Harry Whyte, Edinburgh, İskoçya’da doğdu. Sonraları kendi işini kuran işçi sınıfından bir badana ustasının oğluydu. Lise eğitimi. Mesleği gazetecilik. 1932’ye kadar burjuva gazetelerinde çalıştı. Boş zamanlarında SSCB Dostları Derneği’nin dergisi Russia Today için çalıştı (1931’den 1932’ye kadar). 1927’de Bağımsız İşçi Partisine, 1931’de Büyük Britanya Komünist Partisine katıldı. Parti hücrelerinin ve İngiliz basınının merkezi olan Fleet Street’deki bölge örgütünün örgütlenmesine yardımcı oldu. 1932’de Moskovskie Novosti (Moskova Haberleri) gazetesinde işe alındı. 1933’de bu gazetenin yayın ekibinin başı olarak atandı. En iyi yıldırım emekçi (udarniki) olarak öne çıktı. İngiltere Komünist Partisi’nden BKP(b)’ye terfisi parti temizliği tamamlanana kadar ertelendi.
Bu mektup 1917’de Ekim Devrimi’yle suç kapsamından çıkarılan eşcinselliğin 1933-34 yıllarında yeniden suç kapsamına alınması üzerine J.V. Stalin’e yazılmıştır. Mektubun orijinali 1993 yılında Rusya Federasyonu Başkanlık Arşivinden çıkarıldı ve aynı yıl Istochnik adlı dergide yayımlandı. Cevaplanmayan mektubun ilk sayfasında şu talimat bulunmaktadır: “Arşiv. Bir geri zekalı ve dejenere. J. Stalin.”
Bu mektup, yıllar boyunca süren “eşcinselliği izah etme” baskısına boyun eğmekle birlikte, zulme karşı başkaldıran erken dönem politik bir metin olma özelliğini de koruyor. Whyte, sorgulanması akıllardan bile geçmeyen bir baskı mekanizmasına karşı, yanına bilimi, hukuku, siyaseti ve yoldaşlığı da alarak itiraz ediyor.
Harry Whyte’ın Stalin’e mektubu, ilk bakışta bir ibret belgesi gibi görülebilir. Mektubu bugün, LGBT’lerin onlarca yıla uzanan mücadelelerinin ışığında okuduğumuzda, bir yandan sabırla kaza kaza kaydedilen mesafeyi görüyoruz, diğer yandan “ihanete uğrayan devrim”in dünyanın tüm ezilenleri nezdinde yarattığı hayal kırıklığını yazarın çaresizliğinde hissediyoruz. Ancak bu metin yalnızca bir tarihi vesika olarak değerlendirilemez; sosyalist LGBT’lerin neden öz örgütlenmelere ihtiyaç duyduğu sorusunu bir kez daha tüm yakıcılığıyla ortaya koyduğu için güncelliğini halen korumakta.
Orijinalinden kısaltılarak çevrilen bu mektubun İngilizcesine http://canopycanopycanopy.com/15/moscow adresinden ulaşılabilir. Mektubun tam İngilizce metni Yevgeniy Fiks’in yakında yayımlanacak olan Moscow adlı kitabında yer almaktadır. Mektup Thomas Campbell tarafından İngilizceye çevrilmiştir.
Çeviri: Umud Dalgıç
Yoldaş Stalin’e.
Müracaatımın içeriği şöyledir. Bu mektubun yazarı, ki kendisi Büyük Britanya Komünist Partisi üyesidir, SSCB Merkez Yürütme Komitesi’nin 7 Mart tarihli, eşcinsel pratiklere cezai sorumluluk getiren kararına ilişkin kuramsal bir temellendirme talep etmektedir (1). Kendisi soruna Marksist bir bakış açısından yaklaştığından bu mektubun yazarı, kararın hem hayatın gerçekleriyle, hem de Marksizm-Leninizm’in ilkeleriyle çeliştiğine inanmaktadır. (…) Henüz BKP(b)’ye (2) atanmamış bir yabancı Komünist olsam da, dünya proletaryasının lideri olan sizden, SSCB’deki ve diğer ülkelerdeki büyük sayıda Komünisti ilgilendiren bir problem hakkında açıklama talep etmemin çok da tuhaf kaçmayacağına inanıyorum. Problem şu: Bir eşcinsel, Komünist Parti üyeliğine değer birisi olarak görülebilir mi?
SSCB Merkez Yürütme Komitesi tarafından bu yıl 7 Mart tarihinde onaylanan ve geçenlerde yürürlüğe giren eşcinselliğe cezai sorumluluk getiren kanun görünüşe göre eşcinsellerin Sovyet vatandaşı statüsüne değer görülmediği anlamına geliyor. Dolayısıyla, BKP(b) üyesi olmaya daha da az değer görülseler gerekir. Bir eşcinsel olarak bu problemle ilgili şahsi menfaatim söz konusu olduğundan DBSİ’den (3) ve Halk Adalet Komiserliği’nden birçok yoldaşa, psikiyatristlere ve çalıştığım gazetenin baş editörü olan Borodin Yoldaşa bu problemle ilgili danıştım (4). Bu insanlardan elde edebildiğim, bahsi geçen yasanın temelleri hakkında kuramsal bir netliğin olmadığını gösteren bir dizi çelişkili kanaatten ibaretti. Kendisinden bu problem hakkında yardım istediğim ilk psikiyatrist (Halk Adalet Komiserliğinin de onayını alarak), beni, dürüst vatandaşlar ve iyi Komünistler oldukları sürece hastalarının özel hayatlarını kendi istedikleri şekilde düzenleyebileceklerine iki kez temin etti. Eşcinsellik hakkında kişisel olarak olumsuz görüşleri olduğunu belirten Borodin Yoldaş da kendisinin beni oldukça iyi bir komünist olarak gördüğünü, güvenilir bir kişi olduğumu ve kişisel hayatımı dilediğimce yaşayabileceğimi belirtti. Bundan bir süre önce eşcinsel tutuklamaları henüz başladığında Borodin Yoldaş beni potansiyel bir suçlu olarak görmekte oldukça isteksizdi; beni kötü bir komünist olarak görmüyordu ve bunun kanıtı da beni yayın kurulu üyelerinden sonra en yüksek yönetici pozisyonu olan yayın personelinin başı olarak atamasıydı. Bir süre sonra, yasanın 17 Aralık biçimi yürürlükteyken ama 7 Mart kararnamesi henüz yokken eşcinsel ilişki içerisinde bulunduğum bir kişinin tutuklanması hakkında DBSİ ile irtibata geçtim. Bana, benimle ilgili suç teşkil edebilecek bir şeyin olmadığı söylendi.
Bütün bu ifadeler bende Sovyet adalet organlarının tüm eşcinselleri değil de sadece toplumsal olarak tehlikeli belirli eşcinselleri yargıladığı izlenimini uyandırdı. Durum gerçekten buysa genel bir kanuna ihtiyaç var mı?
Diğer yandan, 7 Mart kanununun yürürlüğe girmesinden sonra DBSİ’de yaptığım bir sohbette bana kanunun gün ışığına çıkartılan her eşcinsellik vakasına katı bir şekilde uygulanacağı söylendi. Bu konuda mevcut olmayan netlikle ilgili bana cevap vermek için zaman ayırabileceğinizi umarak size soruyorum.
Bu problemi benim anladığım şekliyle anlatmama izin verin.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki işçi sınıfı kökenli ya da işçi sınıfından eşcinsellerin durumunu kapitalist rejim altındaki kadınların ve emperyalizm tarafından ezilen farklı deri rengine sahip ırkların durumuna benzer görüyorum. Aynı şekilde bu durum birçok açıdan Hitler’in diktatörlüğü altındaki Yahudilerin durumuna benzemekte ve genel olarak kapitalist tahakkümün sömürü ve zulmüne maruz kalan herhangi bir sosyal tabakanın şartlarıyla arasında benzerlikler olduğunu görmek zor değil.
Eşcinsellere edilen zulmün doğasını analiz ederken iki tip eşcinsel olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız: Birincisi, doğumdan beri oldukları gibi olanlar (Ayrıca, bunun kesin nedenleri konusunda bilim adamları arasında uzlaşmazlık olsa da bir takım derin nedenlerin olduğu konusunda bir uzlaşmazlık yok); ikincisi, normal cinsel yaşamları olan ama sonradan, bazen ahlaksızlıktan bazen de ekonomik kaygılarla, eşcinsel olan eşcinseller.
İkinci tip için sorunun çözümü görece basit. Ahlaki çöküntü nedeniyle eşcinsel olan insanlar genellikle, bazı üyelerinin kendilerini kadınlarla kurulan cinsel ilişkilerde mümkün olabilecek her türlü zevk ve sapkınlıkla tatmin ettikten sonra bu yaşam tarzını seçtiği, burjuvaziye mensupturlar. Bu yaşam tarzını ekonomik kaygılar nedeniyle seçenler arasında küçük burjuvazi, lümpen proletarya ve (ne kadar tuhaf görünse de) proletarya üyelerini görüyoruz. Bu insanlar kriz dönemlerinde özellikle artan maddi gereksinimler sonucu (koşulların zorluğu onları evlenmekten ya da hayat kadınlarının hizmetlerini satın almaktan alıkoyduğu ölçüde) geçici olarak cinsel arzularını bu yolla tatmin etme metoduna dönmek zorunda kalıyorlar. Ayrıca cinsel arzularını tatmin etmek için değil de fuhuş yoluyla hayatlarını kazanmak için eşcinsel olanlar da bulunmaktadır (bu olgu günümüz Almanya’sında özellikle yaygın bir hale gelmiştir).
Fakat fiziksel özelliklerinden dolayı eşcinsel olanların varlığını da bilim ortaya koymuştur. Araştırmalar göstermiştir ki bu tip eşcinseller toplumun her sınıfında hemen hemen eşit oranda mevcuttur. Benzer bir şekilde, eşcinsellerin toplam nüfusun aşağı yukarı yüzde ikisini oluşturduğunu, küçük sapmalarla, genel kabul görmüş bir gerçek olarak değerlendirebiliriz. Bu oranı kabul edecek olursak SSCB’de iki milyon civarında eşcinsel olmalıdır. Bu insanların arasında sosyalizmin inşasına yardım edenlerin şüphesiz mevcut olduğu gerçeğine değinmiyorum bile. Bu kadar büyük sayıda insanın 7 Mart tarihli kanunun talep ettiği gibi tutuklamayla karşı karşıya kalması gerçekten mümkün müdür?
Tıpkı burjuva sınıfından kadınların kapitalist rejimin adaletsizliklerine kayda değer miktarda az maruz kaldığı gibi (bu konuda Lenin’in söylediklerini tabi ki hatırlıyorsunuzdur), hakim sınıfa mensup doğuştan eşcinseller de işçi sınıfından eşcinsellerin maruz kaldığı eziyetten çok daha az miktarda eziyet görmektedirler. SSCB sınırları içinde dahi eşcinsellerin günlük hayatını karmaşık hale sokan ve onları zor durumda bırakan koşullar olduğunun belirtilmesi gerekir. (Mesela eşcinsellerin toplumun gerçek eğilimlerini şu ya da bu derecede saklamaya zorlanan bir azınlığı oldukları ölçüde cinsel ilişkiye girmek için partner bulmakta yaşadıkları zorluk.)
Burjuva toplumunun eşcinsellere karşı tavrı nedir? Bu konu hakkında değişik ülkelerdeki yasal düzenlemeler arasındaki farklılıkları hesaba kattığımızda, bu sorun hakkında belirli bir burjuva tavır olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet söyleyebiliriz. Bu yasalardan bağımsız olarak kapitalizm sınıf temelli eğilimleri dolayısıyla eşcinselliğe karşıdır. Bu eğilim tarih boyunca gözlemlenebilir ancak şu anda, yani kapitalizmin genel kriz dönemi sırasında, kendini çok daha güçlü bir şekilde göstermektedir.
Gelişmek için devasa bir yedek emek ordusuna ve savaşta ölüme gönderecek kitlelere ihtiyaç duyan kapitalizm eşcinselliği doğum oranlarını düşürme tehdidi içeren bir faktör olarak görmektedir (hepimizin bildiği gibi kapitalist ülkelerde kürtaj ve diğer doğum kontrol metotlarını cezalandıran yasalar mevcuttur).
Tabi ki burjuvazinin eşcinsellik konusuna bakış açısı tipik bir iki yüzlülükten ibaret. Katı kanunlar burjuva eşcinseller için pek az sıkıntıya yol açmaktadır. Kapitalist sınıfın iç tarihine aşina olan herkes bu konuyla ilgili dönem dönem patlayan skandalları; dahası bu olaylara karışan hakim sınıf üyelerinin ne kadar az zarar gördüğünü bilir. Bununla ilgili pek bilinmeyen bir olayı örnek gösterebilirim. Yıllar önce Lord ve Leydi Astor’un oğullarından biri eşcinsellikten suçlu bulunmuştu. Morning Advertiser gazetesi dışında İngiliz ve Amerikan basını bu gerçeği hasır altı etmişti. Bu gazete bira üreticilerinin gazetesiydi ve içki yasağı için bastıran Lord ve Leydi Astor’a zarar vermek çıkarlarınaydı. Dolayısıyla Astor’un suçlandığı gerçeği hakim sınıfın içindeki çatışmalar sayesinde su yüzüne çıktı.
Burjuvazi serveti sayesinde eşcinsel işçilerin üstüne bütün şiddetiyle çöken (ki bunun tek istisnası eşcinsel işçilerin kendilerini hakim sınıf üyelerine pazarladıkları vakalardır) yasal cezaları atlatabilir.
Savaşta harcayacak askere ve yedek emek ordusuna ihtiyaç duyan kapitalizmin eşcinselliğe savaş açmaya giriştiğini hali hazırda belirttim. Ancak aynı zamanda kapitalizm, işçilerin kötüleşen yaşam koşulları dolayısıyla, bu yaşam biçimini maddi gereksinimler yüzünden seçen eşcinsellerin sayısının artmasının nesnel koşullarını üretmektedir. (…)
Bu çelişkinin bir yansıması, Fransız eşcinsel yazar, faşizm karşıtı hareketin lideri ve SSCB’nin adanmış bir dostu olan Andre Gide örneğidir. Kitaplarında bu konuyu açıkça yazdığından dolayı Fransız kamuoyu Gide’in eşcinselliğini bilmektedir. Ve buna rağmen kitlelerin gözünde Fransız Komünist Partisinin sıkı bir yol arkadaşı olarak sahip olduğu saygınlık sarsılmamıştır. Gide’in devrimci harekete katılmış olduğu gerçeği ne bu hareketin büyümesini ne de kitlelerin Komünist Parti önderliğine verdiği desteği engellemiştir. Bence bu kitlelerin eşcinselliğe karşı hoşgörüsüz olmadığını göstermektedir.
Faşizm “Irkın saflığı”nı ve aile değerlerini överken eşcinselliğe karşı Hitler öncesi hükümetten bile daha sert bir tutum takınmıştır. Fakat faşizm işçi sınıfı ailesini yok ettiği ve kitlelerin fakirleşmesini arttırdığından dolayı özünde yukarda tanımladığım ikinci tip eşcinselliğin gelişimini teşvik etmektedir. Yani gereklilikten doğan eşcinselliği.
Bu çelişkinin tek çözümü mevcut düzenin devrimci dönüşümü ve işsizliğin olmamasının, kitlelerin artan refahının, bir ekonomik birim olarak ailenin tasfiyesinin kimsenin gereksinimden kaynaklanan oğlancılığa zorlanmadığı şartları yaratmasıdır. Doğuştan eşcinsel olanlar ile ilgi olarak da, nüfusun kayda değer bir yüzdesini oluşturmadıklarından sosyalist devletin doğum oranlarını tehdit etme olanakları yoktur. (…)
Kapitalist ülkelerde var olan anormal derecede sert evlilik yasalarına rağmen kapitalist ülkelerde normal cinsel hayatta yaşanan sapkınlıklar evlilik yasalarının dünyanın geri kalanına nazaran daha özgür ve akılcı olduğu SSCB’den önemli ölçüde fazladır. Doğrudur, Devrimin ilk yıllarında bazı insanların Sovyet evlilik yasalarının sağladığı özgürlükleri istismar etmeye çalıştığını biliyoruz. Ancak, bu suiistimaller baskıcı yöntemlerle değil yaygın siyasi eğitim ve kültürel çalışmalarla ve ekonominin sosyalizme evrilmesiyle ortadan kalktı. Sanırım (ikinci tip) eşcinsellik için de benzer bir politika en faydalısı olacaktır.
Ben ezelden beri bağımsız bir slogan olarak kapitalist sömürüden işçi sınıfı eşcinsellerinin kurtuluşunu savunmanın yanlış olduğuna inandım. Bence bu kurtuluş özel mülkiyet sömürüsünden tüm insanlığın kurtuluşu için verilen genel mücadeleden ayrılamaz.
Bu mevzuyu bir probleme dönüştürmeye, bu soruyu kuramsal bir şekilde sormaya ve partiden bu soru hakkında kesin bir kanaat beklemeye niyetim yoktu. Ancak şu anda gerçeklik bu soruyu bana dayatıyor ve bu konu hakkında genel bir netlik sağlamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. (…)
Eşcinsellerin tutuklanmalarını, tutuklama koşullarının siyasi bir tabiatı olduğu ölçüde, tamamen doğal bir olgu olarak kabul ettim. Daha önce de belirttiğim gibi bu, benim konuyu yukarıda anlattığım analizimle tamamen aynı doğrultuda ve aynı şekilde Sovyet halkının resmi olarak ifade edilmiş bakış açısıyla çelişmemekte. (…) Sovyet halkının bu konuya bakış açısı 7 Mart kanununun kabul edilişine kadar yürürlükte olan kanunda yeterli netlikte ifade edilmişti. Eğer kanun bu sorun hakkında hiçbir şey söylemiyor olsaydı daha önceden bazı şüpheler söz konusu olabilirdi. Ancak aslında kanun bu sorun hakkında bir kanaat formüle ediyordu: küçük yaştakileri baştan çıkarmayı ve sapkınlığa teşvik etmeyi yasaklayarak toplumun çıkarlarını savunuyordu. Ancak bu, yetişkinler arası eşcinsel ilişkilerin yasak olmadığı sonucunu ima ediyordu.
Kanun tabi ki diyalektiktir: şartlar değiştikçe kanun da değişir. Ancak şu açıktır ki ilk kanun kabul edildiğinde eşcinsellik konusu bir bütün olarak değerlendirilmiştir (bu en azından kanundan çıkarılacak sonuca dayanarak düşünebileceğimiz bir şey). Bu kanun, Sovyet hükümetinin eşcinselliği cezalandırma fikrini toptan reddettiğini saptamaktadır. Bu prensip temel bir ilkedir ve hepimiz biliyoruz ki temel prensipler yeni şartlarla uyumlu hale getirmek üzere değiştirilmezler. Temel prensipleri böylesi amaçlar için değiştirmek oportünist olmak anlamına gelir, diyalektikçi olmak değil. (…)
Eşcinselliğin “tedavisinin” olup olmadığı sorusuna cevap aramak için iki psikiyatristi ziyaret ettim; belki bunu bir sürpriz olarak karşılayacaksınız. Bunun kendi adıma bir oportünizm olduğunu kabul ediyorum (ama belki bu seferlik affedilebilir), ancak bunu yapmaya bu lanetli ikileme iyi kötü bir çözüm bulma arzusuyla yöneldim. Sovyet hükümetinin kararıyla çatışmak istediğim en son şeydi. Kendimi Sovyet yasalarıyla karşı karşıya bulmamak için her şeyi yapmaya hazırdım. Bu adımı, günümüz araştırmacılarının eşcinselliğin gerçek doğasını ve eşcinselleri heteroseksüele (yani sadece karşı cinsten insanlarla cinsel ilişkiye giren insanlara) dönüştürmenin imkanlarını saptayıp saptamadıklarını bilmeden attım. Tabi ki böyle bir imkan saptanmış olsaydı her şey çok daha basit olurdu.
Ancak doğrusunu söylemek gerekirse bu imkan saptanmış olsaydı bile eşcinselleri heteroseksüellere dönüştürmenin ne kadar arzulanır bir şey olduğu konusunda emin olamazdım. Tabi ki bunu arzulanır kılan bazı siyasi nedenler olabilir. Fakat sanırım bu çeşit bir tektipleştirme metoduna gereksinimin olağandışı güçlü nedenleri olması gerekir. Şüphesiz, insanların çoğunluğunun cinsel anlamda normal olması arzulanır bir şey. Ama korkarım bu hiçbir zaman söz konusu olmayacak. Ve sanırım korkularım tarihin gerçekleri tarafından onaylanıyor. Bence insanların çoğunluğunun normal bir cinsel hayat arzuladığını ve arzulamaya devam edeceğini kesinlikle söylemek mümkün. Fakat bütün insanların cinsel eğilimleri bakımından tamamıyla aynı hale gelmesinin mümkün olduğu konusunda ciddi şüphelerim var. Size eşcinsellerin nüfusun sadece yüzde ikisini oluşturduğunu hatırlatırım. Ayrıca bu yüzde ikinin içinde Sokrates, Leonardo da Vinci, Michelangelo, Shakespeare ve Çaykovski gibi son derece yetenekli insanların olduğunu da hatırlamalısınız. Bunlar eşcinsel olduğunu bildiklerimiz. Fakat eşcinseller arasında gerçek eğilimlerini saklamış kaç tane daha böylesine yetenekli insan var? Amacım eşcinsellerin bir süper-insan cinsine mensup olduğu, “eşcinsellik” ve “deha”nın eşanlamlı olduğu ve eşcinsellerin bir gün heteroseksüelleri fethetmek için birleşerek çektikleri eziyetler için toplumdan intikam alacakları gibi saçma bir teoriyi savunmak değil. Bu tarz “teoriler” Engels tarafından Marks’a yazdığı 22 Haziran 1869 tarihli mektubunda
kayda değer bir aşağılamayla zaten haklı olarak kınanmıştır. Engels bu mektubunda kendi özel örgütlerini kurmuş olan bir grup Alman burjuva eşcinseli tarafından öne sürülen “teori”den bahseder. Engels bütün bu olayı “domuzluk” (schweinerei) olarak niteler.
Engels’i hiddetlendiren şeyin örgütün üyelerinin belirli cinsel yönelimleri değil, kesin olarak örgütün siyasi “teori”si olduğu 8 Şubat 1890’da (Friedrich) Sorge’a yazdığı mektupta görülebilir. Engels şöyle yazar: “İşte bir kaşık suda bir başka fırtına kopmak üzere. Yerel gazetelerin birinde yerel aristokrasinin kepaze eşcinselliğiyle ilişkili olarak Lord Gaston’u açıkça suçlayan Star’ın yardımcı yayın yönetmeni Peake tarafından kışkırtılan velveleyi Labour Elector da okuyacaksın. Makale utanç verci fakat sadece kişisel bir seviyede; konunun siyasi olduğunu söylemek çok zor.” (…)
“Konunun siyasi olduğunu söylemek çok zor.” Engels’in eşcinsellikle suçlanan ve aristokratik alemde skandala neden olan bir düşman sınıf üyesinin başına gelen olayı “gayrı siyasi”, “bir kaşık suda fırtına” olarak nitelediği gerçeği bizim için büyük ve hayati öneme sahip. Eğer eşcinsellik burjuva yozlaşmasının karakteristik bir özelliği olarak görülürse, bireysel yansımalarına saldırmak doğrudur, özellikle de eşcinsel skandalların aristokratik alemde yaygın olduğu bir dönemde. Fakat alıntıdan çıkaracağımız sonuç, Engels’in eşcinselliği özellikle burjuva bir yozlaşma biçimi olarak görmediği. O eşcinselliğe sadece belli burjuva unsurların işbirliğinin siyasi biçimi haline geldiği zaman (örneğin Almanya’daki vakalarda) saldırdı. Ancak (yukarda alıntıladığımız örnekte olduğu gibi) konunun siyasi bir boyutu olmadığı zaman Engels saldırıda bulunmak gereği görmedi.
Belli tür yeteneklerin (özellikle sanat alanındaki yeteneklerin) şaşırtıcı sıklıkta eşcinsellikle beraber var olduğunu düşünüyorum. Bu akılda tutulmalı, ve, şu anda elimizde eşcinsellik hakkında yeteri kadar bilimsel bir açıklama bulunmadığından, cinsel tektipleştirmenin Sovyet kültürünün özellikle bu dalında yaratacağı tehlikeler dikkatle değerlendirilmeli.
Burada Stalin Yoldaşın On yedinci Parti Kongresine sunduğu rapordan bir pasaj alıntılayacağım:
“Her Leninist’in bildiği gibi, tabi gerçek bir Leninist ise, tüm insanların aynı ihtiyaç ve zevklere sahip olması ve günlük yaşamını tek bir modele göre yaşaması dayatılamayacağından dolayı, ihtiyaçlar ve özel günlük yaşam alanında yapılacak tektipleştirme, ilkel bir sofular mezhebine yaraşacak gerici bir saçmalıktır, Marksist anlamda düzenlenen bir sosyalist devlete değil.” (…)
“Bundan sosyalizmin eşitlikçilik, eşitleme ve toplum üyelerinin ihtiyaçlarının tektipleştirilmesini, zevk ve kişisel hayatlarının tektipleştirilmesini, Marksizme göre herkesin aynı kıyafeti giymesini ve aynı porsiyonlarda aynı miktar yemek yemesini gerektirdiğini çıkarmak bayağı konuşmaktır ve Marksizme hakaret etmeye denktir.” (…)
Bana göre Stalin Yoldaşın raporundan aldığım bu bölüm analiz etmeye çalıştığım konuyla doğrudan alakalı. Fakat asıl önemli olan, bugün bu tektipleştirme denense dahi, tıbbi ve kanuni yollardan başarılması imkansızdır. Sonunda iki psikiyatrist de ısrarlı sorularım sonucu iyileştirilemeyecek eşcinsellik vakalarının var olduğunu itiraf ettiklerinde sorun hakkındaki şahsi bakış açımı netleştirdim. Kökü kurutulamaz bir eşcinselliğin varlığı kabul edilmelidir (aksini kanıtlayacak durumlara henüz rastlamış değilim) ve dolayısıyla, kanaatime göre, bu azınlığın kapitalist, ve hatta sosyalist, toplumdaki varlığının kaçınılmaz olduğu kabul edilmelidir. Bu durumda, bu insanların ayırt edici kişisel özelliklerinden (ki bunların ortaya çıkışında hiçbir şekilde sorumluluk taşımamakta ve isteseler dahi bunları değiştirme yetileri bulunmamaktadır) dolayı suçlu ilan edilmeleri için hiçbir haklı neden bulunamaz.
Dolayısıyla sonunda, kendi anladığım biçimiyle Marksizm ve Leninist ilkelerle uyum içinde akıl yürütmeye çalışarak, yasayla düşüncelerim doğrultusunda vardığım sonuçlar arasında bir çelişki olduğu sonucuna vardım. Ve bu soru hakkında beni yetkin bir açıklama arzu etmeye zorlayan şey bu çelişkidir.
Komünistçe selamlar,
Harry Whyte
(1) Sovyetler Birliği’nde erkek eşcinselliği 1933-34 yıllarında yeniden suç haline geldi. Sovyet ceza kanununun 121. maddesinin ihlali beş yıl hapis cezası öngörüyordu. Kanun 1993’e kadar yürürlükte kaldı.
(2) Birleşik Komünist Parti (Bolşevik). 1952’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi adını aldı.
(3) Devlet Birleşik Siyasi İdaresi, 1923-34 arası Sovyetler Birliği’nin gizli siyasi polisi.
(4) Mikhail Borodin bir Komintern ajanı olan Mikhail Gruzenberg’in takma adıdır. Moscow Daily News gazetesinin 1932-1949 yılları arasında genel yayın yönetmeniydi. Borodin 1949’da “kozmopolitanlar”a karşı başlatılan seferberlik çerçevesinde tutuklandı. Bazı kaynaklara göre 1951’de Sibirya’da bir çalışma kampında öldü. Diğerlerine göre 1949’da Moskova’daki Lefortovo Hapishanesinde vurularak öldürüldü.