Fevzi Özlüer – Türkiye’de HES tartışmaları kırsalda ortaya çıkan yeni emek hareketlerinin yakıcı gündemi olarak politikleşiyor. Türkiye’de ekoloji mücadelesinin şurasında veya burasında bulunanlar, HES’lerin, uluslararası politika açısından suyun ticarileştirilme­sine giden yoldaki önemini ısrarla vurguluyor. Diğer yandan, Türkiye’de son birkaç yılda yapımı hızla artan HES projelerinin sadece suyun ticari bir mal haline getirilmesi, sudan enerji üretilerek şirketler tarafından satılmasından elde edecekleri kârdan daha katmerli bir anlamı bulunuyor. 2000’li yıllardan bu yana Türkiye’de doğa varlıklarının piyasalaştırılması, serma­ye açısından, bu varlıkların finansal birikim aracı olarak kulla­nılmaya başlandığı anlamını da taşıyor. Bu süreç, Türkiye’nin enerji politikası izleğinde okunduğunda hem birikim rejiminin niteliği hem de ekolojik krizin oturduğu bağlam daha net bir biçimde görülüyor. HES’lerin ekolojik krizi derinleştiren termik, çimento, konut, katı atık yakma gibi tesisleri finanse eden bir araca dönüşmüş olmasından hareketle, ekoloji mücadelesinin bu finansal birikim rejimine karşı nasıl yürütülmesi gerektiğinin vurgulanması gerekir. Böylesine bir bağlam içinde kapitalist rejimin yol açtığı iklim değişikliğine karşı mücadele söylemi ve araçları geliştirmenin dinamikleri de bütüncül bir zeminde kav­ranabilecektir.

“Yenilenebilir” Enerjiyi Teşvik Mekanizması

Neoliberal yeniden yapılanma sürecinde, idari, mali, hukuki dü­zenlemelerle birlikte yeni bir dönemece girildi. Elektrik sektö­ründe özelleştirme, sektörde reform ve liberalleşme sürecinin bir aşaması olarak yürütüldü. Özelleştirme sonrası süreçte ise enerjinin finansal bir değere kavuşturulmasına yönelik bir bi­rikim modeli üzerinden hareket ediliyor. Bu birikim modelinin en önemli düzenleyici kurumu EPDK, enerji üretim lisansları­nın üretime yönelmesine ve sudan enerji üretilmesine yönelik tedbirlerini hızlandırıyor. Üretim lisansı alan şirketlerin, üretim lisanslarını finans piyasasına sokmadan al-sat yoluyla faaliyet yürütmesinin önünü alacak yönetmelik değişiklikleri hazırla­nıyor. Üretim lisanslarını ucuza alıp pahalıya satarak para ka­zanma dönemi kapanıyor. Ama yeni “çantacılık”1 için şirketler üretim süreci içinde, üretim lisanlarını yatırım ve piyasa meka­nizmalarına sokmak zorunda kalacak. Yenilenebilir enerjinin destekleme mekanizmalarının iyileştirilmesi sürecinin, gönül­lü karbon piyasasına arz edilen HES projelerinin sayısında da önümüzdeki dönemde bir artışa yol açacağı aşikar.

Buna yönelik olarak, 2005 yılında çıkartılan, Yenilenebilir Ener­ji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin 5346 sayılı Kanun ile su, rüzgar “yenilenebilir enerji kay­nağı” olarak kabul ediliyor. 5346 sayılı Kanun’da 2011 Ocak ayında değişiklik yapan 6094 sayılı Kanun ile yenilenebilir enerjiye ilişkin yeni bir teşvik mekanizması hayata geçiriliyor. Bu kanunda yapılan değişiklikler ile yenilenebilir enerjiye yatı­rım yapmanın mali teşvik mekanizmaları yeniden oluşturuluyor. 6094 sayılı Kanun’un değişiklik gerekçesinde “AB ülkeleri uy­gulamalarına baktığımızda yenilenebilir enerji kaynakları için mali, vergi ve üretim teşvikleri adı altında çeşitli piyasa destek yöntemlerinin benimsendiği görülmektedir. Getirilen düzenle­meyle, 01.01.2015 tarihine kadar işletmeye girecek tesisler için geçerli olmak üzere, her kaynağa farklı tarife esası üzerine bina edilen on yıl süreli alım garantileriyle sağlanan teşvikler paralelinde rüzgâr, biyokütle , jeotermal, güneş ve hidrolik gibi yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üreti­minde kullanımının desteklenmesi amaçlanmaktadır” deniliyor. Bununla birlikte yine değişiklik gerekçesinde “Ancak mevcut ve gelecekteki sorunların çözümünün odağında yer alan yenilene­bilir enerji kaynakları, destek ve teşvik mekanizmaları olmaksı­zın mevcut piyasa koşulları altında geleneksel enerji kaynakları ile rekabet edebilme imkânından yoksundur (…)Yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik mekanizmaları son yıllarda yaygınlaş­mış ve gelişmiş ülkelerden 37 ve gelişmekte olan ülkelerden 23 olmak üzere en az 60 ülkede çeşitli şekillerde destekleme­lere yer verilmeye başlanmıştır. Bunların arasında besleme ta­rifeleri, yatırım hibeleri, yatırım ve diğer vergisel krediler, mali teşvikler, yenilenebilirlere ilişkin yükümlülükler, kaynakta elekt­rik üretimine garantiler, yeşil sertifikalar, ihaleler, yeşil fiyatlan­dırma ve şebeke ölçümleri bulunmaktadır” denilmektedir. Bu bağlamda yapılan değişiklik ile birlikte “yenilenebilir enerjiye” yatırım için geliştirilen teşvik mekanizması ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından 50 milyar dolar olduğu tahmin edilen yenilenebilir enerji piyasası yeniden düzeniyor. Yapılan değişiklikler, “yenilenebilir enerji kaynaklarınca” üretilen ener­jinin destek fiyatları üzerinden satın alınması ve alım garantisi getirilmesi ile sınırlı değil.

Yenilenebilir enerji destek mekanizmasından yararlanmak is­teyen şirketler, EPDK’den aldıkları üretim lisanslarının yanı sıra Kanun’un 5. maddesine göre, YEK Belgesi alacaktır. “Ye­nilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik enerjisinin iç piyasada ve uluslararası piyasalarda alım satımında kaynak türünün belirlenmesi ve takibi için üretim lisansı sahibi tüzel kişiye EPDK tarafından “Yenilenebilir Enerji Kaynak Belgesi” (YEK Belgesi) verilecek. Peki, bu YEK belgesi ne işe yarayacak? Bu belge tam da enerji sektöründeki finansallaşmanın kapısını açacak bir anahtar işlevi görecek. Yenilenebilir Enerji Kaynak­larının Belgelendirilmesi ve Desteklenmesine İlişkin Yönetme­lik değişikliği bu dönüşümün işaretlerini veriyor.

Bu Yönetmelik Taslağı çok kısa bir sürede yürürlüğe girecek. Bu Taslağa göre, YEK belgesi, “a)Lisansı kapsamındaki yenilene­bilir enerji kaynağından üretilebilir elektrik enerjisinin elektrik piyasasında ve/veya uluslararası piyasalarda satışında kaynak türünün belirlenmesi ve takibi, b)Lisansı kapsamındaki tesisin­de bu Yönetmelik kapsamındaki yenilenebilir enerji kaynak­larından üretilen elektrik enerjisi için YEKDEM kapsamındaki uygulamalardan yararlanılması ve c)Yenilenebilir enerji kay­naklarına dayalı üretim tesisinde üretilen elektrik enerjisinin emisyon ticareti kapsamındaki piyasalarda satışında kaynak türünün belirlenmesi ve takibi için kullanılması amaçlarıyla ve­rilir” denilmektedir. Bu belge, enerjinin elektrik piyasasında ve/ veya uluslararası piyasalarda satışında, kaynak türünün belir­lenmesinde, takibinde yenilenebilir enerji destek mekanizması kapsamındaki uygulamalardan yararlanmak amacıyla YEK bel­gesi olarak lisans süresince geçerli olacaktır. Lisans sahibinin talebi halinde, önceki yıl içinde lisansı kapsamındaki yenilene­bilir enerji kaynağından üretilerek sisteme verilen elektrik ener­jisinin miktarı, emisyon ticareti kapsamındaki piyasalarda satı­şında kaynak türünün belirlenmesi ve takibi amacıyla, lisansın özel hükümler kısmına Kurul kararıyla derc edilecek. Şirketler yenilenebilir enerjiye yatırım amacıyla mali destek ve alım ga­rantilerinden yararlanırken1 diğer yandan da emisyon ticareti kapsamındaki ticari mekanizmadan da yararlanacaktır.

Enerjinin finansal bir araç olarak işlevlendirilmesi sürecinde devletin en önemli yatırım aracı olarak gördüğü alanlardan, res-mi adıyla “yenilenebilir enerji kaynakları” sektörü şirketlere bir yandan mali teşvik sağlarken diğer yandan da karbon piyasala­rından yararlanmasının önünü açacak. Bu bağlamda, yenilene­bilir enerjinin ön plana çıkarılmasının nedeni sadece enerjide yerli ve “yenilenebilir” kaynaklara yönelme niyetiyle sınırlı değil. Bu yenilenebilir enerjiye yönelmenin en önemli nedenlerinden birisi de Türkiye’nin 2009 yılında Kyoto Protokolü’ne taraf ol­masından sonra iklim değişikliği konusunda izlediği yoldur.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 2001 yılında Marakeş’de gerçekleşen 7. Taraflar Konferansı’nda “Türkiye’nin özel koşullarının (EK-I Ülkeleri dahilinde) tanı­narak, EK-II’den çıkartılması ve diğer EK-I ülkelerinden farklı bir konumda olduğunun kabulü” kararının ardından Türkiye Sözleşme’ye 24 Mayıs 2004 tarihinde taraf oldu. Türkiye İklim Değişikliği Sözleşmesi’nin ardından Kyoto Protokolüne de 26 Ağustos 2009 tarihinde taraf oldu ve iklim değişikliği pazarın­da yerini aldı.

Türkiye, Protokol’ün ilk yükümlülük döneminde (2008–2012), sayısallaştırılmış sera gazı salımlarının azaltımı yükümlülüğü altına girmedi. Bu bağlamda da Türkiye, Kyoto Protokolü’nün karbon emisyonlarına ilişkin esneklik mekanizmalarından yararlanamamaktadır.1 Kyoto Protokolü çerçevesinde yürütü­len bu mekanizmaların dışında “Gönüllü Karbon Pazarı” 2012 yılına kadar uygulanabilecek tek seçenektir. 2012 sonrasına yönelik uluslararası iklim değişikliği müzakereleri halen devam etmektedir. 2012 sonrası dönemde emisyon ticareti mekaniz­malarından ne şekilde yararlanılacağı, Türkiye egemenlerinin alacakları tavra göre belli olacaktır.

Türkiye’nin ‘İklim Değişikliği’ kapsamındaki “ulusal vizyonu, iklim değişikliği politikalarını kalkınma politikalarıyla entegre etmiş; enerji verimliliğini yaygınlaştırmış; temiz ve yenilenebi­lir enerji kaynaklarının kullanımını artırmış; iklim değişikliğiyle mücadeleye özel şartları çerçevesinde aktif katılım sağlayan ve yüksek yaşam kalitesiyle refahı tüm vatandaşlarına düşük kar­bon yoğunluğu ile sunabilen bir ülke olmaktır.”2 Bu hedeften de anlaşılacağı üzere 1992 yılından beri sıklıkla dillendirilen “sür­dürülebilir kalkınma” bakış açısı Türkiye’nin resmi iklim siyase­tini de belirlemektedir.

Kopenhag ve Cancun iklim değişikliği zirveleri ardından karbon emisyonunun indirimine yönelik mekanizmaların piyasada kirli­liğin alımı ve satımı üzerinden şekillenmesi için yoğun bir şirket ve ülke baskısı vardır. Türkiye’nin bu süreçte özelikle 2012 son­rasında da hedeflediği enerji yatırımlarını gerçekleştirebilmesi için Kyoto Protokolü sonrasında gönüllü karbon piyasası meka­nizması ile yenilenebilir enerji üzerinden karbon kredisi kazan­mayı uman bir bakış açısı olduğu söylenebilir. YEK belgesinin de böyle bir işlevi olacaktır. YEK belgesi alan firmalar, gönüllü karbon piyasasına akın edecektir. Çevre ve Orman Bakanlığı ta­rafından yayınlanan “Karbon Piyasalarında3 Ulusal Deneyim ve Geleceğe Bakış” raporu da bu tespiti doğrular niteliktedir. Ra­pora göre, “Gönüllü Karbon Piyasası ile gelişen yeni emtia bor­salarına hazırlık yapılmakta, Türkiye’nin özellikle İstanbul’un uluslararası finans merkezi olma yolundaki hedeflerine destek olma yolunda bilgi birikimi, insan kaynaklarının ve bu alanda yerel tecrübelerin oluşmasına katkı vermektedir. Bu yeni pazar, karbon ticareti için güçlü bir bağlantı noktası olmasının yanı sıra, gelişmekte olan ülkelerde sürdürülebilir kalkınmaya katkı ve gelişmiş ülkelerin ise emisyon azaltım yükümlülüklerini ‘ma­liyet etkin’ biçimde gerçekleştirmeleri açısından da önemli bir fırsattır.”4

Gönüllü Karbon Piyasası

Kyoto Protokolü sürecinin 2012 yılında tamamlanacağı düşü­nüldüğünde Türkiye’nin enerji alanında yeni yatırımlar yapması, iklim değişikliğine karşı piyasa temelli mekanizmalardan yarar­lanması için gönüllü karbon piyasasının geliştirilmesine yöne­lik bir süreç içinde olduğunu görmek şaşırtıcı değildir.5 2012 sonrasında iklim değişikliği ile ilgili uluslararası düzeyde ne tür gelişmeler meydana geleceği, iklim siyasetinin tarafı olan ülkeler, ekoloji örgütleri ve şirketler arasındaki güç dengesi ile belirlenecektir. Ancak Türkiye’nin karbon emisyonlarından kay­naklı yatırım engellerini bertaraf etmek için önümüzdeki yıllar­da hem şirketlerin hem de devletin enerji yatırımlarını garanti altına alacak bir süreç geliştirmek istediği anlaşılmaktadır.

Sürdürülebilir kalkınma ilkelsi doğrultusunda önümüzdeki yıl­larda Türkiye’nin büyümeye dayalı bir hedefi olacağı açıktır.. Türkiye’nin büyümeye dayalı kapitalist politikasının hızla devam etmesi için enerji, konut, çimento, karayolu taşımacılığı gibi ya-tırımlarının devam etmesi gerekmektedir. Bu yatırımlar da kar­bon emisyonlarının artmasına neden olacaktır. Büyüme hedefi, daha fazla iklim değişikliğine yol açacaktır. Bu enerji yatırımları­nın iklim değişikliği sürecindeki uluslararası politikalarla uyum­lu olacağı da bir diğer gerçektir. Kapitalist sistemin enerji obur­luğu bir yandan petrol, doğalgaz, nükleer üzerinden biçimlenen bir gündemi sürekli olarak canlı tutarken diğer yandan yenile­nebilir enerjiye dayalı üretim biçimleri teşvik edilmektedir.

Türkiye’nin İklim değişikliği sürecinde HES, rüzgar, biyogaz gibi yenilenebilir oluğu iddia edilen enerji üretim sistemlerine yö­nelmesinin iki önemli nedeni bulunmaktadır. Bu nedenlerden birincisi, iklim değişikliği sürecinde 2012 sonrasının yatırımları­nı garanti altına almak, büyüme hedefinin sekteye uğramama­sını sağlayacak biçimde karbon kredisi kazanmaktır. Türkiye egemenleri, yenilenebilir enerji olarak kabul edilen sektörlere yatırım yapmanın karşılığında yoğun kirlilik yaratan sektörlere yatırım yapmaya hak kazandıran karbon kredisi gibi finansal araçlardan yararlanarak büyüme hedefini sürdürmek istemek­tedir. Bu araçlarla Türkiye egemenleri, 2012 sonrasında da ter­mik, katı atık yakma, çöp ve çimento fabrikaları, konut üretimi gibi yoğun enerji tüketimine yol açan yıkıcı yatırımlara devam edebilecektir. Şirketler kazandıkları karbon kredileriyle, daha fazla enerji tüketimine dayalı, daha kirli yatırımlara yönelebile­cektir. Bu yatırımları yapmak için Türkiye’nin karbon piyasasın­dan finanse edilmeye ihtiyacı vardır.1 Büyümenin motoru yoğun kirlilik yaratan yatırımlara olanak sağlayacak “karbon finansını” ise yenilenebilir olduğu iddia edilen HES gibi yatırımlar sağla­maktadır. Özcesi, “yenilenebilir enerjiye yatırım yap, kirletme hakkı kazan”, denilmektedir. Future Camp gibi karbon piyasası­na danışmanlık hizmeti veren şirketlerden danışmanlık hizmeti alan şirket sayısı her geçen gün artmaktadır. Örneğin, Akfen, Aksa, Sanko, BM Holding, Batı Anadolu Grubu gibi HES dışında çimento, termik sektörlerinde faaliyet gösteren şirketler de bu sürece hızla dahil olmaktadır. Şirketler, “Gönüllü Karbon Piya­sasından” yararlanmak için projeler hazırlamakta ve bu projeler ile karbon finansı temini elde etmek istemektedirler. Demirci­ler, Karasu, Gelinkaya gibi onlarca HES projesi bu karbon piya­sasından yararlanmak için proje başvurularında bulunmuştur.2 Karbon piyasasından elde ettikleri karbon kredilerini (kirletme haklarını) termik, çimento gibi yatırım alanlarında kullanabil­mek için pek çok şirket bu sürece girmektedir.

Finansal Birikimin ve Enerji Yatırımlarının Kredi Aracı Olarak HES Projeleri

Türkiye’nin 2009 yılında Kyoto Protokolü’ne taraf olmasının ardından, Dünya Bankası başta olmak üzere kredi kuruluşla­rınca yenilenebilir enerji için temin edilen kredilerden yararlan­manın önü açılmıştır.3 Şirketler, bu kredilerden yararlanmak ve aynı zamanda yatırım yaptıkları yenilenebilir enerji kaynakları­nın sağladığı uluslararası piyasadaki finansal güce kavuşmak için gönüllü karbon piyasası mekanizmasına dahil olmakta ve HES’lere yatırım yapmaktadır. 2009 yılından sonra EPDK tarafından verilen üretim lisanslarının sayısındaki artışın en temel nedenleri de HES’lere tanınan kredi olanakları, alım garantileri, ödemelerdeki kolaylıklar ve diğer yatırımları finan­se etme potansiyelidir.4 Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın (TSKB) raporuna göre, Dünya Bankası tarafından kullandırılan ve kullanımı devam eden 1.260 milyon dolarlık kaynak, top-lam kurulu gücü 2.218 MW’a ulaşması öngörülen 80 elektrik üretimi projesine tahsis edilmiştir. Finanse edilen yatırımların 72 adedi (HES) hidroelektrik santrali olup, toplam 2.046 MW kurulu güce sahiptir.5 Aynı rapora göre, 2009 yılında Dünya Bankası ve CTF’den (Temiz Teknoloji Fonu) 420 milyon dolarlık kredi temin edilmiştir. TSKB, 9 Haziran 2009 tarihinde imza­ladığı kredi sözleşmesi kapsamında 350 milyon doları Dünya Bankası’ndan, 70 milyon doları CTF’den (Clean Technology Fund – Temiz Teknoloji Fonu) toplam 420 milyon dolar tutarında kredi sağlamıştır. Bu kredi olanaklarından yararlanmak isteyen şirketler de egemen iklim siyaseti için temiz enerji kaynağı ola­rak görülen HES’lere yatırım yaparak bu kredi olanaklarından yararlanmaktadır.

Tam da bu nedenlerle, bugün gönüllü karbon piyasasının ca­zip hale getirilmesi, bu piyasalar için oluşturulan sertifikaların piyasa değerinin arttırılması bunun için de sisteme talebin art-tırılmasına yönelik bir hedef benimsenmiştir. Bu hedef doğrul­tusunda, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan Sera Gazı Emisyon Azaltımı Sağlayan Projelere İlişkin Sicil İşlemleri Tebliği, 07.08.2010 tarih ve 27665 sayılı Resmi Gazete’de ya­yımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Tebliğ ile “Gönüllü Karbon Piyasalarına” yönelik geliştirilen ve yürütülen proje­lerin kayıt altına alınması hedeflenmektedir. Bu projelerin bir sicil ile kayıt altına alınması yoluyla Türkiye’de üretilen karbon sertifikalarının güvenirliğinin artırılması, projeler sonucu azal­tılan sera gazı emisyonlarının kayıt altına alınması ve izlenme­si, Türkiye’nin karbon varlık değerinin artması, zorunlu piyasa standartlarına yaklaştırılması, Türkiye’nin yatırım açısından daha cazip hale getirilmesi ikili anlaşmalar ile Türk karbon ser­tifikalarının yüksek fiyatlar ile satışının önünün açılması amaç­lanmıştır. 2010 sonu itibariyle “gönüllü karbon piyasasına” kayıtlı 109 proje bulunmaktadır. Bu projelerin tahmini piyasa hacmi 83 milyon dolar olarak öngörülmektedir. Gönüllü karbon piyasasına başvuran bu projelerden 50 tanesi hidroelektrik santral, geriye kalan 49 proje rüzgâr santrali temellidir.

Şirketlerin yenilenebilir enerji projelerine yatırım yapmaları sağ­lanarak, karbon piyasasından kaynaklanan finansal araçlardan yararlanması teşvik edilerek enerjide 2012 sonrası hedefleri­nin geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu bağlamda HES’e yönelik üretim lisansı alan şirket sayısındaki artışı anlamak daha müm­kün hale gelmektedir. HES projeleri ile şirketler, hem enerji üre­timinden, su kullanım hakkı anlaşmalarından kar elde etmek ama bununla birlikte de HES projeleri ile sağlanan finansal ola­naklardan yararlanarak önümüzdeki yıllarda sermaye birikim sürecinde bir adım öne çıkmak gayreti içine girmişlerdir. Gönül­lü karbon piyasası ile bir finansal değer olarak gelişen bu HES projeleri bu bağlamda tek başına ticari bir mal olmanın ötesin­de finansal bir değer ve bir kredi aracı haline gelmiştir. Bunlarla birlikte de termik, katı atık, çöp projelerinin, yani yoğun karbon emisyonlarına yol açan faaliyetlerin devamı HES projelerine ya-tırımla mümkün hale gelmektedir.

Köprüden Önceki Son Çıkış

Yazı boyunca tartıştığımız nedenlerle HES karşıtı mücadelenin bugün oturduğu temel zemin olan, suyun ticarileştirilmesine dair eksenden daha kapsayıcı bir ekseni işaret etmemiz ge­rekiyor. HES projeleri aracılığıyla gerçekleşen finansal birikim modelinde, iklim değişikliği sürecinde yatırımlarının engellen­mesini istemeyen şirketler, enerji sektöründe karbon piyasasın­dan yararlanmak için sıraya girmiş durumda. İklim değişikliği kredileri bu şirketlerin maliyetlerini aşağıya çekmenin bir ara­cı olarak hayata geçiyor. Buradan hareketle, hem HES karşıtı mücadele hem de diğer ekoloji mücadelesi bileşenleri parçalı mücadele pratiğini bu birikim rejimi üzerinden yeniden sorgula­yarak, aşmak zorundadır.

Bu süreçte termik, çöp, katı atık yakma, madencilik gibi alan­lardan doğan mücadeleler de görmeli ki bu finansal büyüme politikası yenilenebilir enerji politikasını referans alarak geliş­mektedir. Bu nedenle öncelikli olarak 2012 sonrasını düşüne­rek, ekoloji mücadelesinin iklim değişikliğine karşı iklim adaleti temelinde politik bir söyleme ihtiyacı vardır. Bu politik eksen, HES projelerinin iklim değişikliğini engellediği yanılsamasını teşhir etmelidir.

HES karşıtı mücadele, bir devlet politikası ve uluslararası siya­set ilkesi haline gelen, sudan enerji üretme tarzının yenilene­bilir olduğu iddiasını çürütmek istiyorsa öncelikli olarak, iklim değişikliği mücadelesinde enternasyonel düzeyde söz ve karar sahibi olacak biçimde kendini yeniden kurmalıdır. Diğer yandan da nükleer karşıtı kimi mücadele söylemlerinde yapıldığı gibi, nükleerden kurtulmak adına, suyu yenilenebilir enerji olarak gösterme hatasından uzak durulmalıdır.

Yenilenebilir Enerji, Yeni Bir Toplumla Mümkün Olacak

Enerjinin, hangi üretim biçimi içinde ve hangi tarzda, ne için üretildiğini sorgulamadan bu süreci kazanacak politik güce sa­hip olamayacağız. Bunun için de yenilenebilir ideolojisine sıkış­tırılmış bir yerden, ekoloji politikasında açılım yaratmak müm­kün değildir. İklim değişikliğine karşı iklim adaleti politikasında etkin olacak bir siyaset, aynı zamanda HES’lerin ekolojik krizi derinleştiren yönlerini de görünür kılacaktır. Bu gerçek hepimiz için köprüden önceki son çıkıştır. Yoksa, dere üzerine bir baraj mı, beş baraj mı tartışmalarıyla, hukukun esnekleştirme aracı olan ve planlamada noktasal ölçeğe yönelen havza planlaması söylemleriyle bu süreci kotaramayacağız.

Ekvador Anayasası’nın temiz enerji yatırımlarına ilişkin ilkesin­de, doğanın ve toplumun kendini yeniden üretmesini engelle­yecek hiçbir yatırımın yenilenebilir olmayacağı kabulü bugün bizim içinde geçerlidir. 2012 sonrasında sermaye ve devletin iklim değişikliğine karşı piyasa temelli politikalarına karşı, eşit­likçi ve ekolojik bir siyasallaşma süreci ile finansal birikimin yıkımına direniş ve HES’lerin önünü almak mümkün hale ge­lebilecek. Bu nedenle de direnişin cephesini iklim değişikliği eksenine doğru genişletmek gerekecek.

 

1 Enerji üretim lisanslarını alıp satarak para kazanan kişilere özellikle Karadeniz bölgesinde takılan isim.

2 Kanun’un gerekçesinde belirtildiği üzere “Mekanizmaya tabi olanlar tarafından üretilen elektrik ener­jisinin tamamı, iletim veya dağıtım sistemine verilmeleri suretiyle mekanizma kapsamında belirlenmiş ta­rifeler üzerinden satın alınır. PMUM (Piyasa Mali Uzlaştırma Merkezi); mekanizmaya tabi olanların her biri tarafından iletim veya dağıtım sistemine verilen elektrik enerjisi miktarı ile tarifeleri çarparak, üreticilerin her birine ödenecek YEK bedelini ve bunların toplamı olan YEK toplam bedelini fatura tarihindeki TCMB döviz alış kuru üzerinden Türk Lirası cinsinden belirler. Ayrıca yine PMUM, aynı fatura dönemi için nihai tüketiciye elektrik enerjisi satışı yapan tedarikçilerin elektrik satış piyasasındaki paylarını (tedarikçinin tüketicilerine sattığı elektrik enerjisi miktarı/tedarikçilerin tamamının tüketicilere sattığı toplam elektrik enerjisi miktarı) yani ödeme yükümlülüğü oranını belirler. Ancak bu oranın hesaplanması sırasında ikili anlaşmalarla veya başka yollarla mekanizmaya tabi olmaksızın satılan elektrik enerjisi miktarı hesapla­malara dahil edilmez. Çünkü aksi halde YEK toplam bedeli ile ödeme yükümlülüğü oranının çarpılması sonucunda her bir tedarikçinin ödeme yükümlülüğü tutarı belirlenmesi sırasında adaletsiz bir dağılım or­taya çıkabilecektir. Tedarikçilerden toplanan tutar ise daha önceden belirlenmiş olan YEK bedeli dikkate alınarak üreticilere dağıtılır.”

3 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü, tarafların emisyon sınırlama veya azaltım yükümlülükle­rini yerine getirmelerini kolaylaştırmak üzere ulusal önlemlerini destekleyici nitelikte esneklik mekaniz­maları oluşturmuştur. Bu mekanizmalar, Emisyon Ticareti (ET–Emission Trade), Temiz Kalkınma Mekaniz­ması (TKM–Clean Development Mechanism) ve Ortak Yürütme’den (OY–Joint Implementation) meydana gelmekte olup temel hedefleri şunları içerir: teknoloji transferi ve yatırım aracılığıyla sürdürülebilir kalkın­mayı özendirmek, ülkelerin Kyoto hedeflerini gerçekleştirmelerinde mali etkin yolla emisyonlarını azalt­malarına veya atmosferden karbonu uzaklaştırmalarına yardımcı olmak, özel sektörü ve gelişmekte olan ülkeleri emisyon azaltım çabalarına katkı vermeleri için teşvik etmek (BMİDÇS). 2 T.C. Ulusal İklim Değişikliği Strateji Belgesi (2010-2020), Mayıs 2010, Ankara 3 Karbon finansmanı kavramının zikredilmesi, karbon denkleştirme (carbon offsetting) kavramına da açıklık getirilmesini gerektirmektedir. Karbon denkleştirme, bir kaynaktan oluşan sera gazı emisyonlarına karşılık olarak dünyanın herhangi bir yerinde başka bir kaynak üzerinden azaltılan ya da önlenen sera gazı emisyonları sonucunda edinilen kredilerin ya da diğer bir deyişle sertifikaların satın alınması faaliyeti ile gerçekleştirilen emisyon denkleştirme işlemidir. Küresel bir sorun olan iklim değişikliği ile mücadele­de küresel sera gazı emisyonlarının azaltılması esas alınmış olduğundan, dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleştirilen emisyon azaltımı faaliyeti bu hedefin gerçekleştirilmesine destek olmaktadır. Başka bir kaynakta oluşacak olan emisyonları, mali etkin yöntemlerle önlemeye ya da azaltmaya dönük projeler so­nucunda karbon denkleştirme sertifikaları kazanılmış olunur. Emisyonlarını kaynağında azaltamayan ya da daha düşük maliyette azaltma yolunu tercih eden şirketler, ilgili gönüllü veya zorunlu emisyon azaltım hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla karbon denkleştirme sertifikalarını satın alarak karbon denkleştir­me faaliyetini gerçekleştirmiş olurlar.

4 Karbon Piyasalarında Ulusal Deneyim ve Geleceğe Bakış (2011), Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara 5 Dünya Bankası’nın 2010 yılı raporundaki açıklamalara göre ise, 2008-2009 yılları arasında gönül­lü karbon piyasalarında gerçekleştirilen işlemlerin, toplam karbon piyasalarındaki denkleştirme (offset) mekanizmalarına dayalı işlemler içerisindeki yeri 338 milyon ABD $ ve % 10 oranı ile sınırlı kalırken, bu offset mekanizmalarına dayalı emisyon azaltımı 46 milyon karbondioksit eşdeğer ton ile toplam içerisin­de % 0,5’lik düzeye yükselmiştir (Dünya Bankası, 2010). Türkiye, OECD ve BMİDÇS EK-I ülkeleri arasında kişi başı sera gazı emisyonu ve kişi başı birincil enerji tüketimi miktarında en düşük oran ve değerle­re sahiptir. Ayrıca iklim değişiklinin olumsuz etkilerinden en çok etkilenecek bölgeler arasında yer alan Akdeniz Havzasında yer almaktadır (IPCC 4. Değerlendirme Raporu-2007). Türkiye’nin 1990 yılı toplam sera gazı emisyonu miktarı 170 Milyon ton CO2 eşdeğeri iken 2008 yılında bu değer 367 Milyon ton CO2 eşdeğeri olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin 1990-2008 yılları arasında sera gazı emisyon artış oranı % 95 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin 2008 yılı sera gazı emisyonlarının sektörel dağılımına göre birinci sırada % 76’lık oran ile enerji sektörü yer almaktadır. Enerji sektörünü, atık, tarım ve sanayi sektörleri takip etmektedir.

5 Türkiye’de yapılan “yenilenebilir enerji” ve metan geri kazanımı projeleri, böylelikle sera gazı emisyon­larının oluşmasını engellendiği tezinden hareketle, engelledikleri sera gazı miktarı kadar karbon sertifi­kası kazanmaktadır. Karbon finansı, ancak olağan senaryo dışında gerçekleştirilen azaltımlar için veril­mektedir. Sera gazı azaltımına sebep olan bir projenin sahibi, belirli standartlara göre hazırladığı proje tasarım belgeleri ile uluslararası kuruluşlara başvurmakta ve projeleri uygun bulunması durumunda her yıl sağladığı sera gazı azaltımı kadar karbon finansı elde etmektedir. Karbon finansmanı, en yalın ifade ile sera gazı emisyon azaltımlarını satın almak üzere bir projeye sağlanan kaynak şeklinde tanımlanmaktadır (World Bank, 2006).

6 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız, http://fc-tk.futurecamp.de/projeler/, (erişim tarihi: 22.3.2011)

7 4 adet (RES) rüzgâr enerjisi (Toplam 94 MW kurulu güç), 2 adet (JES) jeotermal enerjisi (Toplam 57 MW kurulu güç) 2 adet biokütle (çöp gazına dayalı) (Toplam 21 MW kurulu güç). Bu seviye, Türkiye’nin toplam yenilenebilir enerji kurulu gücünün % 15’ine, toplam kurulu gücünün % 5’ine denk gelmektedir. TSKB’nin finanse ettiği enerji projelerinin tamamı, Türkiye’nin mevcut fosil yakıt ağırlıklı enerji üretimin­den yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişine hizmet etmektedir. Rapora göre, gelecek beş yıllık dönem­de Türkiye’de yenilenebilir enerji alanında 5 milyar Euro’luk yatırım potansiyelinin bulunduğu hesaplan­maktadır. TSKB, İnsanlığın ve Dünyanın Geleceğine Yatırım, 2008-2009 1. Yarıyıl Sürdürülebilirlik Raporu (Erişim Tarihi: 22.03.2011).

8. Gönüllü karbon piyasası bireylerin, kurum ve kuruluşların, firmaların, sivil toplum örgütlerinin faaliyet­leri sonucu oluşan sera gazı emisyonlarını gönüllü olarak azaltımlarını ve denkleştirmelerini kolaylaştır­mak amacıyla oluşturulan piyasadır. Bu piyasalardaki süreç, Kyoto Protokolü kapsamında zorunlu olarak uygulanan esneklik mekanizmalarına benzer bir sürece sahiptir. Bu piyasaları Kyoto Protokolü kapsa­mındaki zorunlu süreçlerden ayıran en önemli farkların başında ise, bu piyasalarda işlem gören emisyon azaltımlarının ulusal yükümlülük kapsamı dışında, yani devletlerin belirlediği politikalar ve hedeflerden bağımsız olarak, gönüllülük esasına göre gerçekleştirilmeleridir. Karbon nötr olmak isteyen organizas­yonlar, faaliyetlerine dayalı sera gazı emisyonlarını diğer bir ifadeyle karbon ayak izlerini hesaplayarak emisyonlarını azaltmak ve dengelemek üzere, gönüllü bir standart çerçevesinde sağlanmış emisyon azal­tımları sonucu oluşturulan karbon sertifikaları satın alırlar. Bu gönüllü sistemler arasında üst sınır ticaret esasına dayalı Chicago İklim Borsası’nın (Chicago Climate Exchange) yanı sıra, Tezgâh Üstü (OTC-Over the Counter) gönüllü karbon piyasalar da mevcuttur. Standartlara uygun geliştirilen azaltım projelerinden edinilen sertifikaların (kredilerin) satışları, OTC’ler üzerinden yapılabilir. 4 Avrupa Birliği (AB) üyeliğine doğru ilerlemekte bulunan Türkiye’nin 2007-2023 döneminde yaklaşık 59 milyar Euro’luk çevre yatırımı gerçekleştirileceği; bunun 1/3’ünün özel sektör, 2/3’ünün ise kamu sektörü tarafından yapılacağı tahmin edilmektedir; AB Entegre Çevre Uyum Stratejisi Projesi, Çevre ve Orman Bakanlığı, 2006.

Kollektif Ekososyalist Dergi, Nisan –  Mayıs 2011, Sayı: 9’da yayınlanmıştır.