Saray rejiminin ülkeyi sürüklediği felaket günden güne daha fazla ete kemiğe bürünüyor. Alım güçleri tarumar edilen, temel yaşam gereksinimlerine erişimleri her gün daralan emekçi sınıflar ve hatta ilköğretim çağındaki çocukları döviz fiyatlarını anbean takip etmek zorunda kalıyor. Hesaplarında geçmişten kalmış ufak birikimleri olanlar, temel ihtiyaçlarından kısıp maaşlarından küçük dilimler arttırabilenler o küçük birikim ve dilimleri altın ve dolara çevirerek kendilerine en azından yakın gelecek için bir güvence sağlamaya çalışıyor. Temel ürünlerde durmaksızın devam eden zamlar, herkesin bu gidişatı daha da dikkatle izlemesine neden oluyor.

Ekonomi ile siyasetin birbirinden tamamen ayrı alanlar olduğu varsayımına dayanan kapitalist ideoloji bu bağlamda adeta kendiliğinden yerle yeksan oluyor. Siyaset, seçim sandıkları kurulduğunda gerçekleşen bir tür yarış olmaktan çıkıp, Lenin’in dediği gibi “birtakım insanların birtakım insanlara ne yaptığı”nı nitelemeye başlıyor. Bu da, son on yıldır, AKP’ye karşı gelişen toplumsal muhalefeti de aşabilecek bir politikleşme potansiyeliyle karşı karşıya olduğumuz anlamına geliyor.

Bu koşullarda düzen içi(n) muhalefet, yıllardır sürdürücüsü olduğu siyasetsizliği yeniden üretmekten başka bir şey yapmıyor. Toplumun çok büyük bir kesimi şu anda işlerin olağanüstü olduğunu anlamış, (şimdilik) düşük düzeyde bir panik havasının içerisine girmiş ve kendisini çeşitli geçim stratejileri ile koruma altına almaya çalışıyor iken rejim eliyle oluşan her olağanüstülüğü vakit kaybetmeden normalleştiren düzen muhalefeti basit ittifak görüşmeleriyle, Millet İttifakı’nın ortak cumhurbaşkanı adayının kim olacağına dair ayak oyunları peşinde yaşanmakta olanı, toplumun geniş kesimlerinin deneyimlediklerini sıradanlaştırıyor.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığını diğer ittifak partilerine ve topluma kabul ettirmenin plan programı, ülkenin güncel durumuna dair siyaset üretmenin fersah fersah üstünde tutuluyor. Diğer yandan ise, AKP sonrası için şimdiden inşaat şirketlerini kurup CHP’ye akın eden geleceğin ‘’iktidar destekli müteşebbisleri’’ olmaya hevesli zatlar, kendilerini sorunsuz, olaysız, şamatasız bir geçiş süreci için hazırlıyor. AKP’siz bir AKP düzeni arzulayanlar için yoksullaşan halkın çıkarları bir şey ifade etmiyor, onlar için siyaset yukarıda kurulmaya çalışılan ağlardan, parti ve belediye odalarında iş bağlamalardan ibaret.

AKP-MHP bloku tarafından dünyanın en düşük asgari ücretlerinden birisiyle çalıştırılmaya itilen işçi sınıfına düzen muhalefeti de bir kurtuluş sunmuyor. Mevcut güçler ilişkisine ve düzen içi muhalefetin AKP sonrası kurgusuna bakıldığında,  emekçileri AKP’siz bir Türkiye’de bambaşka bir yaşam beklemiyor. Bu da bağımsız bir sınıf odağı yaratma görevine sahip olan sosyalist sol için bu görevin daha da acil hale geldiğini, hatta bir zorunluluk olduğunu gösteriyor.

Sol kamuoyunda bir süredir devam eden birlik, ittifak ve cephe tartışmaları umut verici. Ancak bu tartışmaları kâğıt üzerinde bırakıp, kendi alanlarımıza geri çekilme gibi bir lüksümüz yok. Düzen siyasetinden ve güçlerinden bağımsız anti-kapitalist bir siyasal hattın inşası için kolları sıvamalı, yan yana yürümek için hiç olmadığı kadar cesur davranmalıyız.

İşçi sınıfını sermayenin saldırılarına karşı seçeneksiz bırakmamak, emekçilerin çeşitli kazanımlarla kendilerini savunma alanlarını genişletebileceği ve özgüvenlerini tesis edebileceği ve iktidar ve muhalefetin adeta bir mutabakat halinde itibarsızlaştırdıkları sokak siyasetini yeniden örgütlemek ve AKP sonrasına güçlü bir sınıf siyaseti bırakabilmek için birleşik bir siyasi hat inşa etmenin tam zamanı. Krize ve derinleşen yoksulluğa karşı geniş emekçi kesimler için acil ve yakıcı taleplerin öne çıkacağı bir eylem programı ile birleşik bir sokak kampanyasını örgütlemek anti-kapitalist siyasal hattın inşası yolunda bir başlangıç olabilir.  

Sosyalist Demokrasi için Yeniyol