Uraz Aydın –
“Artık fizik de günah işledi”
Robert Oppenheimer
Nükleer bombanın tasarlandığı Los Alamos laboratuvarının yöneticisi
6 Ağustos Hiroşima’nın üzerine bombaların salınmasının 60. yıldönümü. Biz de bu vesileyle, Hiroşima’nın uygarlık tarihimizde tuttuğu yer üzerinde biraz düşünmek istedik. Bu katliam, hiç kuşkusuz teknolojinin tahrip edici gücünün ulaştığı boyutları kavramak açısından son derece önemli bir örnek oluşturmaktadır. Fakat bunun da ötesinde Yahudi (ve Çingene) soykırımının simgesi haline gelmiş olan Auschwitz ile birlikte Hiroşima, 20. yüzyıl katliamlarında teknolojik ilerlemenin yanısıra, bürokratik örgütlenme ve fabrika tarzı işbölümü gibi modern uygarlığın diğer kazanımlarının da ne kadar vazgeçilmez unsurlar olduğunu göstermektedir. Tüm bu modern gelişmeler, daha önceleri tahayyül edilemeyecek kitle imhalarına sebep olmuştur.
Her şeyden önce, Birinci Dünya Savaşı ile açılışı yapılan bu modern katliamlarla birlikte katil ile kurbanın yüz yüze gelmesine gerek kalmamıştır. Bu şekilde yıkıcı bir şiddet uygulamak çok daha kolay hale gelir. Artık nefret dolu, öldürmeye hazır, eli silahlı canilere ihtiyaç yoktur, sadece işin belli bir kısmını yapan, ve öğretildiği gibi sonucu da pek merak etmeyen (dolayısıyla da sorumluluk taşımadığını düşünen) bir miktar memur yeter. Tutukluları trene bindirmek, treni kullanmak, eşyalarını toplamak ve sınıflandırmak, bir gaz vanasını açmak…Yahut mesleğinizi icraa ederek uçağınıza binmek, istenilen coğrafi hedefin üstüne vardığınızda bir düğmeye basmak…
Bir katliamı, geniş bir işbölümüyle bir sınai üretim mekanizmasına dönüştürdüğünüz taktirde, katliam da katliam olmaktan çıkar, bir üretime, “ölüm üretimine” dönüşür. Hammaddesi ise hiç şüphesiz insandır. İnsanları topluca yok etmenin, bir sinek tableti takmak, yahut sprey sıkmak kadar basit bir mekanik “işlem”e dönüştüğü bir çağ bizimkisi. Ernest Mandel’e göre Yahudi soykırımını “uygulayanlar”ın zihniyeti çoğunlukla sadist katillerin veya fanatik ırkçıların ki değildi (gözü dönmüş naziler ancak küçük bir azınlıktı). Auschwitz’in suç ortaklarının büyük kısmının psikolojisi kimi zaman korkaklıktan, kimi kez hesapçı davranarak, çoğunlukla da hareketlerinin sonuçları üzerine düşünmemeyi tercih ederek alışkanlıktan görevlerini yerin getiren sıradan insanların psikolojisidir. Modern toplum sıradan insanlara soykırım işletebilme gücüne sahip!
Hayatının önemli bir kısmını Auschwitz ve de özellikle Hiroşima’nın yarattığı uygarlık kırılması üzerine düşünmeye ve bu konuda felsefi çalışmalar vermeye adayan, daha sonraları nükleer karşıtı hareketin önemli sözcülerinden biri haline gelen Frankfurt Okulu çevresinden Yahudi-Alman düşünür Günther Anders’e göre 19. yüzyılda kör bir iyimserlikle güvenilen “İlerleme”, Prometeus’u zincirlerinden kurtarmak şöyle dursun, onu çok daha tutsak hale getirmiş, ve her türlü kurtulma imkanını bertaraf etmiştir. Bunun utancını yaşamalıdır insanlık. Anders bu düşünceyi “Prometeus’çu utanç” kavramıyla özetler. Anders, Jules Vernes gibi varolmayan bir dünyayı hayal eden “klasik ütopyacılar”dan farklı olarak 20. yüzyıl insanını, teknolojik gelişmelerle birlikte artık yaratma imkanına sahip olduğu bir dünyayı hayal bile edememeyen “tersine çevrilmiş ütopyacılar” olarak tanımlar.
Günther Anders uzun bir süre boyunca Hiroşima katliamında görevli olan pilot Claude Eatherly ile yazışır. Eatherly tıpkı sözünü ettiğimiz memurlar gibi yaptıklarının sonuçlarının ne boyutlara ulaşabileceğinden tümüyle bihaberdi. Ve gerçekleştirilmesine aracı olduğu katliamdan sonra kimsenin onu sorumlu tutmaması onu dehşete düşürmüş, ve üstesinden gelinemez bir suçluluk duygusu hakim olmuştu kendisine. Bunun üzerine Eatherly ciddi psikolojik sorunlar yaşamış ve intihara kalkışmış fakat başaramamış. Anders’e göre Claude Eatherly, Kudüs’te yargılanan ve hiçbir pişmanlık duymadığını, sadece görevini yerine getirdiğini açıklayan –ve Anders’in eski eşi Hannah Arendt’in de bir çalışmasında ele aldığı– SS Albayı Eichmann’ın “canlı antitezini” oluşturuyordu. Şöyle diyordu Anders: “Eğer Eichmann’ın karşısında senin gibi insanlar olmasaydı, tümüyle umutsuzluğa kapılmakta haklı olurduk”.
Eatherly’nin durumunu öğrendikten sonra bir grup genç Japon, ona “Girls from Hiroshima” imzalı bir mektup yazarlar: “Size karşı dostça duygular beslemeyi öğrendik ve bizce siz de tıpkı bizim gibi savaşın bir kurbanısınız”. Gerçekten de bu tipik Amerikalı gencin durumu, teknolojik modern katliamların çelişikli bir yönünü çok açıkça göstermektedir, bu katliamı yürütenler de birer “suçsuz suçlu” olabiliyorlar.
Tarihin bir şakası da belki, ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’yi bombalamasının, Yahudi soykırmından sorumlu tutulan Nazi yöneticilerinin yargılandığı Nurenberg mahkemesiyle aynı günlere denk gelmesiydi. Yani Nazi suçluların yargılanması daha ilk başından itibaren, insanlık karşıtı başka suçların işlenişi çerçevesinde başlamıştı. Bu, şüphesiz Nurenberg duruşmalarının meşruiyetini belirli bir ölçüde zedelemektedir.
Auschwitz ile Hiroşima arasındaki bağlantıyı, devamlılığı kesinlikle gözden kaçırmamak gerekir. Yahudi soykırımı, modern barbarlığın Hitler Almanyası’nda aldığı özgül biçimdir. Fakat Hiroşima sınai katliamın bir nazi özelliği olmadığını, ve bu eğilimin yeni biçimler altında dünün kahramanları tarafından bile gerçekleştirilebileceğini ispatlamıştır.
Hiroşima’nın belki de Auschwitz’ten bir ölçüde farklılaştığı, ve kendisini daha korkutucu yapan bir boyutu da Yahudi soykırımındaki gibi yüzyıllar boyunca birikmiş bir antisemit düşmanlıktan beslenerek bir ırkın topyekün imha edilmesi amacından farklı olarak, Hiroşima’nın bombalanmasının bir yıldırma, gözdağı verme aracı olarak kullanılmasıdır. Oradaki insanların öldürülmesinin kendisinin bir anlamı yoktu. Artık burada ırkçı veya milliyetçi bir nefrete ihtiyaç duyulmaz. Yüzbinlerce insanı yok etmek, sonraki nesilleri sakat bırakmak, basit bir stratejik faaliyettir…
İnsanlığın topyekün imha edilmesinin koşullarının halen mevcut olduğu bilinciyle Auschwitz ile Hiroşima arasındaki sürekliliği kavramak, bu modern Kıyamet görüntülerini hafızamıza kazımak, unutmamak ve unutturmamak, ne kurbanları ne de failleri…