Eyüp Özer
20 Aralık günü Türkiye’de gazeteler, Yunanistan’ın 8 yıl aradan sonra “kurtarma paketleri” hariç ilk kez bütçesini onayladığını duyurdu. Yunanistan her ne kadar kurtarma paketinden çıkmış olsa da, kreditörleri tarafından sıkı mali denetim altında tutulmaya devam ediyor. Zaten bu nedenle bu bütçesinde de, çeşitli kesintilere gitmek zorunda kaldı ya da bazı kesintileri ertelemek için dahi AB’den izin almak zorunda kaldı. Mesela bütçede emekli maaşlarında yapılacak olan kesinti, AB’nin ilgili organlarının onayıyla 2019 bütçesinden çıkarılarak iptal edildi.
Yeni bütçede kamu borcunun milli gelir oranının ise yüzde 180’den, yüzde 168 seviyesine çekilmesinin hedeflendiği haberlerde yer alıyor. Yunanistan’ın kreditörlerine olan borcunun ise, 335 milyar Euro olduğu belirtildi. Bütçe görüşmeleri sırasında ise geçtiğimiz yıllar içinde kemer sıkma politikaları sonucu hayatı zindana dönen Yunanistan halkı protesto eylemleri düzenledi. Ama basındaki görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla, krizin ilk yıllarındaki eylemlere göre katılım oldukça düşüktü bu eylemlere.
Alacaklıları Kurtarma Paketi
Bu “Kurtarma Paketi “ lafı belki de içinde bir doğruluk payı taşıyor ama kurtarılan kesinlikle Yunanistan halkı değil, aksine Yunanistan’ın borçlarının sahibi olan Alman ve Fransız Bankalarını kurtarma paketiydi bu programlar. Sonucunda cezasını ise Yunanistan halkı çekti, aslında kendilerinin olmayan bir borç için kendi günlük hayatlarını etkileyen önemli kesintilere gidildi.
Peki kendi bütçesini bile yapamadığı bu 8 yılın maliyeti Yunanistan halkı için ne oldu? GSMH’ın yüzde 27 düşmesi Yunanistan’da yaşayan halk için ne anlama geliyor, ya da yüzde 15’lik bütçe açığını, yüzde 3,5’luk bütçe fazlasına dönüştürmek dolayısıyla kamu hizmetlerinde önemli bir kesintiye gitmenin sonuçları nelerdir. Türkiye’de de kriz tartışmalarında, daha çok iktisat verileri ve bu tarz göstergeler üzerinden bazı yorumlar yapılıyor, elbette ki hava sıcaklığını ölçmek için bir termometreye, basıncı ölçmek için bir barometreye ihtiyaç vardır, benzer şekilde ekonomistlerin de bazı göstergelere ihtiyaç duyması ve onlar üzerinden konuşması normal. Ama krize karşı Türkiye’de IMF’nin önerdiği politikalar ve onların günlük hayattaki olası sonuçlarını tartışmak daha elzem ve bu tartışmanın üzerinden atlanıyor. Sanki artık biz fanileri çok da ilgilendirmeyen bir dizi gösterge üzerinden ekonomi tartışılıyormuş gibi oluyor. Bu nedenle, en azından kemer sıkma politikalarının “can alıcı” (kelimenin ilk anlamıyla) sonuçlarını bu denli yakınımızda yaşanan örnek üzerinden bir kez daha bakmakta fayda var. Çünkü önümüzdeki dönemde uygulanması muhtemel IMF’siz, IMF programının içeriği ve günlük hayatımızda yaratacağı etkiler farklı ölçeklerde de olsa Yunanistan, İspanya veya Portekiz’le çok benzer olabilir.
Cinayet Mahalli
Yunanistan’da son 8 yıldır IMF, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankasından oluşan nam-ı diğer Troyka (yani Üçlü) tarafından uygulanan kemer sıkma politikaları bir yandan ulusal ve sektörel toplu sözleşmeleri ortadan kaldırması, asgari ücreti düşürmesi gibi emekçilerin çalışma hayatlarında doğrudan hak gasplarına neden olacak politikaları hayata geçirirken, diğer yandan da bütçe kesintileri ile kamu hizmetlerini fiilen ortadan kaldırdı. Özellikle sağlık gibi temel alanlarda yaşanan kesintilerin sonucunu gösteren araştırmalar, Yunanistan’da Troyka’nın eline” kan bulaştığını” bir kez daha ortaya koyuyor. Yapılan bir araştırmaya göre, 2000 yılında Yunanistan’da ölüm oranı 100 000 kişide, 944,5 idi, 2016 yılında bu rakam 1174,9’a ulaştı, bu artışın önemli bir kısmı ise 2010 yılından sonra gerçekleşti. Aynı dönemde Dünya genelinde ise ölüm oranı artmak bir yana düşüyordu.[1]
Yine aynı araştırmada, ölüm nedeni olarak kişilerin kendilerine zarar vermesinin ve çeşitli kanser türlerinin Yunanistan’da bu dönemde tüm yaş gruplarında arttığını ancak belli yaş gruplarında diğer ölüm nedenlerinin daha fazla görünür olduğuna değiniliyordu. Mesela, 5 yaşından küçük çocuklarda tedavi edilebilir hastalıklar nedeniyle ölüm, ergen ve gençlerde kendi kendine zarar verme, 15-49 yaş arası yetişkinlerde ise HIV nedeniyle ölüm vakaları arttı, aynı zamanda yetişkin ve ergenlerde kötü beslenme, alkol tüketimi, sigara ve tedavi edilebilir hastalıklar nedeniyle ölümler arttı. Benzer şekilde Yunanistanlı yetişkinlerde tüberküloz vakaları da artmış.
Özellikle gençlerde kendilerine zarar verme nedeniyle ölüm oranlarının artması, genç işsizliğindeki aşırı artışın da bir sonucu. Krizin tepe noktasında, 2013 yılında genç işsizliği % 58,21’e yükselmişti yani gençlerin yarısından fazlası işsizdi. Gençlerin önemli bir kısmı iş bulamadıkları için ülkeyi terk etmiş olmasına rağmen, şu anda bile genç işsizliği yüzde 40’ın üzerinde. Gençlerin ülkeyi terk etmek yada işsizliğe mahkum olmak arasında tercih yapmak zorunda kaldığı bu durumda, ülkede kalanların da bir süre sonra intihara ve kendi kendilerine zarar vermeye sürüklenmeleri çok tahmin edilebilir.
Cinayeti Kör Bir Kayıkçı Gördü
Bu dönemde Yunanistan’ın sağlık harcamaları ise, 2008’de GSMH’nin yüzde 9,8’inden, 2014’de yüzde 8,1’ine düştü ama Troyka için bu oran da yeterli olmadı ve %6’ya düşürülmesi için Yunanistan Hükümeti’ne baskı yaptılar. Ancak aynı zamanda Yunanistan’ın Gayrisafi Milli Hasılası da dörtte birinden daha fazla düştüğü için aslında sağlık harcamaları toplamda yüzde 30 kadar azalmış oldu. Kemer sıkma politikalarının hayata geçirilmesinden bu yana, sağlık harcamalarının GSMH oranı açısından AB içinde en düşük oranlı ülke oldu. Kamu hastanelerine 2015 yılında ayrılan kaynak, 2009’dakinden yüzde 50 daha azdı. Buna bir de uzun süreli işsizlik nedeniyle sağlık sigortasından faydalanma hakkını kaybeden çok sayıda kişi eklenince, kemer sıkma politikalarının Yunanistan’da bir anlamda “katliamla” sonuçlandığını söylemek belki de abartı olmaz. Hem de bu cinayeti sadece kör bir kayıkçı görmedi, tüm Dünya’nın gözlerinin önünde gerçekleşti.
Kemer sıkma politikalarının bir parçası olarak asgari ücret Yunanistan’da yüzde 20 düşürüldü. Ama Avrupalı kapitalistlere bu da yeterli olmadı. Avrupa Komisyonu Mart 2012 tarihinde Yunanistan’da uyguladıkları kemer sıkma politikalarıyla ilgili raporunda, Yunanistan’da ücretlerin düşmesi gerektiğini; Yunanistan asgari ücretinin Romanya ve Bulgaristan’ın 5 katı, Macaristanın ise 3 katı, Polonya ve Çekya’nın ise 2 katı olduğu belirtilip, aynı raporda rekabet edebilmesi için ücretlerin düşürülmesi gerektiği söyleniyordu, bu bakış açısının bir sonucu olarak ise Yunanistan’da sektörel ve ulusal toplu sözleşmeler iptal edildi.
Avrupa’nın Ekonomik Sürgünleri
Avrupa siyasi liderleri, Dünya’nın geri kalanıyla özellikle de Asya’lı ve ABD’li şirketler ile rekabet edebilmesi için, Avrupa’da sermayenin emeği daha fazla sömürmesi gerektiğine iman etmiş durumdalar.[2] Bu nedenle bir çok ülkede sendikaların toplu sözleşme kapsamları daraltıldı. Sadece Yunanistan değil, İrlanda, İspanya, İtalya, ve Portekiz’de de ulusal ve sektörel toplu sözleşmeler zayıflatıldı, toplu sözleşme işyeri düzeyine sıkıştırıldı. Bazı ülkelerde asgari ücret ve emekli aylıkları düşürülmeye çalışılırken, emeklilik yaşı yükseltildi, işten çıkarmalara karşı yasal güvenceler zayıflatıldı. 2012’de Yunanistan, İrlanda, Portekiz ve İspanya’da, kemer sıkma politikalarının sonucu kriz daha da ağırlaştı. Yunanistan’da GSMH yüzde 25 düştü, nüfusun satın alma gücü yüzde 30 ile yüzde 50 arası azaldı, işsizlik ve yoksulluk arttı. Portekiz ve İspanya’da gençler ekonomik göçmen oldular, Avrupa’nın dört bir yanına iş aramak için dağıldılar. Portekiz’de ekonomik sürgün olanların sayısı 50 yıl önce diktatörlük döneminde ülkeyi terk edenlerin sayısına ulaştı. 2012’de her ay 10 000 Portekizli ülkeyi terk etti.[3] Buna rağmen genç işsizliği Portekiz’de 2013 yılında yüzde 40’ları buldu, ardından kemer sıkma politikalarından vazgeçen yeni bir Hükümet’in işbaşı yapmasıyla bu oran 2017’de yüzde 23,94’e geriledi. İrlanda’da da ise, 2008’den sonra 150000 genç ülkeyi terk etti, krizden önce işi olan her 3 gençten biri artık işsiz. Su fiyatlarındaki artış, çok sayıda aileyi suya erişemez hale getirdi. İspanya’da genç işsizliği yüzde 50’ye ulaştı, krizden sonra 400000 ailenin evine el konuldu. 2011 ortası ile 2012 ortası arasında ailenin tüm fertlerinin işsiz olduğu aile sayısı 300 000den 1,7 milyona ulaştı. Yani ülkedeki tüm ailelerin yüzde 10’una denk geldi.
Belki Türkiye için önümüzdeki kriz, 2008 krizinin Avrupa’yı etkilediği kadar sert bir şekilde geçmeyecek ya da daha beter geçecek, bunu şimdilik öngöremiyoruz. Ama şimdiden belli olan bir şey var ki, o da Nisan 2018 tarihli IMF’nin Türkiye raporunda yapılan öneriler veya Hükümet’in Yeni Ekonomi Programı diye duyurduğu programda yer alan “sözde önlemler”, Avrupa’da uygulanan kemer sıkma politikalarına çok benziyor. Burada yer alan, asgari ücretin gerçekleşen değil de hedeflenen enflasyon oranında arttırılarak baskılanması, kamunun harcamalarının kısıtlanması (yukarıdaki örneklerde olduğu gibi başta sağlık ve sosyal güvenlik), işçinin kazanılmış haklarının elinden alınması (kıdem tazminatının fona devri gibi), memurların ücret artışlarının da hedeflenen enflasyona endekslenmesi vb öneriler, çoğunlukla yukarıda bahsettiğimiz örneklerde de hayata geçirildi. Bu kemer sıkma politikalarının ne kadar yıkıcı hatta yukarıda da bahsedildiği gibi ölümcül sonuçları olduğu gözümüzün önünde yakın zamandan canlı bir örnek iken, halen daha bunlara karşı bir alternatif program geliştirememiş olmamız, burnumuzun dibinde yaşananlardan pek de ders çıkaramadığımızın bir göstergesi olabilir.
[1] https://www.thelancet.com/journals/lanpub/article/PIIS2468-2667(18)30130-0/fulltext
[2] https://ec.europa.eu/info/sites/info/files/economy-finance/ecfin_presentation_4th_review_2nd_programme_brussels_en_0.pdf
[3] https://www.ft.com/content/5c57aff8-0f37-11e3-ae66-00144feabdc0