alet edevat var. Yeter ki bunları kullanmayı bilelim. Her siyasal dönemeçte suni bir siyasallaşma yaşayan bir parti olmaktan çıkmanın yegâne yolu gerçekten siyasallaşmaktan geçer. ÖDP’nin adı geçen programatik yönelimi ekolojist, feminist, enternasyonalist ve özyönetimci bir sosyalist odağın inşası için çok değerli malzeme sunmaktadır.

Yeniyol önümüzdeki süreçte bu programatik tercihin savunulması ve geliştirilmesi yönünde saf tutacak, parti hayatına müdahalesi bu yönelim doğrultusunda gerçekleşecektir. Yeniyol 1990’ların ortasından itibaren, işçi sınıfının ve ezilenlerin neoliberal saldırı karşısında hiç değilse bir dizi savunma mevzi oluşturmalarını kolaylaştıracak, sosyalist hareketin birleşik eylem zeminlerini çoğaltacak ve onun yeni mücadeleler temelinde yeniden harmanlanmasını sağlayacak birleşik parti deneyimlerini savundu ve bunların içerisine yer aldı. Bundan sonraki tutumumuz da bu anlayış çerçevesinde sosyalist hareketin ve dolayısıyla ÖDP’nin antikapitalist temelde yeniden yapılanması ve toplumsal mücadelelere dayanarak yeniden inşası yönünde emek harcamak olacaktır. Birleşik, çoğulcu, antikapitalist, enternasyonalist, ekososyalist ve feminist bir birleşik sosyalist parti fikrini ÖDP’nin içinde de dışında da bütün gücümüzle savunmaya devam edeceğiz.