Masis KÜRKÇÜGİL

“Her toplumsal çağın,  Helvetius’un dediği gibi kendi  büyük adamlarına gereksinimi  vardır ve eğer onları bulamazsa, kendisi yaratır, icat eder”  demiş Marx. Burada büyüklükten kasıt insanlığa katkıda  bulunma babında değildir.  Bütün o çelişkiler yumağında o  toplumsal çağa uygun bir zatın  zuhur etmesidir. Bu da elbete  bir anda değil hiç değilse belli  bir dönemin siyasal mücadeleleri içinde şekillenmektedir.  Özetle buraya bir anda gelmedik!

 Irkçılık, yabancı düşmanlığı, aşırı milliyetçilik, homofobi derken  

Louis Bonaparte gibi bir sergüzeştin hangi koşullarda öne  çıktığına ilişkin Marx’ın da sık  sık hatırlanan satırları akla getirilirse “demagoglar çağı”nda  da elbete ona uygun tarihi  şahsiyetler çıkacaktı. Ürünü  oldukları dönemin dinamiklerini kavramaktan uzak olan  bu tür pek organik ve orijinal  olmayan düzen kurucularının  söylemi ve edebi de destursuz  olmak durumundadır. Dolayısıyla siyasal bir tahlil yapı-  lırken veya gerçekliği çeşitli  boyutlarıyla kavramaya çalı-  şırken kendi söylediklerinin  fazlaca bir kıymeti harbiyesi  yoktur. Söylenenler anında  tekzip edilircesine tersine çevrilebilir ve elbete bir öncekiyle  aynı minvalde sürdürülebilir.  Zaten birinin kendi hakkında  söylediğine değil de yaptıkları-  na bakmak gerekirken olmadık  klasmanlarda kendini en birinci ilan edişlere fazla da kulak  asmamak gerek.

  Demagoglar çağında, İngiltere gibi “durmuş-oturmuş”  diye takdim edilen bir ülkede  bile üzerine onca tartışılan  Brexit’in nasıl gerçekleşeceği  belirsizken, “durmuş-oturmuş” ne kelime, kurumsal herhangi bir dayanağı olmayan bir  rejimde, yani formel demokrasinin asgari unsurlarından  yoksun bir durumda yapılacak  bir siyasal tahlil ancak iyi saate  olsunların işi olabilmekte.  Türkiye’nin çok yakın tarihinin  bir dökümü seçimlerin bile ne  demeye yapıldığını sorgulamaya varabilir.  

Şirazesi kaymış bir dünyada  yaşıyoruz. Eskiden toplumsal  muhalefeti kendi hukukları”  içinde tutmaya çalışan kurulu  düzen bekçileri “hukuk”u tedavülden kaldırmayı bihakkın  becerdikten sonra hukuktan  söz edenleri de hukuksuzlukla  suçlayabilmektedir.

 Yüksek teknoloji ürünü  ihraç etmekten aciz olan bir  ülkede Tübitak, Aselsan gibi  yerlerde çalışan mümtaz  kişiler başka ülkelere giderken Türkiye’nin dünyanın en  demokratik ülkelerin başında  geldiğini söylemek de marifet ister. Sanki Silikon Vadisi  topyekûn Konya’ya taşınmak  için sırada beklemede!  

On beş yılda çeşitli ihaleler  aracılığıyla geleneksel burjuvaziye karşı yaratılmaya çalışılan  yandaş avanta lavanta takımı  -ki bir zamanlar liberallerimiz tarafından yukardan demokratik devrimin koçbaşı olarak  takdim edilmişlerdir- servetini  kediye yüklemeden sıvış-  manın ve mümkünse “sınıf  atlamanın” yollarını ararken  Türkiye’nin fravunvari projeler açısından bir beton mezarlığına saplanması kaçınılmaz  gibi gözükmekte. Ahbap çavuş  kapitalizmi de kapitalizmin bir  evresine denk düşmektedir.  Yoksa kayırmacılıktan arınmış  bir kapitalizm hayaline kapı-  lıp da demagoglar çağındaki  belirsizlikten kurtulmanın  mümkün olduğu hülyasına  kapılmamak gerekir.  

Yine de AKP’nin becerisi olarak gösterilebilecek bir  biçimde temel meseleler dı-  şında bir kutuplaşma Allah’ın  bir emri ve hata neredeyse bir  lütfu olarak kabul edilmekte. 31 Mart yerel seçimlerine  giderken bütün kapılar AKP’yi  geriletmeye açılıyor sanılıyor.  Kaçıncı kez? 2010 Referandumu ile başlayan yürütmenin  güçlendirilmesi ameliyesinin  artık mantıksal sonuçlarına  yaklaşılıyor. İkinci Adam seçimin siyasi bir şey olmadığını  da belirti; evet yerel seçimlerin, ama yerel seçimlerin de siyasi olması bir yana ortada bir  yerel seçimden ziyade genel  seçimdeki saflaşmayla yürütü-  len ve esas olarak da ülke politikalarıyla ilgili olarak sanki  bir referandum varmışçasına  seçime gidilmekte. Yoksa iki  de bir “beka sorunu” ne diye  piyasaya sürülmekte?

Türkiye’nin, aslında emperyalist odaklar arasındaki paylaşım savaşında taraf tutuğu  günlere gönderme yaparaktan  “beka sorununun” habire  gündeme getirilmesi, aslında  Kemalist resmi tarihin yarattığı “milli kurtuluş”tan nasıl  da beklenmedik misafrlerin  nemalandığını göstermekte.  Ertuğrul Gazi’den başlayarak  (şimdilik!) tarihi tekrar etirmeyi marifet sayanların aslında tarihle alıp veremedikleri  bir şey yoktur. Onların derdi  bugüne hükmetmek. Yakında  Diriliş Ertuğrul’da borsa hareketleri üzerine bir tüyo bile  şaşırtmamalı.

 Siyasal İddia Noksanlığı  

31 Mart seçimleri bu tabloyu  değiştirebilir mi? Bir önceki  yerel seçimde AKP’den ziyade CHP’yi hedef tahtasına  koymuş olan HDP “radikal  demokrasi” adına üç büyük  kente aday çıkarmayarak  CHP-İYİ Parti’ye yol vermiştir.  Tabanın tepkisinin ne olacağı  görülecektir. Lakin bir önceki  seçimdeki siyasal iddia yerini  geleneksel bir siyaset oyununa  terk etmiş durumda. Elbette belediyelerin kayyımdan  kurtarılması ve halkın seçtiği  temsilcilerin gelmesi önemlidir.

Ancak ortada “siyasal bir  iddia” olduğu söylenemez.  Stratejisi olmayan bir gündelik  siyaset demagoglar çağında  oldukça geniş kesimleri etkilemektedir.  Ancak tarihin bir başka  yürüyüşü daha var. Devletler  veya devletimsiler arası ilişkilerden türeyen veya kurumsal  çerçevedeki gelişmelerin ötesinde, insanların kendi özdeneyimlerinden kaynaklanan, “hesapta olmayan’ unsurların ne  zaman tezahür edeceğine dair  elimizde bir kanun yok. Ama  bunların belli koşullarda beklenmedik anda ortaya çıktığını  tarih gösteriyor. O zaman da  kurumsal çerçeveye sıkışmış  siyaset bir anda geçerliliğini  yitiriyor, tabiri caizse çerçeve  inflak ediyor. Tıpkı Fransa’yı  aylardır kasıp kavuran “Sarı  Yelekliler” hareketinde olduğu  gibi.  

Sosyalistlerin 31 Mart yerel  seçimlerinde kullanacakları  oyun herhangi bir stratejik  karşılığı olmayacaktır. Yalnızca  birleşik bir sosyalist alternatif  ortada olmadığı için değil ortada herhangi bir siyasal iddia  da bulunmadığından. Örneğin  o koşullarda 7 Haziran 2015  seçimlerinde HDP’nin barajı  geçmesi kısmen de olsa böyle  bir iddiaya karşılık düşmekteydi. Tabii eğer sosyalistler  kendi bağımsız faaliyetleriyle böyle bir iddiaya katkıda  bulunma konumunda olsalardı  bu “kısmen”i genişletmek de  mümkün olurdu. Lakin artık  böylesi bir teselli mükafatı  bile söz konusu olmayacaktır.  CHP ile bir iki ilçede seçim  görüşmesinden de sosyalist bir  seçenek çıkmayacağı anlaşılmış olmalı.  

Kurumsal çerçevedeki gelişmeler genellikle sosyal mücadeleleri çarpıtmaya yöneliktir.  Sosyal mücadeleler ne kadar  sınırlı olursa olsun sosyalistler  bunların biriktiricisi veya akıl  hocası olarak değil –Daniel  Bensaïd’in dediği gibi– “stratejik operatörü” olarak kendilerini inşa etmenin yollarını aramalıdırlar. Bu yolda birbirini  görmekten aciz olan sosyalistler seçim zamanı gelince zehir  zemberek analizlerle büyük  siyaset yaptıklarını sanmaya  artık bir son vermelidir. 31  Mart seçimleri yalnızca AKP’yi  geriletiği oranda değil belki  de ondan çok daha fazla bunu  bilince çıkartığı oranda önemli  olacaktır.  

Helvetius’a dönersek –  Bensaïd ile birlikte– tek adam  rejimine karşı mücadeleyi  sürdürürken bunu olur olmaz  araçlarla değil emekçilerin ve  ezilenlerin bağımsız siyasal  mücadelesiyle gerçekleştirmenin esas olduğu atlanmamalı.