Daniel Bensaïd –
 
Bu metin Daniel Bensaïd’in daha önce Yeniyol’un 25’inci (Bahar 2007) sayısında ilk bölümü (Sürgünün Bagajları) yayınlanmış olan Troçkizmler kitabının 2007’de İtalyanca baskısına yazdığı bir ek’tir.

 

Troçkizmler üzerine bu küçük kitabın Fransızca orijinal baskısı şubat 2002’de yayınlanmıştır. İki ay sonra 21 Nisan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyalist partinin adayı ilk turda elendikten sonra, ikinci tur, seçilecek olan Jacques Chirac ile aşırı sağın adayı Jean-Marie Le Pen arasında bir sahte çekişmeye sahne olmuştu. Bu beklenmedik senaryonun yarattığı travma bu seçimlerin bir diğer önemli olayını bir miktar gölgelemişti: İlk defa troçkizme bağlı olduğunu iddia eden iki aday –İşçi Mücadelesi’nden (LO) Arlette Laguiller ve Devrimci Komünist Birlik ’ten (LCR) Olivier Besancenot, % 3.5 alan Komünist Parti’nin önüne geçerek, toplam % 10’luk bir oy oranı elde etmeyi başardı. Bir “Fransız istisnası” olarak bu olay gazetecilerin ve siyaset bilimcilerinin ilgisine mazhar olmaktan geri kalmadı.

Oysa burada bir istisnadan söz edilemez. Berlin duvarının yıkılması ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yok olan bir stalinizmi eleştirme işlevine sahip, tarihsel troçkizmden gelen akımların sönümlenmeye mahkûm olduğu sanılıyordu. Fakat ayakta kaldılar, elbette dönüşerek, fakat miraslarını inkâr etmeden. 20. yüzyılın sonunun Birinci Dünya savaşı ve Rus devrimiyle başlayan tarihsel çevrimin sonu olduğu her ne kadar doğruysa da, bu, 11 Eylül’ün külleri altında beliren yeni yüzyılın sıfırdan başlayacağı veya geçmişin tümüyle unutulacağı anlamına gelmez. Gilles Deleuze’ün bize öğrettiği gibi her zaman ortadan başlanır. “Reel sosyalizmin” iflası karşısında “yok olmuş bir düşünce evreninin” yasını tutan Louis Althusser’den farklı olarak, bizim düşünce evrenimiz, eleştirel bir sorgulamadan geçmeyi gerektirse de ne Duvarın yıkıntıları altında kaldı ne de Gulag’ta boğuldu. Bir iplik gibi geçmişten bugüne uzanan ve bugünün gizemlerini çözebilmek için gerekli bir kavrayışı oluşturmaya devam ediyor.

Troçkizmler (en azından bazıları), 1999’dan itibaren alternatif küreselleşme hareketinin ortaya çıkışıyla yeniden canlanarak, bürokrasinin bozgunundan sağ çıkmayı başarmanın yanı sıra, yeni coğrafi bölgelerde de gelişmeyi becerdiler, Asya’da özellikle ve daha mütevazı ölçüde Afrika’da veya Arap dünyasında. Rusya’da, Ukrayna’da ve Doğu Avrupa’da da kimi kırılgan gelişmeler gözlemlenebiliyor. Bu güçlenmenin gayet açık nedenleri var.

Liberal küreselleşme bir uluslararası dayanışma ihtiyacının yanı sıra olaylar ve dönemin görevleri konusunda bir ortak anlayış gereksinimi de doğurmakta. Gezegen düzeyindeki ekolojik tehditlere verilecek yanıtlar, sınırsız küresel savaşa karşı çıkış, çokuluslu şirketlere ve sosyal dampinge karşı mücadele gibi konularda ortak bir tutum almaya ihtiyaç var. Oysa bu hareketlere bir lojistik destek sunacak ve karargâh teşkil edecek hiçbir “sosyalizm vatanı” kalmadı neredeyse (ki verilen desteklerin son derece koşullu olduğunu unutmamak lazım). Böylece Sovyetler Birliği’nin yok olması ve Çin’in liberal dönüşümü bazı devrimci marksist akımları, onları esir tutan ortodoksluklardan kurtardı ve yeni bir militan enternasyonalizmi de devletlerin vasiliğinden ve diplomatik çıkarlardan kurtardı.

Öte yandan, bu yeni devrimciler, kitap merakından değil, fakat bu karanlık zamanlarda önlerini görebilmek için, geçmişin yenilgilerini kavrama, nedenlerini aydınlatma ve gelecek için ders çıkarmaya dönük acil bir ihtiyaç içindeler. Rus devrimi ile bürokratik karşı-devrim, bolşevizm ve stalinizm arasındaki farkı kavrayamadıklarından, dünün nice doktriner “komünisti” bugün ateşli birer sosyal-demokrat haline geldi. Tabii açıkça batılı anti-totalitarizmin haçlı’sı görevine soyunmadılarsa…

Nihayet, bu troçkizmler, işçi hareketinin mağlubiyetlerini paylaştırlar ve sonuçlarını yaşadılarsa da, onun egemen partilerinin siyasal ve ahlaksal iflasını paylaşmadılar. Bu nedenle yeniden başlama ve devam etme hakkını kazandılar, tıpkı Marx’ın şu satırlarla betimlediği o toplumsal devrimler gibi: “Kendilerini daimi bir eleştiriye tâbi kılıyorlar, kendi seyirlerini kesintiye uğratmaktan vazgeçmiyorlar, daha önce kazanılmış görünenin üzerine bir daha dönüyorlar, bir kez daha başlamak için, ilk teşebbüslerinin kararsızlıklarıyla, güçsüzlükleriyle, sefaletleriyle acımasızca alay ediyorlar”.

Dolayısıyla, stalinist partilerin çöküşünün ve sosyal-demokrasinin ılımlı liberalizme dönüşünün bıraktığı boşluğu tek başlarına dolduracak durumda olmasalar da, yeni militan kuşaklara kendi deneyimleriyle bereket verebilirler.

“Vizesiz bir gezegende” uzun yıllar boyunca sürüklenen “sürgünün bagajlarının” gerekliliği ve kıymeti esas şimdi ortaya çıkıyor. Yeni yüzyılın başından itibaren toplumsal mücadelelerin eşitsiz fakat reel yükselişi, Latin Amerika’da Bolivarcı devrimin ayağa kalkışı, yeni toplumsal hareketlerin metasal küreselleşmenin meydan okumalarına karşılık verebileceğine dair toplumsalcı yanılsamanın tükenmesi, 70’li yılların sonundan itibaren sıfır derecesine düşmüş olan ve sürekli bastırılan iktidar stratejisi meselesini tekrar gündeme getiriyor. Alternatif küreselleşme hareketinde ve sosyal forumlarda bir araya gelmiş güçler, artık bir yol ayrımında.

Bu hareketler veya en azından en bilinçli siyasal bileşenleri ideolojik bir anti-liberalizmden siyasal bir anti-kapitalizme adım atmalılar, aksi halde yanılsamalı bir realpolitika adına, Brezilya’da Lula’nın veya İtalya’da Prodi’ninki gibi neoliberal yönetimli hükümetlere eşlik etmek durumunda kalacaktar. Eğer toplumsal hareketle siyasal temsil sıkı biçimde kurulmazsa, radikal bir toplumsal söylemle en itaatkâr hükümet işbirliği arasındaki yolun ne denli kısa olabileceğini İtalya’da Komünist Yeniden Yapılanma Partisi (PRC) örneğinde gördük.

İtalya’da ve Brezilya’da birer yoldaşımızın kendi partileri tarafından sınıf işbirliği sunağında kurban edilmesi, kendi siyasal etiğimiz açısından simgesel olarak gururlandırıcıdır: Senatris Heloïsa Helena Brezilya Emekçiler Partisinden, bu partinin son kongresinde alınan kararlara uyup liberal emeklilik reformunu oylamayı reddetmesi üzerine 2003’te ihraç edildi; Senatör Franco Turigliatto, Afganistan’a emperyalist askeri sevkiyatın lehine oy vermeyi reddettiği için PRC’den ihraç edildi.

Çok daha az trajik koşullarda olmakla birlikte, bu yoldaşlarımız atalarına layık biçimde davranmıştır. O atalar ki, Leopold Trepper veya David Rousset’nin tanıklıklarında ifade edildiği gibi stalinist duruşmalarda siyasal anlaşmazlıklarının sorumluluğunu aldıkları ve kendilerinin neyle suçlandığını bildikleri için “itirafta” bulunmayan neredeyse yegâne kişilerdi. Devrimcilerin hayatında, bazı ilkeler parlementonun açılır kapanır koltuklarından sonsuz derecede büyük bir değer taşır.

Refah devletinin sistematik yıkımına gayretle katılarak, Avrupa sosyal-demokrasisi üzerinde durduğu dalı kesmeye katkıda bulunmuştur. Blairleşmiş ve sosyal-liberalizme katılmış olan bu akım bundan böyle merkez-sol koalisyonlara ve gayri insani suretteki küreselleşmeyi fedakârca yönetmeye yönelmektedir. Kaderlerini sovyet bürokrasisine bağlayan komünist partilerin neredeyse tümü, SSCB’nin çöküşüyle silinmiştir. Artık devrimci olmayan bu partiler sosyal-demokrasiye bir yedek güç hizmeti vermeye ve sollarında filizlenen devrimci hareketlerin rekabetine maruz kalmaya mahkûmdur.

Dolayısıyla, geleneksel hükümet solunun solunda, toplumsal mücadelelerin yeniden ortaya çıkışıyla açılmış bir alan mevcut. Fakat bu doldurmanın yeterli olacağı boş bir alan değil. Bu, kimi zaman henüz emekleme aşamasında olan, fakat çoğunlukla birbirinden ayrı tasarıların içinde yer aldığı bir güçler alanıdır. Eğer Olivier Besancenot 2002’de aldığı sonucu, 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir buçuk milyon oy ve % 4’ün üzerinde bir başarı elde ederek aşabildiyse, bu sadece isyankâr bir genç emekçiler kuşağını ustalıkla temsil edebilmesinden değil, fakat acil toplumsal talepleri seçim kampanyasının merkezinde tutmayı, Sosyalist Parti ve muhtemel hükümet koalisyonları karşısında uzlaşmaz bağımsızlığını ifade etmekle birlikte mücadelelerde birlikçi bir tutum göstermeyi, gündelik mücadeleyi orta vadeli bir tarihsel perspektif içine yerleştirmeyi başarabilmesinden ileri gelmektedir.

İngiltere’de Respect içinde, Portekiz’de Sol Blok ile, Italya’da Eleştirel Sol ile, Danimarka’da Kızıl Yeşil İttifak’la, Türkiye’de ÖDP’yle troçkizmden gelen örgütler ve militanlar sekterlik yapmadan fakat tüm inançlarıyla soldaki yeniden oluşumlara katkıda bulunuyorlar. Aynı zamanda İspanya’da, Almanya’da veya Doğu Avrupa’da bir devrimci solun yeniden doğuşunda etkin biçimde rol alıyorlar.

Bir fasıl bitti. Yenisi ancak başlamakta.

Onu yazmak için berraklık, cesaret ve bol miktarda aceleci sabır gerekecektir.