Cinzia Arruzza –
 
Tartışmayı Yeniden Açıyoruz
 
Metinlerde, küçük kitapçıklarda, makalelerde ya da feminist belgelerde patrikarya ve patriyarkal ilişkilere dair referanslara sık rastlanır. Patriyarka terimi cinsiyet eşitsizliği ve baskının münferit veya istisnai olmadığını ifade etmek için kullanılır. Baskı ve eşitsizlik kişiler arası ilişkilerde ortaya çıkan olgular düzeyine indirgenemez, çünkü tam tersine onlar, tüm toplumu saran ve bireysel seviyede kalarak açıklanamayacak mekanizmaların temelinde yeniden üretilirler.
 
Kısacası, patriyarka terimi cinsiyet üzerine baskının belli bir tutarlılıkla ve sadece bireyler arası değil sosyal bir mahiyetle donatılmış bir olgu olduğunun altını çizmek için kullanılır. Bununla birlikte, eğer patriyarka ve patrikaryal sistemle ne kastedildiği üzerine daha açık olmak istersek işler biraz daha karmaşık bir hale gelir. Ve eğer patriyarka ve kapitalizm arasındaki bağı, aralarındaki ilişkinin ne olduğunu sorgulamaya başlarsak karmaşa içinde bir adım daha demektir bu.
 

Sorunun güzergahı
 
1970’lerden 1980’lerin ortalarına kadar olan kısa dönemde, patriyarka ve kapitalizm arasındaki yapısal ilişki, materyalist akımın militanları, teorisyenleri ve marksist feministler arasında gerçekleşen bir tartışmaya konu oldu (Marksist feminizmden, Fransız kökenli materyalist feminizme, sosyalist feminizm olarak adlandırılan, marksist feminizm ya da Afro-amerikan materialist feminizm, lezbiyen materyalist feminizm, vb birçok feminizm). Sorulan temel sorular aşağı yukarı iki eksen etrafında gidip geliyordu: 1: Patriyarka kapitalizmden bağımsız bir sistem midir? 2: Cinsiyet eşitsizliği ve baskıyı adlandırmak için patriyarka terimini kullanmak doğru mudur?
 
Sayesinde büyük ilgiyle metinlerin üretildiği bu tartışma, cinsiyetin yapı sökümü için oldukça başarılı konseptler üreterek (Özellikle 1990’lardaki Queer teori) liberal görüşü sorgulamayan, kadın-erkek ilişkilerini özselleştiren ve böylece toplumsal cinsiyeti tarihi bağlamından çıkaran, sınıf ve kapitalizm sorunundan sıyrılan feminist akımların ortaya çıktığı sırada, kapitalizm eleştirisinin gerilemesiyle gözden düştü.
 
Tabi bu gözden düşme tamamen kaybolma anlamına gelmiyor, devam eden on yıllarda, farklı feminist teorisyenler bazen gerici görülme ve varlığına tahammül edilen biraz rahatsız edici bir savaşın ayak izleri gibi algılanma riskiyle bu sorunlar üzerine çalışmaya devam ettiler. Şüphesiz ki devam etmekte haklılardı. Şu anda ekonomik ve sosyal bir kriz devam ederken, kapitalizm ve cinsiyet baskısı arasındaki yapısal ilişki üzerine kısmi ama anlamlı bir ilginin geri dönüşüne şahitlik ediyoruz.
 
Geçtiğimiz son yıllarda, emeğin feminizasyonu, liberal politikaların kadın emeği ile yaşam koşulları üzerindeki etkisi, cinsiyet, ırk, sınıfla kesişen baskı ya da cinsel kimliğin farklı kurulması ve kapitalist birikim rejimi arasındaki ilişki gibi belirli sorular ya da olgular üzerine ampirik veya tanımlayıcı analizlerden elbette yoksun kalmadık.
 
Bununla birlikte, bir olguyu veya kapitalizm ile cinsiyet baskısı arasındaki az çok kesin olarak görünen bağı içeren sosyal olgular bütününü tasvir etmek bir şeydir, yukarıdaki örneklerden kapitalizm ve cinsiyet baskısı arasındaki bu bağa teorik bir açıklama vermek ve nasıl çalıştığını görmek farklı bir şeydir. O zaman bu bağın temel bir düzenleyicisi var mıdır bunu sorgulamak gerekir.
 
Açık ve kısa olmak gerekirse, şu zamana kadar ortaya çıkan en ilginç hipotezleri incelemeyi deneyeceğim. İkinci “Cinsiyetin Yansıması” yazısında ise, bu farklı hipotezleri ayrı bir biçimde sorgulayıp analiz edeceğim. Entellektüel dürüstlük gereği ve yanlış anlaşılmalardan sakınmak için, farklı bakış açılarını yeniden inşa edişim, şimdiden belirteyim ki tarafsız değildir. Bu konuda benim durduğum nokta, üçüncü hipotezde incelenmiş olacak.
 

Üç hipotez
 
Birinci hipotez: İkili ve üçlü dünya sistemi teorisi. Bu hipotezin temel görüşünü şöyle değerlendirebiliriz: Toplumsal cinsiyet ilişkisi, sınıfsal ilişkileri yeniden düzenleyerek kapitalizme bağlı ve kapitalizmle iç içe geçmiş ama kendisi de karşılıklı etkileşim içinde değişen bağımsız bir sistem meydana getirir. Bu teorinin en güncel versiyonu aynı zamanda cinsiyet ve sınıf ilişkileriyle birbirine bağlanmış ve kendiliğinden sosyal ilişkiler sistemi olarak görülen ırk ilişkilerini de içerir.
 
Materyal feminizmin içinde bu görüşler, sömürünün yanı sıra baskı ilişkileri olarak da görülen cinsiyet ve ırk ilişkileri üzerinden diğer görüşler ile ayrılırlar. Genel olarak, bu hipotezlerin ekonomik temelde sınıf ilişkileri anlayışı vardır: Patriyarka ve ırk hakimiyeti sistemine ekonomik temelli sömürüyü aşan bir karakter veren etkileşim. Bu hipotezin bir değişkeni, cinsiyet ilişkilerini üretim biçimlerinden, eski ve kapitalizmden bağımsız sosyal yapılardan türeyen kültürel ve ideolojik ilişkiler sistemi olarak gören ve kapitalist ilişkilere cinsiyet boyutu vererek müdahalede bulunan hipotezdir.
 
İkinci hipotez: Etkisiz kapitalizm. Bu hipotez, baskı ve cinsiyet eşitsizliğini sosyal yapıların ve eski üretim biçimlerinin bir sonucu olarak gören hipotezdir. Bu üretim biçimleri ve sosyal yapılar emeğin cinsiyete dayalı sert bölüşümünü belirleyerek üretimi doğrudan organize eden patriyarkanın içindedir. Kapitalizmin kendisi cinsiyet ilişkileriyle alakasız olabilir, cinsiyet ilişkilerinden bağımsız cerayan edebilir, bu noktada gelişmiş kapitalist ülkelerde patriyarkayı yıkan ve aile ilişkilerini radikal biçimde yeniden yapılandıran kapitalizmin kendisi olabilir. Kabaca, kapitalizmin cinsiyet eşitsizliği ile temel olarak yapısal bir ilişkisi vardır: Yararlı olduğunda cinsiyet eşitsizliğini kullanır ve buna karşılık bir engel olarak ortaya çıktığında onu krize sokar.
 
Bu görüşün ise birçok değişkeni vardır. Kadınların çiçeği burnunda kapitalizm içinde diğer toplum tiplerine kıyasla güçlendiklerini, kapitalizmin kadınların özgürleşmesinin önünde yapısal bir engel olmadığını destekleyen argümanlara karşılık, tarihi analiz planını, mantıksal analiz planından layıkıyla ayırmak gerektiğini destekleyen analizlere geçiş yapılabilir. Mantıksal görüş açısından, kapitalizm cinsiyet eşitsizliğinden kolaylıkla çıkabilir, fakat eğer teorik deneyimlerden tarihi gerçekliğe geçersek bile, gerçekleşen de tam olarak bu değildir.
 
Üçüncü hipotez: Tek teori. Bu teoriye göre, kapitalist ülkelerde artık, kapitalizmden bağımsız bir patriyarkal sistem yoktur. Ama bağımsız bir sistem meydana getirmeden devam eden patriyarkal ilişkilerden bahsetmek de farklı bir sorundur. Bununla beraber, kapitalist ülkelerde patriyarkanın bir sistem olduğunu yadsımak, cinsiyet baskısının varlığını ve tamamen sosyal- kişiler arası ilişkilerden doğduğunu inkar etmek demek değildir. Baskıların sadece bir yönünü bile kapitalizmin doğrudan, mekanik bir sonucuna ve hatta sıkı bir şekilde ekonomik olarak açıklamaya indirgemek hiç değildir.
 
Kısacası, bu hipotezde cinsiyet baskılarının merkeziliğini indirgeyici, ekonomikleştirici veya hafife alan bir durum söz konusu değildir. Daha çok baskının tanımlarını ve baskıyı kullanan konseptleri geliştirmek ve doğasında karmaşık olanı basite indirgememek söz konusudur. Daha özel anlamda, tek teoriyi geliştirmeyi deneyen teorisyenler, kendi kendine üretimin mekanizmalarını ve kurallarını yöneten bir sistem olduğu fikrini kabul etmediler. Aynı zamanda, kapitalizmin saf ekonomik mekanizmalardan ve kurallar bütününden değil ama daha çok sömürü, hakimiyet ve yabancılaşma ilişkilerini merkezinde barındıran karmaşık ve eklemli sosyal bir düzen olarak kabul edilmesi gerektiğinde ısrarcı oldular.
 
Bu bakış açısında, eğilim kapitalist birikim dinamiğinin nasıl ürettiğini, yeniden ürettiğini, dönüştürdüğünü, yenilediğini, baskı ve hiyerarşi ilişkilerini nasıl elinde tuttuğunu; bu mekanizmaları katı bir biçimde ekonomik ve otomatik bir şekle dönüştürmeden anlamak yönündedir.
 
(Bu yazı Yeniyol’un Mayıs-Haziran 2014 tarihli 9. sayısında yayınlanmıştır)