Masis Kürkçügil – 1917 Ekim Devrimi’ni oluşturan toplumsal koşulları, bir düzeni nasıl değiştirdiğini, bugünün güncelliğinde neler ifade ettiğini Masis Kürkçügil ile konuştuk. Devrim bir model değil, deneyim olarak görülmesi gerektiğinin altını çizen Kürkçügil, “İnsanlığın kurtuluşu için, özgürleşmesi için mücadele eden insanlar, şu anda insan misali ortada dolaşan fosillerden bin kat daha canlıdır” diyor.

 

>>>>Ekim Devrimi’ni, sosyalizm adına gerçekleştirilen diğer devrimlerden ayıran neydi?

Bütün büyük devrimler gibi, Ekim İhtilali de geniş kitlelerin katılımıyla gerçekleşmiş bir devrimdir. Dolayısıyla bu geniş kitlelerin eski rejimden kopuş süreçlerinin bir ürünüdür. Unutmamak gerekir ki, Çarlık Rusya’sı 1917 yılında bütün toplumsal dayanaklarını kaybetmişti. Hatta kendi yerine geçebilecek, düzen içi herhangi bir başka seçeneğe de yer bırakmayacak bir biçimde meşruiyet kaybına uğramıştı. Şubattan Ekim’e, geniş kitlelerin siyasallaşma sürecine baktığımız zaman bunu çok açık bir şekilde görürüz. Bolşevik Partisi aslında birçoklarının sandığının aksine, herhangibir şeyi devirmemiştir. Yani yerini aldığı bir burjuva aygıtı söz konusu değildir, çünkü böyle bir aygıt ortada kalmamıştı, paramparça olmuştu. Bu savaşın bir yandan getirdiği bir süreçti. Ama savaşın yanı sıra tabii ki çarlığın artık geniş kitlelerin taleplerini şu ya da bu şekilde kaybettiğini gösteriyordu. Devrimin oluşmasını formüle eden sorulara baktığımız zaman, 3.5 milyon insanın savaş karşısında barışı talep etmesi önemli bir şeydi. Bunun yanı sıra insanlar 100 gram ekmeğe muhtaç duruma gelmişti. Ekmek, bu açıdan önemli bir şeydi. Köylüler için toprak meselesi kendi geçimlerini devam ettirebilmek için vazgeçilmez bir unsurdu. Bunların yanı sıra işçiler için, ezilen ulus için demokratik haklar da ‘özgürlük’ olarak formüle edilmişti. Bütün bunlar, bu formülasyonun ortaya çıkması önceki rejimin çürümüşlüğünü gösteriyordu. Dolayısıyla Eisenstein’in ‘Ekim İhtilali’ filmindeki tasvir ettiği gibi örneğin Kızıl Muhafızlar Kışlık Saray’a saldırmadığı gibi -o film icabı bir şeydir- iki rejim karşı karşıya, yani Kışlık Saray’ı Beyazlar koruyor, Kızıllar saldırıyor gibi bir durum da söz konusu olmamıştır. Beyazlar zaten toplumsal dayanaklarını ve meşruiyetlerini yitirmiş durumdaydı. Dolayısıyla kitleler kendi taleplerini formüle eden Bolşevikler dışında başka bir seçenek görmemişti. Şubattan Ekim’e kadar olan bütün siyasi gelişmeler de diğer zahiri, sanal seçeneklerin tek tek kendini bertaraf ettiğini gösterir. Bolşevik Partisi’ni öne çıkaran temel husus, bütün bu süre zarfında duruşunu değiştirmemesi, savaşa kararlılıkla karşı çıkması, köylülerin zaten başlatmış olduğu toprak işgallerini meşru görmesi ve bütün ezilenlerin, emekçilerin taleplerine sadık kalmasıdır. “Bütün iktidar Sovyetlere” sloganı da başlangıçta Bolşeviklerin attığı bir slogan değil, Bolşeviklerin hiç beklemediği bir anda kitlelerin attığı bir slogandır. Dolayısıyla kitleler ile öncü parti arasındaki ilişkiye bu devrim meselesiyle yeniden ve yakından bakmakta yarar vardır.

>>>>Peki, bugünün güncelliğinde Ekim Devrimi bize ne ifade eder?

Ekim Devrimi’nin yeşerttiği umutlar açısından güncelliğini sürdürdüğünü söylemek gerekir. Ama arada bu işe meraklı olan herkesin Moshe Lewin’in ‘Sovyet Yüzyılı’ kitabını okumasında yarar vardır. Bu yüzyıllık deneyimin başlangıcını, beklentilerini, umutlarını ve uğradığı ihaneti özetlemesi açısından bu kitap bir ders kitabı olarak göz önüne alınmalıdır.

Yalnızca devrimin kendisinin gerçekleşmesiyle sınırlı olmayan; geniş kitlelerin, emekçilerin, ezilenlerin, yani o toplumun çok büyük bir bölümünün beklentilerini karşılayacak bir toplumsal ve siyasal yapının oluşması gerekiyordu. Burada 1918’de Rosa Luxemburg’un eleştirisi ile başlayan bir dizi sorun ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz ve bu süreç zarfında Bolşevik Partisi’nin de kendi içinde bir mücadele yaşadığını, devrimci bir partinin çeşitli nedenlerle nasıl idareci bir partiye dönüştüğünü gördük. Bu da tersinden önemli dersler çıkardı. Ama bütününe baktığımız takdirde; parti sloganıyla, kitlelerin katılımıyla, ürettiği yeni organlarla -yani Sovyetler ile- kendisinden önce veya sosyalist hareketin, işçi hareketinin yaşadığı en büyük deneyim olan Paris Komünü’nün çok daha ötesine geçti.

Bu devrim bir model değildir muhakkak ki. Ama deneyim olarak görülmelidir ve bu konuda yaşadığımız en önemli deneyimdir. Devrimin deneyde ‘yenilgiye uğramasından’ umutsuzluğa kapılmamak gerekir, nihai başarı bir dizi yenilginin ürünü olacaktır. Rosa Luxemburg’un dediği gibi… Bunu da göz önünden uzak tutmamak gerekir. 1917 Ekim’ini yaratan geniş kitlelerden ve hatta diyelim ki partiden bir anda insanlığın bütün sorunlarını çözmesini beklemek de aşırı dindar bir yaklaşım olurdu. Onlar bu yönde yapabileceklerini yaptılar, sonrası tabii ki bugün yaşayan insanlara ait.

>>>> “Bunu model değil, deneyim olarak algılamak gerekir” dediniz. Sizce bazı kesimler için sadece model miydi?

Marksizm’de hiçbir şeyin modeli yoktur. Model yaptığınız takdirde bu, kopya kağıdı veya modeli koyacaksanız, onun etrafından makasla, terzilerin yaptığı gibi aynısını tıpatıp çıkaracaksınız demektir. Şartlar hiçbir şekilde aynı şartlar değildir. İnsan malzemesi, o ülkedeki sınıf mücadelesi geleneği, kültürü, dünya halleri vs. bütün bunlar değişiklik geçirmiştir. Dolayısıyla bu yeni durumlara uygun yeni mücadele biçimleri bulmak gerekir. Ama geçmişin hatalarını yinelememek için de sürekli olarak bu geçmiş deneyimleri zihnimizde canlandırmak, yeniden tartışmak durumundayız. Ama Ekim İhtilali’ni işleyen ciddiye alınabilir kitapların satışlarına baktığımız zaman, maalesef bu konuda pek bir mesafe katedilemediği anlaşılabilir. Ortada tatminkâr rakamların gözüktüğü söylenemez. Ekim İhtilali’nden bahsediyoruz, çok söz ediliyor ama çok az okunuyor ve çok az tartışılıyor.

>>>>Bu açıdan bakıldığında, devrimleri geliştirmeye kılavuzluk edecek dersler unutuldu mu?

Yaşatanlar da var, unutanlar da var. Unutma dediğimiz hafıza ile olan ilişki bir ihtiyaç meselesidir. Eğer gerçekten geleceğe ilişkin, dünyayı değiştirme konusundaki umutlarımız henüz tükenmemişse, o belleği sürekli canlı tutmaya çalışırsınız. Mesela, beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama Chavez, Ekim İhtilali’ne, devrim tartışmasına sürekli göndermede bulunuyor. Onun için bu bir ihtiyaç. Hareketin yükseliş döneminde, zihni hazırlık döneminde bütün bunlar bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyordu. Ama eğer böyle bir şey ile ilginiz yoksa, zaten devrim anını ileriye atmış durumdaysanız, devrimi bazılarının sandığı gibi yıkıcı bir şekilde tasavvur ettiğiniz takdirde farklı görürsünüz.

Biraz önce söylediğim gibi Bolşevik İhtilali hiçbirşeyi yıkmamıştır, bu Moshe Lewin gibi büyük bir tarihçinin açıkça söylediği birşeydir. Çünkü zaten o rejim tükenmişti, meşruiyetini yitirmişti; Bolşevikler ise aksine tarumar olan toplumu yeniden inşa etti.

Böylesine bir zaviyeden meseleye baktığımız takdirde, tarihle ilişkimiz her zaman için canlı olmalıdır. Çünkü tarih geçmişe ilişkin bir şey değil bugün ve gelecek ile bağlantılı olan bir şeydir. Geçmişten ve geçmişle kurduğumuz ilişki üzerinden bugün yapmak istediklerimize bağlıdır, yani kısaca nasıl bir gelecek inşa etmek istediğinize bağlı herşey. Eğer gelecekten herhangi bir beklentiniz yoksa, bugün fazla birşey yapmanıza gerek yok. O zaman tarihle de öyle bir ilişki kurmazsınız.

Yani geçmişe mazi gibi bir durum söz konusu değildir. Tarih tamamiyle gelecekle ve bugün yaptığımız işlerle bağlantılı bir şeydir. Zaten bunu biraz daha geniş zaman içinde düşünmek gerekir. İnsanlığın kurtuluşu için, özgürleşmesi için mücadele eden insanlar, şu anda insan misali ortada dolaşan fosillerden bin kat daha canlıdır zaten.

Ekim Devrimi’nden bahsettiğiniz zaman, bütün bir süreci görmek gerektiğini düşünüyorum; oluşumu ile, gerçekleşmesi ile ve tabii ki daha sonra başına gelen ihanet ile birlikte… Buradan çıkaracak bir ders vardır. Bir an meselesi değildir bu, bu konuda öne çıkmış olan önderlerin, Lenin’in sebatkâr mücadelesine dikkat edip, sanıldığı gibi sloganla ya da hasbelkader bir devrimin gerçekleştirilmediği görülmeli. Sürekli inşa edilen bir politik merkez ve politik seçeneğin sürekli inşası söz konusudur. Zaman izafi bir şeydir, kimi zaman hızlanır tarih, kimi zaman da ağır aksak gider. Ama herhalde dünyanın en zevkli şeylerinden biridir Ekim İhtilali’ni tanımak, öğrenmek ve tabii ki denemek…

(birgun.net’den alınmıştır.)