Basın Bildirisi

7 Şubat 2012

Medyanın Türkiye’ye sınır ötesinden gelen göçmen işçilere olan zayıf ilgisi, son haftalarda 5683 no.lu “Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun”da yapılan değişiklik vesilesi ile alevlenmiş durumda. 1 Şubat 2012 itibarı ile uygulamaya giren değişiklik, çeşitli ülkelerden Türkiye’ye turist vizesi ile gireceklerin 90 gün sonunda Türkiye’den ayrılmalarını zorunlu kılıyor ve tekrar giriş yapabilmeleri için en az 90 gün geçmesini öngörüyor. Bu uygulama, şu ana kadar belirli aralıklarla giriş çıkış yaparak  “kaçak” duruma düşmeyi savuşturabilmiş göçmen işçilerin, çalışma izni alamadıkları takdirde, işlerini kaybetmeleri veya “kaçak” duruma düşmeleri anlamına geliyor.

Söz konusu düzenlemeyi, medyada kimi zaman yorumlandığı gibi, diplomatik gerilimlere cevaben üretilmiş, tek bir etnik/ulusal grubu (örneğin Ermenistanlı göçmenleri) hedef alan konjonktürel bir hamleden ziyade, sürece yayılmış yapısal bir müdahale olarak ele almak gerekmektedir.  Yeni yasa, Türkiye devletinin artık göz ardı edilemez bir olgu haline gelmiş olan göçmen iş gücünü denetleme, düzenleme ve kısmen de olsa kayıt altına alma niyetini yansıtıyor. Göçmenlik ve göçmen iş gücü alanlarını düzenleme gayreti, AB’nin göç politikaları ve AB uyum süreciyle de ilintili; zira 1 Şubat’ta yürürlüğe giren bu yasanın öncül uygulamaları 2007’den beri Bulgaristan ve Ukrayna ile süregelmektedir.

1 Şubat itibariyle çok daha fazla ülkeyi kapsayacak şekilde yaygınlaştırılan “90 gün içeride/90 gün dışarıda” uygulamasının, göçmenlerin hayatlarında ne tür etkiler yaratacağını tam olarak kestirmek henüz zor olsa da,  bu dönüşümün olası sonuçlarına dair bir takım önermelerde bulunmak mümkün. 2003 senesinden beri, Türkiye’de ev içi hizmetlerinde yabancıların çalışması 4817 no.lu yasa uyarınca teknik olarak mümkün kılınmıştı.  Ancak gerek başvuru süreci caydırıcı derecede çetrefilli olduğundan, gerekse çalışanını güvenceli kılmak çoğu işverenin işine gelmediğinden, cüzi sayıda ev içi işçisi bugüne kadar bu izni alabilmişti.  Yeni düzenleme ile birlikte, bir yandan ülkeye giriş çıkışlar kısıtlanırken, diğer yandan yaşlı ve çocuk bakımı, temizlik gibi hizmetler için yabancı uyruklulara çalışma izni alınmasında bazı prosedürel kolaylıklar müjdeleniyor. Üstüne üstlük göçmen işçi çalıştıranların, asgari ücretin 1,5 katı miktarda maaşın üstüne sigorta primi ödemesi zorunluluğundan muaf olacakları vaadi veriliyor. Böylelikle, bir yandan “Bizim işçimiz evine ekmeği zor götürürken, yabancıya göz yummayız,” tarzı milliyetçi ve popülist söylemler pompalanmaya dursun,  devlet aslında, orta ve üst sınıf ailelerle mutabakat halinde ve onları kollayarak, yaşlı ve çocuk bakımını göçmen isçilere havale etmiş oluyor.

Yani, belli sektörlerde çalışan grupları kayıt altında çalışmaya teşvik eden yasa, özellikle sayıları artık yüz binlerle ifade edilen ev içi bakım hizmetleri çalışanlarını, göçmen iş gücünün geri kalanından—örneğin inşaat işçileri veya mevsimlik tarım işçilerinden– ayrıştırıyor. Bakan Faruk Çelik , “Düzenlememiz sadece ev işinde çalışanları kapsamaktadır” diyerek, bu ayrımı açıkça ortaya koydu. Bu durumun, faydalı görülen göçmenler ve harcanabilir addedilen göçmenler tarzında içsel hiyerarşiler yaratacağını söylemek mümkün. Ancak, yeni düzenlemenin, ev içinde çalışanları bütünüyle güvenceli, imtiyazlı bir konuma getireceği yanılsamasına da kapılmamak gerek. Vaat edilen prosedürel kolaylıklara rağmen, birçok işverenin çalışma izni almayabileceğini göz önünde bulundurursak, her 6 ayda 90 gün Türkiye dışında ikamet etmeyi gerektiren uygulama, daha da çok sayıda göçmen emekçiyi “kaçak” konuma düşürecektir. Ayrıca, çalışma izni alındığı durumlarda bile, çoğu göçmenin geldiği ülkeyle Türkiye arasında sosyal güvenliği düzenleyen ikili anlaşma bulunmamasından dolayı işçilerin işverenlerinin ödeyeceği emeklilik primlerinden yararlanma imkânları da olmayacaktır.

Tüm bu düzenlemeler karşısında, özellikle şu noktaları vurgulamak gerektiğine inanıyoruz:

Çalışma hakki etnik/milli ve sektörel ayrım gözetilmeden tüm göçmenlere tanınmalıdır. Göçmenlerin çalışma hakkı elde edebilmelerinin önünde duran bürokratik engeller sıfırlanmalıdır. Yurttaş olup olmadığına bakılmaksızın bu ülkede yaşayan herkes koşulsuz ve güvenceli çalışma hakkına ve beraberinde sağlık ve eğitim hakkına kavuşmalıdır.

Mevcut düzenlemede olduğu üzere, göçmenleri işverenlerine bağımlı kılan, onların yasal dayanaklarını kişilerin inisiyatifine bırakan düzenlemeler bir tur ‘kefalet’ sistemi yaratacaktır. Bu da göçmenlerin siyasal, ekonomik, kültürel ve cinsel özgürlüklerini kısıtlamak, onları mevcut toplumsal ilişkiler içerisinde daha da korunaksız hale getirmek demektir. İsçiyi işverenine mahkûm eden kefalet sistemi kabul edilemez.

Göçmenlerin siyasal ve ekonomik kazanımları yurttaşların siyasal ve ekonomik kazanımlarından ayrı düşünülemez.  Daha özgür ve eşit bir dünya için yurttaş veya göçmen tüm emekçilerin ortak mücadele etmesi gerekmektedir.

*Göçmen Dayanışma Ağı

Yeryüzüne Özgürlük