Nurcan Turan –

 

AKP’nin son dönemde her başı sıkıştığında, yılanın başı, kadim öteki olarak kızılbaşları işaret etmesi Alevilikle bağları oldukça zayıf insanların bile kendisini daha bir “Alevi” hissetmesine neden oldu. Hayatın her alanının sünnileştiği, açık bir mezhepçiliğin devreye sokulduğu bir dönemde üstüne üstlük Gezi’de alevi gençlerin, Soma’dan sonra Uğur Kurt’un öldürülmesi, Suriye ve Irak’taki gelişmeler Alevilerin AKP’ye isyanını ölüm korkusuyla birleştirdi.

Bu dönemde Alevilere kendi içlerinden veya dışarıdan örgütlenme ve birleşme çağrıları da yükselmeye başladı. Öyle ya, Aleviler coğrafi olduğu kadar siyaseten de oldukça dağınık, örgütsel olarak mahalle-köy dernekleri düzeyini aşamamış, talepleri dağınık ve belirsiz, görünürlüğü az bir kitleydi. Bazılarına göre, çoğunlukla Türk olmaları hasebiyle Kemalist Cumhuriyetle sorunları olmadığından, bazılarına göre, katillerine aşık olduklarından, korktuklarından, henüz kentleşemediklerin, birleşemeyecek kadar heterojen vs. olduklarından aleviler güçlü birleşik örgütler kurma konusunda beceriksiz davrandılar.  Kimilerine göreyse, Kürt Aleviler hariç neredeyse örgütlü olan başka Alevi yoktu![1] Hatta Alevilerin çoğu Kürt olduğunun bile farkına varamayacak kadar kimlik şuurundan yoksundu![2]

AKP’nin dışlayıcılığına ve mezhepçiliğine karşı en fazla sorumlu olması gereken aktör olarak Aleviler sosyalistler ve demokratlar tarafından göreve çağrıldı; kendilerine nasıl mücadele etmeleri gerektiğine dair yol yordam gösterildi. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Halkevleri “Aleviler ne yapmalı, nasıl yapmalı” temalı bir dizi toplantı düzenledi. Selahattin Demirtaş’ın Türkiyelileşme hedefli kampanyasının en önemli hedef gruplarından birisi Aleviler oldu. Seçim döneminde Alevi örgütlerinin bir kısmı, yalnızca AKP’nin mezhepçiliğini ve CHP’nin İslamcı İhsanoğlu’nu aday göstermesini eleştirerek “AKP’ye oy vermeme” çağrısında bulundular. Bir kısmı da Alevilerin tek tercihinin Demirtaş olacağını ve olması gerektiği iddia etti. Seçim sonuçları bir yandan Alevilerin CHP’yi beklendiği ölçüde cezalandırmadığını, öte yandan ise Demirtaş’ın “inançların özgürlüğü” söylemine fazlaca itibar etmediğini ortaya koyarak, radikal muhalefetin Alevilerle ilgili hayallerini büyük ölçüde suya düşürdü. Aleviler bir kez daha memleketin demokratikleşmesinde üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmedi.

 

Alevileri Birleştirmek

“Alevi yurttaşlarımızın da kendi içindeki bu bölünmüşlük, parçalanmışlık, sayısız kurum, dernek, vakfa bölünmüşlüğün de alevi toplumun taleplerini görünür kılma, demokratik bir güce, demokratik bir baskı grubuna dönüşme açısından bir zafiyet olduğunu görmesi lazım. Kendi içlerinde de birlik içinde hareket etmeleri lazım. Bu önemli bir mevzu, önemli bir konudur. Bu cumhurbaşkanlığı da bu açıdan önemli bir fırsattır. Birlikte hareket edebilirlerse çok daha görünür olacaklar. Bu, benim cumhurbaşkanı seçilip seçilmemden bağımsız alevi yurttaşların taleplerini ve çözmek istedikleri sorunların daha rahat çözülmesine olanak sağlayacaktır”(Selahattin Demirtaş, 8 Temmuz 2014, CNN Türk)

Tehdit altındaki Alevilerin görünür olması, taleplerini dile getirmesi için örgütlenmesi ve birleşmesi çağrısında bulunmanın, hatta onları örgütlemeye çalışmanın sorunlu bir yanı olabilir mi? Ya da HDP’nin yaptığı gibi, Alevileri Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, dindarlar ve bilcümle ezilenlerle inanç, özgürlüğü temelinde çatışmasız bir biçimde yan yana durmaya çağırmakta –HDP’nin siyasi hedef ve çıkarlarına olursa olsun- ne gibi bir sakınca olabilir? Elbette, mezhepçi bir iktidar, alevi-fobik, muhafazakar toplum kesimleri tarafından dışlanan bir grubun haklarını savunmakta sosyalistler ve demokratlar açısından herhangi bir beis olamaz. Fakat Alevileri savunmanın, örgütlemenin hangi yollarla, hangi politik tahayyül çerçevesinde ve hangi söylemlerle yapıldığının hayli önemi vardır. Milyonlarca insanı kapsayan, kendi içinde Aleviliği çok çeşitli şekillerde yorumlayan ve yeniden inşa etmeye çalışan; iddia edildiğinin aksine sınıfsal, etnik, siyasi ve coğrafi olarak güçlü bir biçimde bölünmüş; ve bu çoğulluğu farklı farklı örgütlerde ifade eden bir grubu tek bir çatı altında toplanmaya çağırmak, Alevilerin sorunlarından ve taleplerinden önce çağıranın duruşunu yansıtır.

Elbette, bütün çatışmaları etno/dinsel/kültürel kimlikler optiğinden okuduğumuzda, hayatın ve tarihin bütün karmaşasını sabit kimlikler çerçevesine sıkıştırdığımızda ortalama bir Alevi imgesi üzerinden Alevilerin geneli hakkında konuşmak, bir bütün olarak Alevilere çağrı yapmak, Aleviliğin siyasi özü ve öncelikleri konusunda ahkam kesmek, sorun olmak şöyle dursun, elzemdir. Nasıl Kürtler kendi içlerindeki sınıfsal, coğrafi, cinsel, kültürel vb. farklılıkları talileştirip, kendi farkını yok sayan devlete karşı güçlü bir Kürt ulusal hareketi inşa ettilerse Aleviler de benzer bir kimlik mücadelesine girmeli;  “Alevilerle konuşacağız ama muhatap bulamıyoruz” diyen Erdoğan’ın ve kendilerine sürekli kazık atan CHP’nin karşısına güçlü bir temsiliyetle çıkmalıdır. Alisiz mi veya ümmetin bir parçası mı olacaklarına kendileri karar verebilirler, yeter ki bir bedene sahip olup tekil ve sabit bir topluluk halinde tanımlanabilir olsunlar.  Nitekim, bazı Alevi örgütlerinin yanı sıra sosyalistler ve Kürt hareketi Alevilere bugün tam da bunu önermekte: kendi içinizdeki istikrarsızlığı, tutarsızlığı, birbirine indirgenemez farklılıkları bir kenara bırakın, Alevilik temelinde örgütlenin, kolektif siyasi “Aleviler” öznesi haline gelin!

Bütün farkları kaba bir sınıf evrenselciliğine mahkum eden, kimlikleri sınıf mücadelesine eklemleme özürlü sola küfredebiliriz ama bizim bir kimliği başka değişkenlerle düşünmemiz gerekmiyor. Ne de olsa elimizde başarılı örneklerimiz var, kaba sınıfçıların ise bir çöküş öyküsü. Hangi stratejik gerekçeyle, hangi özgürlükçü ideal uğruna yapılırsa yapılsın milyonlarca insanın yalnızca Aleviliğine, tarih dışı ve zorunlu bir dinsel/kültürel varoluşa indirgenmesi her durumda bir şiddet içerir. Ezilenlerin güçlü temsiliyet adına tek bir örgüte bağlanmaları genellikle çeşitli şiddet yöntemleriyle mümkün olmuştur. Ancak çoğullukları tahakküm altına alan egemenlik mantığının özgürlükçü muadili olan bu söylemin şiddeti aracılığıyla sağcı, ümmetçi, burjuva bir Aleviyle sosyalist, ateist, yoksul bir Aleviyi aynı çatı altında toplanmaya çağırabiliriz. Böylesi bir mantıkla hareket ettiğimizde,  “Aleviler ulusalcı”, “Aleviler katiline aşık”, “Aleviler CHP’ye boyun eğiyor” gibi özcü cümleler kurmakta da çekince duymayız.

Ne yazık ki, indirgemecilikle suçlanan sol bugün kimlikçiliğin indirgemeciliğini ve özcülüğünü eleştirme kudretini yitirmiş durumda. Bunda renksiz kokusuz bir sınıf anlayışının yol açtığı bir donanımsızlığın payı büyük. Cesaretini toplayıp eleştirmeye kalkanlar ise kimlikçilere gerek kalmadan “yetkin” sosyalistler tarafından, kimliklerin sınıfla ikili karşıtlık içinde kurulmadığı hatırlatılarak, paylanmakta. Bir zamanlar devrim hülyaları gören yoksul Alevi gençlerin bugün zülfikarı kuşanma çağrısı yapar duruma gelmelerinin tek nedenini solun dışlayıcılığında, Alevilik meselesini anlamamasında aranmakta. Keza, 1970’lere hakim olan sosyalist hegemonyanın yerini kimlikçi hegemonyaya bırakmasının nedeni de.

 

Aleviler Somalılar Geziciler

Alevilerin yeknesak ve kendi içinde çelişkisiz bir grup olarak ele alınması, Alevilerle ilgili analizleri ve siyasi önermeleri oldukça hatalı ve hatta tehlikeli sulara sevk ediyor. Bugün Okmeydanı, Gazi Mahallesi, Tuzluçayır gibi yoksul ve politik mahallelerde yaşayan insanların karşı karşıya kaldığı çok katmerli dışlanmışlık, yoksulluk ve şiddet, genel bir Aleviler kategorisi içinde görünmez hale gelebiliyor. Arap Alevilerin Suriye meselesiyle ilişkili özgül durumları Alevilerin tarihsel ezilmişliği içinde silikleştirilebiliyor. Gezi’de öldürülen gençlerin yalnızca Alevi değil aynı zamanda yoksul ve iktidara açıktan karşı gelen kişiler olduğu gerçeği göz ardı edilebiliyor. Kısacası, Alevilerin dinsel/inançsal bir kategori olarak Alevilikle kurdukları farklı ilişkiler ve kendi aralarındaki sınıfsal ve siyasal farklılıklar tarihsiz ve bağlamsız bir Alevi kimliğinin sömürgesi durumuna getirilebiliyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu otoriter-muhafazakar durumdan yalıtılmış, yoksullar ve diğer dışlananlarla bağları koparılmış bir Alevilik muhafazakarlıktan başka nasıl bir tahayyüle meydan verebilir ki?

AKP’nin Gezi’den ve Soma’dan sonra Alevi mahallelerine düzenlediği taarruz üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Evet, artık açıktır ki, AKP her türden kalkışmayı ve muhalefeti bir mezhep ve kültür meselesine indirgeyip bastırmakta, olaylar ve olgular arasındaki bağlantıları koparıp, kendi istediği gibi yeniden bağlama konusunda oldukça maharetli. Soma’dan sonra Okmeydanı’na düzenlenen saldırı, Soma’nın harını almayı başardı. Öte yandan, sol muhalefetin böylesi sorunları AKP’nin tanımladığı ikiliklerden ve sıkıştırdığı çerçeveden kurtarma konusunda ne becerikli ne de istekli olduğunu görüyoruz. Alevilerle ilgili öne çıkan politik önerilere bakıldığında, AKP’nin koparmaya çalıştığı bağlantıların ve kesişimlerin sol için de anlamlı görülmediği anlaşılıyor. Okmeydanı’yla Soma, üçüncü köprüye Yavuz Sultan adının verilmesiyle kentsel yağma, imam hatiplerin çoğalmasıyla yoksulların eğitim hakkının gaspı, dinselleşmeyle eşit yurttaşlık arasındaki bağlantılar üzerinden Alevileri siyasete ve diğer ezilenlerle birliğe çağırmak yerine, çeşitli sorunları çeşitli kimlik departmanlarına bölen bir tarzla Aleviler kendi sorunlarına sahip çıkmaya davet ediliyorlar. Aleviler bu bağlantıları kurmayabilir, keza Somalılar da. İnsanlar açlığa, sefalete, şiddete maruz bırakılmalarının nedenlerini yalnızca Aleviliğiyle, Kürtlüğüyle göçmenliğiyle vs. açıklayabilir ve haklıdırlar da. Sol bütün bu insanlara soyut antikapitalist bir reçeteyi dayatamaz, ilişkisini dışsal bir ilişki olarak kuramaz. Ezilen bütün kimliklerin özgül sorunlarının içinden geçmek durumundadır. Peki, sol ezilenlerin tikelliklerini anti-kapitalist bir harçla birbirine bağlama görevini üzerinden atabilir mi?

 

Alevileri CHP’den Kurtarmak veya Aleviler Ne İster

Alevilerin çoğul ve somut varoluşlarını, korkularını ve arzularını hesaba katmadan onları üniter bir kimliğe hapseden bakış, Alevilerin CHP ile ilişkisini de oldukça özcü bir yerden görüyor. Bu bakış 1930’lardan ne Osmanlı’ya uzanabiliyor ne de günümüze gelebiliyor.  Alevileri Dersim katliamındaki kurban pozisyonuna sabitlemek suretiyle onların CHP ile ilişkilerinde herhangi bir failliğe ve iradeye yer bırakmıyor. CHP genel başkanı, CHP’li Alevi belediye başkanları, Alevi örgütleri üzerinden CHP’de kariyer yapmak isteyen sözüm ona Alevi önderleri, belediyelerde ihale kovalayan işadamları, CHP torpiliyle işe girenler, Atatürk’ü peygamber diye anlatan dedeler, türbana sokulmaktan korkan kadınlar, CHP’yi sola çekmeye çalışan eski solcular, Dersimliler, Sivaslılar, Maraşlılar… Böylesi bir bakışa göre bunların hepsi aynı kefede. CHP üzerinde hiçbir etkileri yok, yalnızca ondan etkileniyorlar. Çünkü hepsi Alevi!

Bugün Alevilerin yüzde 75-80’i CHP’ye, diğerleri ise çeşitli sol partilere oy vermekte. Türkiye’deki toplumsal ve siyasi tablo değişmediği sürece de büyük çoğunluk CHP’li olmaya devam edecek. Hatırı sayılır bir kısmı milliyetçi-muhafazakar ve alevifobik olan bir toplumda, gerek Alevi olanlar gerek olmayanlar tarafından Alevi partisi diye kodlanan CHP’yi kendi partileri olarak görmek isteyecek ve bunun için mücadele edecekler. Bütün kamusal hayatın hızla Sünni İslam’ın renklerine boyandığı ve AKP iktidarının her açıdan Aleviler için açık bir tehdit oluşturduğu gerçeğini ıskalayarak, inançlara özgürlük söylemi üzerinden Alevileri CHP’den “kurtarmak” mümkün değil. HDP’li bazı Alevi örgütlerinin ana slogan haline getirdiği “katiline aşık Alevi olmayacağız” gibi üst düzeyde nefret içeren söylemlerle koparılması ise hiç mümkün değil.

Erdoğan’ın çatışmaları kanalize ettiği mezhep savaşında “mezheplere özgürlük” gibi Aleviler için oldukça ürkütücü bir söylemle sözüm ona özgürlükçü pozisyonlar alınıyor. Birbirinden bağımsız, çatışmasız ve çelişkisiz kimlikler silsilesinin bir parçası olarak, sanki Sünnilerle simetrik güçlere sahipmiş, her iki kimlik de eşit derecede baskıya uğruyormuş, aralarındaki husumet yalnızca dinselmiş gibi, din kardeşliği temelinde bir araya gelmeleri salık veriliyor. Alevileri batıya açılırken yaslanacağı bir dayanak olarak gören HDP’nin mezhep ve inanç kardeşliği söylemi maalesef cami-cemevi projesi mantığının çok ötesine geçememiş durumda. Egemen kimlik olarak Sünniliğin dışlayıcılığını problematize etmeyen, her iki kimliğin de çoğul ve somut varoluşlarını hesaba katmayan Alevilerle Sünnileri yan yana getirme projesinin başarılı olması ihtimal dahilinde görünmüyor.

Bugün Alevilerin haklarını savunmaya girişenler, bu ülkenin çok temel bazı insan hakkı sorunlarını ve laiklik konusunu Aleviler üzerinden tartışarak bir anlamda geçiştirmeyi tercih ediyor. Bugün cemevlerinin statüsü dışında Alevilerin pozitif bir talep olarak öne çıkardıkları başka bir talep bulunmuyor. Zorunlu din derslerinin kaldırılması, diyanet işlerinin bakanlığının lağvedilmesi, nüfus cüzdanlarında din hanesinin kaldırılması, Alevi yerleşim yerlerine cami yapılmaması gibi negatif yani devlet müdahalesine karşı dillendirilen talepler ise bu memlekette siyasal İslam dışında kalan herkesin ortaklaşabileceği talepler. Çeşitli kaygılarla bu taleplerin ve mezhepçiliğin çözümünün Alevilere havale edilerek, dinselleşmeye karşı açık ve net tavır bir alınmaması Alevilerle onları önemseyenler arasındaki açıyı maalesef daha da arttıracak.

 

[1]Örneğin, Hasan Ali Kızıltoprak’a göre,  “Alevi Hareketi olarak adlandırdığımız Alevi örgütlenmesi, AABF, ABF, ADF, PSAKD, ÖDAD, AVF, FEDA, CEM Vakfı vs… Tümü Kürtlerden oluşmaktadır. Kısacası bir Kürt hareketidir. Kürt Alevilerinin Alevilik etrafında var olma mücadelesidir. Bu kurumların yöneticileri ve üyelerinin %90’dan fazlası Kürtlerden oluşmaktadır”. Kızıltoprak’a göre, ayrı örgütlenmelere sahip Türk ve Türkmen Aleviler ise milliyetçi ve ırkçı bir kuşatma altındadır ve hatta CHP’nin bile gerisindedirler (Özgür Gündem, 27. 06. 2014).

 

[2]Yine Özgür Gündem’de Hüseyin Ali, “Alevilerin Oyu HDP Adayına” başlıklı yazısında “En fazla da Alevilerin sorunlarının çözümüne katkıda bulunacak bir adaydır. Alevilerin sorunlarını en iyi anlayanlar Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Zaten Alevilerin çoğunluğu Kürt’tür. Bu açıdan Alevilerin ve Kürtlerin sorunları birbirinden ayrılamaz karakterdedir” demektedir (Özgür Gündem, 29. 07. 2014)