Bir kez daha Taksim tartışmasının gölgesinde kalan bir 1 Mayıs’a yaklaştığımız şu günlerde içinden geçmekte olduğumuz barış süreci siyasi hayatın farklı alanlarına damgasını vurmuş durumda. Kadınsız bir barışın imkansızlığından, “Barış” konusunu ele alacak olan Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’ya, akil insan tartışmalarına süreci anlama ve analiz etme çabaları sürmekte. Bu süreci, masaya oturanlar adına ve oturanlar hakkında ahkam kesmeden ama zihni bir berraklıkla değerlendirmek gerektiğini ifade eden “Politika” yazısının yanında “Polemik” başlığı altında da Öcalan’ın “Misak-ı Milli” vurgulu yaklaşımını tartışıyoruz.

Mücadelelerin pek çok alanda aynı anda yürütülmek zorunda olduğu, sistemin ve sistemin çeşitli uygulayıcılarının her yandan saldırmaya devam ettiği bir dönemden (daha) geçiyoruz. Uzunca bir süredir artık sadece emeğimiz değil, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yaşadığımız evler, bu dünyayı birlikte paylaştığımız canlılar da tehdit altında. Bir karşı manifesto denemesi olarak kaleme alınan “Ya Ekososyalizm Ya Barbarlık!” yazısı, karşı karşıya kaldığımız sorunların kaynağının nasıl tam da kapitalist sistemin kendisi olduğunu bir kez daha vurguluyor. Belediyelerde taşeronlaşma konusunda adı geçen taşeron işçi ise Dikmen Vadisi’ndeki yıkım ekibinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Aynı işi yapan işçilerin güvencesizlik derecelerine bağlı olarak son derece dengesiz ücretler kazandığı sistemde birleşik bir mücadele yürütmek de daha zor ama aslında daha da elzem bir hal alıyor.

Geçtiğimiz günlerde, “İşten Çıkarma Stratejileri”nin çeşitli açılarıyla bir seminerin konusu olması, seminer katılımcıları arasında Çalışma Bakanlığı’ndan yetkililerin de bulunması, işçi sınıfından yana herkesin büyük tepkisini çekti. Bahadır Nurol’un yazısı, bu konudan yola çıkarak “fiyakalı bir hesaplaşmaya gireceğimiz günün hayaliyle” yaşayanlara değinirken etkinlik de DİSK’in protestosu nedeniyle planlandığı gibi gerçekleştirilemedi. Darısı buna benzer diğer toplantıların başına…

Queermarksizm sayfalarımızda M. Efe Fırat’ın yazısı LGBT – işçi dayanışmasına dair pek de bilinmeyen bir dönemi aktarıyor ve İngiltere’de maden işçilerini destekleyen LGBT’lerle Onur Yürüyüşü’ne katılan madencilerin Thatcher’ın neoliberal muhafazakar politikalarına karşı birlikte yürüttüğü mücadeleyi anlatıyor. Transfeminizm yazısıysa 8 Mart’ta bir kez daha görünürlük kazanan tartışmalar üzerinden feminizmin olası açılımlarını tartışma amacını taşıyor. Feminist tarihyazımı yazısının ikincisi, Türkiye’de kadınların oy hakkı mücadelesini ele alıyor. Cumhuriyet’ten önce Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde verilen mücadele, bu kazanımın da “verilen” değil, “alınan” bir hak olduğunun altını çiziyor.

Dergiyi matbaaya yollamaya çalıştığımız saatlerde Türkiye sosyalist hareketinin kararlı bir temsilcisini, bir yoldaşı, Nail Satlıgan’ı yitirdiğimizi öğrendik. Bu sayı biraz da onun anısına olsun.1 Mayıs İşçi Bayramı’na, 19 Mayıs’taki Homofobi Karşıtı Yürüyüş’e ve 30 Haziran Onur Yürüyüşü’ne selamla…