Deniz Aytaç –

 

Biz kadınlar tarihe, onu devrimciler yazmış olsa bile, hep kurşun kalemle yazıldık. Tarihi yazan erkeklerin hafıza kaybı (!) bugüne kadar onun hep erkeklerin tarihi olmasını sağladı. İşte, tarih de erkeklerin mutlak gücünün ve iktidarının kanıtı olarak ortada duruyordu. Kadınlar rahat, sıcak yuvalarında oturup, erkeğin ne zorluklarla kazandığı ekmeği yerken, erkek hep cephedeydi, barikatta, grevdeydi. Bizi kendimizden başkalaştıran, bağırışımızın yankı bulmadığı, dünyanın kadınlara ait olmadığının ispatına girişen erkek merkezli bir tarih anlayışı, kadınların kolektif bilincinin gelişmesi önünde sürekli bir engel olarak durur. Biz kadınlara düşen görev, tarihe yeniden bir bakışla, onu sürekli sorgulayarak tarih kavrayışını değiştirmektir. İşte “Kadınlar ve İşçi Hareketi” derlemesinin amacı da, 1914 öncesi Almanya, 1917 Rus Devrimi ve 1936 İspanya Devrimi gibi İşçi Hareketinin önemli üç dönemi hakkında yazılmış belgelerde dahi yalnızca gölgelerini görebildiğimiz kadınların tarihini aydınlatmaya çalışmak. Sözü edilen bu üç dönem, işçi sınıfı hareketinin dönüm noktaları olduğu gibi, işçi kadınların mücadeleye en yoğun olarak katıldıkları dönemlerdir. Ancak yine de bu üç dönemi incelediğimizde dahi ortada duran gerçek, kadınların devrimci yükseliş dönemlerinde bile, bir yandan kapitalist sisteme karşı mücadelelerini yürütürken, bir yandan da cinsiyetçi sistemi içselleştirmiş ve kadınlara devrim sürecinde ancak “yardımcı” bir rol biçen erkek yoldaşlarına karşı mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bu da çoğu zaman ön saflarda olmalarına rağmen, erkeklerle eşit olarak algılanmayan kadınları sol politik yapıların yönelimlerini sorgulamaya itmiş ve belki de —Rus Devrimi’nde 1923’ten sonra olduğu gibi— muhalif bir kimlik kazanmalarını sağlamıştır. Çünkü tarih boyunca, erkek işçiler kadın işçileri hep rakip olarak algılamış, devrimci yükseliş dönemlerinde kadınların baskısıyla kadınlar lehine alınan önlemler, güç ilişkileri burjuvazinin lehine dönmeye başladığında taviz verilen ilk konular olmuştur.
 
Büyük bir çoğunluğu niteliksiz işgücü olarak çalışan kadınlardan, sendikalarda örgütlenenlerin ve muhalif harekete katılanların sayısı çok azdır. “Yuva”larından çıkabilseler ve çocuklarından zaman ayırabilseler bile buralarda kendilerini yönetmeleri çok zordur. İşçi sınıfının devrimci örgütleri de kadınların aktif politika içinde var olmasının, onların özgül ezilmişliklerinin ve bu özgül ezilmişliğin bütün bir sömürü mekanizmasında aldığı yerin pek farkında değildir. Bunun farkında olan Troçki, Kollontay gibi önderlerin tavrı da bireysel tavırlar olarak kaldı ya da Rusya örneğinde yaşandığı gibi, günlük yaşamın dönüştürülmesi gerektiğini vurgulayan kadın örgütleri ve bireyler, bürokratikleşmiş olan Komünist Parti içinde etkin olabilecek konumda değildiler.
 
İşçi sınıfının devrimci örgütleri, çocuk doğurmanın ve “analık” rolünün kadınların yaşadığı, özgül ezilme ve sömürülme ilişkisinde nasıl bir rol oynadığının ancak 1960’ların başında, gelişmiş kapitalist ülkelerde geç kapitalizm dönemlerinin karakteristik çelişkilerinin artması gibi nedenlerle kadınlık konumunu sorgulamaya başlayan Kadın Özgürlüğü Hareketi sayesinde farkına varmaya başladı. Tarihsel ve ideolojik nedenlerle bağımsız kadın hareketinin işçi sınıfını böleceğini düşünen işçi sınıfının geleneksel tavrı değişmeye başladı. Ancak Türkiye’deki Stalinist sol yapılanmalar için bu önermenin pek doğru olmadığı bir gerçek. Türkiye’de 1980’lerden sonra var olmaya başlayan feminist hareket, az sayıda örnek dışında işçi sınıfı üzerindeki etkisini hissedilir biçimde göstermeye başlamış değil. Bunda feminist hareketin gücünün etkisi olduğu kadar, Türkiye işçi sınıfının tutucu karakteri de önemli bir etken.
 
İşçi hareketinin erkekler tarafından yazılmış tarihini incelediğimizde, kadın diye bir cinsin neredeyse yaşamamış olduğunun, en fazla, patlama anlarında bir nokta olarak ortaya çıktığının ve sonra hemen kaybolduğunun farkına varmak, bizi, kadınların sürdürdükleri mücadeleyi açığa çıkarmanın tarihsel bir görev olarak önümüzde durduğunun da farkına varmaya götürüyor. İşçi sınıfı hareketinin tarihi de, bugüne kadar hep erkeklerin tarihi olagelmiştir ve bu hataların tekrarlanmasını önlemek için kadınları bulundukları karanlıkta kalan sayfalardan çıkarmak gerekiyor.
 
“Kadınlar ve İşçi Hareketi” de tam da bu noktadan yola çıkarak, işçi sınıfı hareketinin üç dönemini, üç ayrı yazıda “kadın” vurgusuyla inceliyor:

 
Kadınlar ve Alman Sosyal Demokrasisi
 
Almanya’da başlangıçta sosyalist hareket, kadın hareketinin mücadele ekseni, kadınların iş yaşamına katılmasını böylece ekonomik bağımsızlık kazanmasını sağlamaya çalışmak oldu. Kadınların cinsel yaşamının ve ailenin sorgulanmıyor olması, özel alanın sosyalistler tarafından bir kez daha meşrulaştırılmasını sağladı ve günlük hayata yapılacak müdahelelerin dikkate alınmaması, “özel mülkiyet ortadan kalkınca kadın kurtulacak” yanılgısı, sosyalizmin sihirli bir değnek olarak algılanmasının zeminini hazırladı. Ve bu süreç içinde, “önce işçiler kurtulsun, kadınlara sonra sıra gelecek” teorisiyle kadınları işçi sınıfının dışında tutan bir sosyalizm projesi, kadınlar açısından hiç de inandırıcı değildi.
 
1900-1914 yılları arasında Sosyalist Kadın Hareketi büyük bir gelişme izledi ve taleplerinin niteliği değişmeye başladı. Çok geniş kapsamlı olmasa da, artık ev işi ve çocuk eğitimi konusunda da talepler geliştiriliyordu.
 
İşçi kadınlarla pek fazla ilgilenmemiş olan burjuva feminizmine karşı alınan somut talepler için ittifaka yanaşmama gibi “sekter” tavırlar, SPD içindeki militan kadınların yeterince etkin olamayışını sağlayan etmenlerden biridir. Yine de bütün bu dönemi değerlendirirken unutulmaması gerekir ki, Almanya’daki kadınlar, Kadın Hareketlerinin bugün “olmazsa olmaz” diye algıladığımız tüm öğelerini icat etmek, el yordamıyla bulmak zorunda kaldılar.

 
Bolşevikler ve kadınların ezilmesi
 
Rus Devrimi kadınların görece eşit olmasını bir süre için —20’li yıllardan 30’lu yıllara doğru yaşanan dönem içinde— sağlamışsa da, bugün Rusya’da kadınların konumunu incelemek, onların da devrimden sonra tekrar eve kapanmalarının, aile kurumunun ve cinsiyetçi işbölümünün devamını izlemek, bize devrimin yozlaşması hakkında genel bir fikir verecektir. Kadınların özgürleşmesini ve gündelik yaşamın dönüştürülmesini tali bir sorun olarak görmek, yalnızca devrimin başarısızlığa uğramasının sonucu değil, aynı zamanda nedenidir de… Bu noktada devrimin geri kalmış bir ülke olan Rusya’da olması, bunu diğer ülkelerdeki devrimlerin izlemeyişi, sosyalist blokun yaşadığı tecrit gibi dönemin genel özellikleri göz önüne alınsa bile Stalinist bürokrasiyi ve onun kadınların ezilmesine yaklaşımını yalnızca bu verilerden yola çıkarak değerlendirmek saflık olur. Kadınların kurtuluşunu ve gündelik hayatın dönüştürülmesini sağlayabilecek olanakların KP tarafından sonuna kadar, kullanıldığını düşünmek safça bir körlüktür. Ekonomik kaynakların sınırlı olduğu gerçeği yanında, bu kaynakların nerelerde kullanılacağını belirleyen seçimleri yapan siyasi karar mekanizmalarının kadın sorununu ikinci plana attıkları —önemsemedikleri— gerçeği durmaktadır.
 
19. yy sonunda toplumsal ilişkiler içinde demokrat kadınlar kendiliğinden bir müdahale biçimi olarak bağımsız örgütlenmeyi seçtiler. Kadınlar ancak bilginin duygusuyla böyle bir seçim yapmış olduklarından, bağımsız örgütlenmenin teorisini yapmadan Ekim Devrimi gerçekleşti. Kadın sorununu ikincil olarak algılayan yoldaşların anti feminizmine karşı mücadelede kadınlar gerek kuramsal boşluklar gerekse parti içindeki sayısal azlıkları nedeniyle yetersiz kaldılar. 1918 yılında parti, kadınların “ayrı” örgütlenmesi gereğini kabul etse de bu ayrılık ancak “parti içinde” mümkündü, bunun dışındaki tüm kadın örgütlenmeleri “burjuva” örgütlenmelerdi. Özel alana ilişkin her müdahale —ki böyle bir alan hâlâ vardı— “burjuvaca” bir müdahaleydi. Burjuvazi bizi yemeye her an hazır bir canavar gibi kapımızda karnını ovuyordu.
 
Devrimle birlikte başlayan “demokratikleşme” sürecinin tersine işlemesinin en çok zarar verdiği toplumsal grup kadınlardı. Böylelikle yerel bağımsız kadın örgütlenmeleri olan genotdellerin militanları giderek muhalif bir kimlik kazanmaya başladılar.
 
Burada aşağıdan yukarıya yapılanma için mahalli düzeyde teşkilatlanma önerisini reddederek, partinin otoritesini ve anti demokratik uygulamalarını onaylayan genotdeller içindeki kadınların kadın hareketine indirdikleri ağır darbeyi anmadan geçemeyiz. Rusya’da da devrim kadınlarla beraber tanımlamadı kendini, tamamlamadı.

 
İspanya (1936-38) kadınlar ve iç savaş
 
Kadınların, 36-38 yılları arasındaki İspanya tarihini yapan kadınların izleri, aynı tarihi yazanlar tarafından ustaca saklanıyor.
 
Kadınların özgül taleplerinden doğan kadın hareketi, İşçi sınıfı örgütlerinin politik hattını sorgulayan muhalif bir kimliğe sahipti. Bu yüzden işçi hareketince onaylanmayan kadın örgütleri, ancak kadınlar toplumsal bir güç olmaya başladıklarında ya da çıkarları gereği zaman zaman boyun eğmek zorunda kaldıkları örgütler oldular. Veya KP’nin yaptığı gibi Stalinistlerin güdümünde bir Antifaşist Kadınlar Örgütü kurarak, onu güdükleştiren hedeflere kanalize etmeye çalıştılar.
 
Antifaşist kadınların konumlarını sorgulamaları, içinde bulundukları burjuva demokratik kurumları reddetmeleri, KP’nin milislerin ve sınıfın özörgütlenmesinin ki kadınların kendilerini ifade edebildikleri ve kolektif bilinç edinebildikleri yerlerdi bunlar, kaldırılması konusunda aldığı karara karşı gelmeleri; yerel örgütlerin yaygınlaşmasını istemeleri ve antikapitalist mücadelede yer almaları gerekliliği anlamına gelecekti ve böyle bir sorgulama yapmaktan bilinçli olarak kaçınıldı.
 
Anarşistlerin de Kadın Kurtuluş Hareketini önemsememeleri anarşist kökenli kadınların Özgür Kadınlar Hareketini kuruş gerekçesiydi. Sosyalist bir devrim olmadan kadınların kurtulamayacağını, ancak bunun da tek başına yeterli olmayacağını, kadınların devrimden sonra da feminist bir mücadele yürütmesinin gerekliliğini savunan Özgür Kadınlar’ın benimsedikleri yöntem, kadınların özörgütlenmelerini yaratmak ve çifte bir mücadele yürütmekti.
 
Özgür Kadınlar gibi diğer birçok kadın hareketi de, işçi hareketinin kadınları önemsememesi, onları işçi hareketinin dışında tanımlaması, kadınların kurtuluşunun olmazsa olmaz koşulu olan devrim perspektifini yitirmiş olması gibi birçok engelle karşılaşınca hızla güç kaybettiler. Kadınların özgül ezilmişliğinin ve bağımsız kadın hareketinin önemini kavrayamamak, kadınların bulundukları konumda daha uzun bir süre kalacaklarının ifadesiydi. Yine de İspanya’daki, Almanya’daki Sovyetler Birliği’ndeki kadınların mücadelesinden bize kalan bir şeyler var: Kadınların işçi sınıfı örgütlerinden bağımsız özörgütlenmelerinin tarihsel bir zorunluluk olarak önümüzde durduğu gerçeği…

 

(Bu yazı Yeniyol’un Mart-Nisan 1994 tarihli sayısında yayınlanmıştır)