Masis Kürkçügil
“Az gelişmiş ülkelerin bağımsızlık meseleleri, kapitalist alemde sınıf meselelerinin çözümü hareketi ile karşılıklı bağlantı dinamiği içinde çözülebilir gözüküyor” (s. 15) gibi ibareler bulunsa da kitapçık bir manifest değil iki arada bir derede, tam bir taslak mahiyetindedir. Bu taslakta bile açıkça (kitabın finalinde) “… kavga batıcı-laikler ile doğucu-İslamcılar arasında olmaktan çıkacaktır” (‘gerçek yüzü ile sınıfsal yüzü ile’ der); “Bu güne değin doğucu-İslamcı akımı kullanan ayan artıkları ve eşraf uluslararası seviyede yerini aldıkça, yine giderek, bu akımın tabanı ile karşıt oldukları açıkça su yüzüne çıkacaktır” denmektedir.
İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması’na giden yolların taşları görüldüğü gibi birtakım siyasal zaruretlerle örülü. Altı ay içinde gazete makalelerini, kitapçığa onu da kitaba zorunlu kılan seyrin fazlasıyla hızlandırılmış olduğunu belirtmek gerek. Bu, Düzenin Yabancılaşması’nın aceleye getirildiği anlamına gelmez. O günkü tartışmaların ve siyasal faaliyetlerin zorunlu kıldığı bir sürattir bu. Kitap kısa sürede, o gün için çok önemli bir rakam olan beş bini aşkın satışa ulaşmasına rağmen kitabın ikinci baskısı yapılmamıştır. Yeniden yazılması sürekli ertelenen kitap hakkında henüz daha yayınlanırken yazarın kendisinin de söyleyecekleri vardı. Söyleneceklerin bir kısmı ANT dergisindeki yazılarda ve bir kısmı da (Milli Mücadele’nin anti-emperyalist olmadığı gibi) Milliyet gazetesindeki açık oturumlarda söylenecektir. Buradaki yazılar kitaptan daha anlaşılır, açık ve önemlidir. Şubat 1970’te Demirel’in düşürüldüğüne dair öngörüler de dahil olmak üzere günlük politikanın o gün için sosyalist solda alışık olunmayan durum analizleri, farklı sınıf ve tabakaların 12 Mart arifesindeki tutumları neredeyse canlı olarak bu yazılarda okunabilir. 12 Mart sonrasında elverişsiz koşullarda bile, kendi pozisyonunu deklare etme ihtiyacı hisseder. Üç tür reformculuk talebini sıraladıktan sonra, “bir sosyalist olarak bu gelişmeyi kabul edip tarihi yerine koymakla birlikte, ona karşı tarihi daha ileri götürecek olan güçler açısından reformdan çok sosyal sistemin değişimini bağlayacak devrimi savunmak isterim” der. (21 Mart 1971, Milliyet)
Ne yazık ki bugünlerde sağın solun anlamını yitirdiğine, tarihsel olarak da bu karşıtlığın anlamsızlığına gönderme yaparak durum vaziyeti meşrulaştırma sevdasında olanlar Küçükömer’in çalışmasına göndermede bulunmaktalar. Oysa kitap sanıldığı gibi Batıcı-Laik/Doğucu İslamcı Halk Cephesi’ni toplumun anahtarı olarak sunmak için yazılmış değil. Hatta ikisinin arasındaki geçişler de (Kazım Karabekir’in Milli Mücadele ve Terakkiperver dönemini örnek gösterir) belirtildiği için bu ayrım yönetenler katından çok aşağıdakilerin saflaşması açısından önemli görülmüştür.
Siyasal partilerin şekilsizleşmesine, programatik olarak belirsizleşmesine ve toplu olarak pespayeleşmesine teorik bir açıklamadan öte süsleme yapmanın mecburiyetini hissedenler, şu veya bu kişinin siyasal geçmişini bir tarihi anlamlandıracak kişilermişçesine geçişlerini açıklamaya çalışmaktalar. Üstelik Türkiye’de sanayileşmenin ayakları üzerinde durmaya çalıştığı bir dönemden kırk yıl sonra, onun çok meraklı olduğu dünya kapitalizminin halleri nice evrelerden geçmişken, aynı tabloya siyasal partileri itiştirip kakıştırıp sığıştırmaya çalışmanın siyasal analizle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Kitabın ve onunla birlikte ele alınması gereken aynı tarihlerde ANT dergisinde çıkan makalelerinin önemli bir kısmı işçi hareketindeki gelişmelere, (geçtiğimiz günlerde daha önceki satışların vatan hainliği olarak gösterilmesine rağmen bir yabancı bankaya satılan) OYAK ile başlayan ordunun kurumsal olarak kapitalist ilişkilere doğrudan dahil olması gibi meselelere aitti.
Düzenin Yabancılaşması bir sosyolojik eser olmayıp o tarihteki asker-sivil aydın zümre (bürokrasi), kapitalistleşmenin düzeyi, demokrasi gibi bir dizi stratejik meseleye acilen bir toplu yanıt verme ihtiyacının ürünüdür. Yazarı aynı tarih aralığında yapılan TİP olağanüstü kongresinde, ANT dergisinin seslendirdiği bir çağrının da sözcüsü konumundadır. TİP kavgasında MDD dahil tarafların dahil olmasıyla yeni ve sosyalist bir programın yazılmasını önermektedir.
Sınıf analizi
İdris Küçükömer’in Alman İdeolojisi ve Louis Bonaparte’ın 18 Broumaire’i gibi Marx’ın “sınıf” meselesine her açıdan en fazla yer verdiği kitaplarından bürokratik-politik yapıya ilişkin alıntılarla süslediği bir yazısında tam da şu anda kendisine yakıştırılan bir toplumsal analizi “sınıf açısından” eleştirdiğini görürüz. Eleştirilen yazı Bülent Ecevit’e aittir. “Marx Türkiye’de doğsaydı sınıf ayrımını proleter ve burjuva diye değil, halk ve aydın diye yapardı” diyor Ulus’taki yazısında Ecevit. Böylesi bir doğumun insanlık açısından felaket olacağını bir kenara koyup (o zaman Marx’ı oluşturacak şartlar bulunmadığından, 1848 devriminden kaçıp gelen bazı “Batılı”lar gibi paşa olabilirdi!) İdris Küçükömer’den biraz uzunca bir alıntı yapmak gerekiyor:
“Gerçekten de, Ecevit’in dediği gibi, Marx Türkiye’de doğsaydı bürokrat (asker-sivil) [Marx “kılıç, bıyık ve üniforma da derdi”-MK] yöneticilerin halkla ters düşme halinin tarihi süreç içinde oluşmasını açıklamak isteyebilirdi.
a. Fakat bunu yaparken, kapitalist üretim ilişkileri içinde söz konusu olan proleter ve burjuva ayrımı yapmazdı denemez. Çünkü bugün uluslararası nitelikteki üretim ilişkileri içinde, yani uluslararası kapitalizm içinde Türkiye’nin yerini tayin etmek isterdi. Ve bu arada Türkiye’de burjuvazi gibi bir sınıf varsa, onun yerini özellikle uluslararası ilişkilere göre belirtmeye özel bir itina gösterebilirdi. Ve Türkiye proletaryasını da öylece yerine koyabilirdi.”
“… bürokratlar karşısında yer alan kitleleri, sınıfsal, ya da toplumsal yapılarına bakmaksızın herhalde sadece ‘halk’ diye ele almazdı.” (3 Haziran 1969, ANT)
İdris Küçükömer’in sağ-sol tablosunu dillerine pelesenk edenler onun daha bir yıl geçmeden (15 Şubat 1970) Milliyet’teki bir açık oturumda “Devlet-halk çelişkisi ise bugün artık önemini kaybetmektedir” demesini atlarlar. Küçükömer, AP’den ayrılan DP ve MSP geleneğini sınıfsal temelde irdeler. 12 Mart sonrasında kurulan CHP-MSP koalisyon hükümetine yönelik sözleri de tablonun esas olarak geleceğe değil geçmişe yönelik olarak daha anlamlı olduğunu ortaya koyacaktır. Çünkü donuk bir sınıflandırmadan ziyade dinamik, siyasal tutum alışlara göre durumu yeniden değerlendirmektedir:
“…ilk defa, sosyal ilişkileri toplumcu olan bir çoğunluk Türkiye’de seçimleri kazanmış oluyor.” “Bugünkü AP, DP, CGP’nin aksine (MSP) toplumcudur.” (28.10.1973, Milliyet)
Aynı yerde söylediği şu sözler ise onun alameti farikası haline getirilen tablodan çok daha açıklayıcıdır: “DP iktidara geldiğinde, zamanın CHP’sine göre daha ileri bir hareketin temsilcisiydi.”
Küçükömer için iki kesim arasındaki farklılık yönetici kesimde değil, birinin “temsil” ettiği, diğerinin “dayandığı” toplum kesimlerindedir.
Düzenin Yabancılaşması çağdaş kapitalist ilişkileri içinde Türkiye’deki sınıf ilişkilerin anlaşılmasına yönelik bir çabayı da içermektedir. Daha sonra ifade edilecek olan “Kurtuluş Savaşı anti-emperyalist değildir; Yunanlılara karşı bir savaştır. Türkiye’nin tarihi zaten bir gün yeniden yazılacaktır,” sözlerini atlayarak tablonun kıskacına girenler, sistemden kopuş yönünde İdris Küçükömer düşüncesinin sunduğu imkânları atlayarak medyatik gerçekliğin muhabbetine sığınmaktadırlar.
Sonraki yazılarının ayrıca ele alınması gerekir. Biz burada özellikle Düzenin Yabancılaşması döneminde öne sürülenlerin pek masum, önüne gelenin kullanabileceği “tezler” olmadıkları gibi herhangi bir akademik kaygı da taşımadıklarını belirtmeye çalıştık. Aşağıdan bir sosyalist mücadelenin yürütülmesinin gerekleri üzerine tarihsel ve bir o kadar da güncel tartışmalar açmaya çalışmış Küçükömer’in sözlerini açık seçik bir tartışmanın ürünü de olmayan birtakım düzen partileri arasındaki geçişleri açıklamak için kullanmak, aslında onun emeğini suiistimal etmek demektir.
Belki de bir şair onun düşüncesini en iyi özetlemiştir: “…Cumhuriyet’te tarihin ve düşüncenin temelini altüst etmiştir.” (Ece Ayhan) Yeni bir temel kurmak için ise başka türden mücadeleler, tartışmalar ve düşünceler gerekiyor(du).
Bu yazı, Yeniyol dergisinin Yaz 2007 sayısında yayımlanan aynı adlı makalenin kısaltılmış bir versiyonudur. Aynı makale daha sonra Masis Kürkçügil’in Tarih ve Siyaset Sarkacında adlı kitabında da yer almıştır (s. 328-336).