Selin Pelek – Siyasi yelpazenin çeşitli yerlerinde konumlanan ama bir ortak nokta olarak az ya da çok sisteme muhalif olan zevatın elleri kelepçeli görüntüleri nisyan ile malullüğümüze meydan okurcasına gündemimizde yer etmeye devam ediyor. Özellikle ‘teröre karşı kararlı mücadele’ kapsamında cezaevlerine gönderilen öğrencilerin sayısı ahalinin ve medyanın vurdumduymazlık duvarını yıkmayı başarmış görünüyor. Bu göreli farkındalığın sağlanmasında tutuklu yakınlarından gelen destek kuşkusuz çok önemli pay sahibi. Görünen o ki, dördüncü kuvveti harekete geçirebilen yegâne dışsal faktör kamuoyunun ısrarlı takibi. Öyle ki ulusal medyanın eski-yeni amiral gemilerinde Cihan Kırmızıgül’e reva görülen garabet cezanın manşetten ve en azından nesnel bir dille verilmesi sokağı örgütlemenin önemini bir kez daha gösterdi. Emeği geçenler1 açısından buruk bir kazanım… Kamuoyu vicdanının örneğine maalesef sık rastlanmayan bir duyarlılıkla harekete geçmesine inat ‘büyüklerimizden’ mütemadiyen asılsız suçlamalar, hukuksuzluğa karşı oluşan tepkiyi soğurmaya yönelik salvolar geliyor. Suçuna yaklaşık iki yıldır kanıt bulunamayan Cihan’a bir anda molotof iması yapılıyor ya da uslu çocuk olmayan öğrenciler çamur at izi kalsın pervasızlığıyla terörist ilan ediliveriyor.

Devlet erkânının adeta bir psikolojik harekâtla cephe aldığı muhalif öğrencilere karşı üniversite çevrelerinden gelen sahiplenme çabası bilhassa içinden geçtiğimiz istibdat döneminde kritik bir rol oynuyor. Kolektif bir çalışmanın ürünü olarak büyük bir özveriyle ortaya konan eylemler tutuklu öğrenci meselesini giderek çapını genişleten bir çemberle görünür kılmayı başardı. Ancak bu değerli çabaların hak ettikleri sonuca ulaşabilmesinin yolu etliye sütlüye karışmamaları istenen gençlerin öncelikle ve ivedilikle politika yapma özgürlüklerinin iadesini savunmaktan geçiyor.

Akademinin duvarları

Üniversitelerde temel bir demokratik hak olarak politik ifade hürriyetinin ilgası bu hükümetle başlamasa da, AKP muhafazakâr ve despotik karakterine uygun olarak apolitikleştirme politikasını kolluk gücüyle perçinledi. Afiş asmanın yasaklanması, asılanların yırtılması 90’ların karakteristiğiyse öğrencinin çantasında taşıdığı Kapital’in mahkemede suç delili sayılması günümüz adaletinin alamet-i farikasıdır. Altı yüzü aşan tutuklu öğrenciye sadece son bir yılda beş bine yakın uzaklaştırma cezası eklenmiştir. Üniversite ortamının siyasetten temizlenmesi –siz bunu sol görüşlülerden diye okuyun- neredeyse nefes aldığı için soruşturma açan yönetimlerin komutan edasıyla sürdürdükleri savaşa dönüşmüştür. Bu ricat eden tabloda ‘sarı öküzü’ çok kolay kaptıran akademinin sorumluluğu yadsınamaz. Tam da bu nedenle öğrencilerin ‘masumiyeti’ üzerinden inşa edilmiş bir mücadele hattı teker teker olaylardan hareket edildiğinde doğru olsa bile eksiktir. Cihan, Hüseyin, Şeyma… istisna ya da kaza değil bu topyekûn savaşın yerlerini yarın başkalarının dolduracağı esirleridir. Devlet dersinin uslu ve ezberci çocuklarının kutsandığı bir üniversite ortamında akademik özgürlük sadece amfilerin değil, öğrenci kantininin de okul meydanının da gereksinimidir. Evrim teorisini ‘çürüten’ yaratılışçı sempozyumu bilimsellik sosuna bulayarak sunan zihniyetle üniversite duvarını afişten, sınıfları muhalif öğrencilerden temizleyen yönetim aynı cephede ise özgürlük mücadelemizi de bütün bunları kapsayacak  bir çapa kavuşturmak akademinin boynunun borcudur.

Mücadelenin rengi

Kitlelere siyasetin dört yılda bir görülen oy sandığından ibaret olduğunun empoze edildiği, politik olmanın yadırgandığı bir toplumsal atmosferde, akademik camianın öğrencilerine sahip çıkmak için yargı mekanizmasının hukukla bağdaşmayan edimlerini ifşa etmesi üzerine düşeni yaptığı anlamına gelmiyor. Üniversitenin varoluş felsefesine uygun olarak içine hepimizin düşebileceği cadı kazanını alaşağı etmenin yollarını araması elzem. Otoriter muhafazakâr taarruzun kitlesel saldırıları karşısında özellikle anaakım medya diliyle magazinleşen eylemler, meseleyi kişisel birtakım kötü tesadüflerin ya da yanlış anlaşılmaların ürünüymüş gibi yansıtmak yanılgısına düşebiliyor. Suçluluk/masumluk denklemini kurarken geliştirilen söylemin niteliği ilk bakışta görünenden daha derin anlamlar içeriyor. Örneğin bir öğrencinin kişisel başarı öyküsüne ya da geçmişte politik eylemlilikle olan mesafesine yapılan vurgu bir diğerinin savunmasında göreli zayıf bir pozisyonu inşa edebiliyor.

AKP döneminde her kesimin ama özellikle Kürt siyasetinin karşı karşıya olduğu baskı yöntemleri ‘beyazlaşarak’ bertaraf edemeyeceğimiz kadar örgütlü ve kapsamlı. O nedenle şu veya bu ismin üzerinden gelişen bir direniş hattı uzun erimli sonuçları itibariyle maalesef cılız kalmaya yazgılı. Demokratik haklarını kullanmak dışında bir suçları olmadığını savcıların iddianamelerinden anladığımız öğrencilerimizi savunmak ancak düzenin saldırıları ölçeğinde örgütlü bir cevap verilmesi halinde mümkün. Aksi halde enerjimiz kaşık ile geri alıp kepçeyle verdiğimiz bir kazanda kaynayan çocuklarımızın ne kadar ‘temiz’ olduklarını anlatmakla tükenecek. Oysa steril bir üniversitenin renksiz duvarlarını boyarken kirlenmek güzeldir!