Kwame Somburu* –
Malcolm X nevi şahsına münhasır biriydi. Ufak Malcolm’dan, dünya çapında tanınmış Malcolm X’e – hayatının son döneminde geliştirdiği her tür ulusal/uluslararası baskı, sömürü ve ayrımcılığa karşı tavizsiz karşıtlığı ile birlikte – dönüşümü tam anlamıyla istisnai idi.
Malcolm asla bir suçlu değildi. Bana göre, onun erken yaşlarındaki anti-sosyal davranışları dünyada var olagelmiş en mücrim, gayri-insani, riyakâr yönetici sınıfı ve toplumu tarafından kriminalize edilmesinin ürünüydü. İslam Ümmeti (İÜ) onun olumlu bir biçimde erken gelişmesinde önemli bir yere sahipti. Elijah Muhammed’i diğer birçok İÜ temsilcisi ile beraber üç defa gördüm ve dinledim ve iki yıl boyunca Muhammad Speaks’in haftalık sayılarındaki her kelimeyi okudum. Ayrıca Harlem’da düzenlenen birçok toplantıya katıldım.
Malcolm’ın entelektüel merakından, insanlığından ve dünya çapındaki muhtelif sosyal adaletsizliğe dair süratle biriktirdiği bilgisinden etkilenmiştim. Yalın gerçeği anlatmaya ve yapısal eşitsizliğin temellerini teşhir etmeye çabalıyordu. Bu çabanın Afro-Amerikalıların özgürleşmesinin ilk adımı olduğunu hissediyordu, fakat daha sonra bir dünya şahsiyeti oldukça bunu bütün insanlığın kurtuluşunun ilk aşaması olarak düşündü. Onun için bilgi, birlik ve militan inat zalim toplumu karşıtına dönüştürecek anahtarlar idi.
Malcolm, emsalsiz bir entelektüel merakı ve her tür baskı ve ayrımcılık karşıtı kavgaya sürekli ve sınırsız bağlılığı temsil ediyordu. Bu bağlılık İÜ içince mümkün olmadığı noktada, başkan John F. Kennedy suikastı ardından Malcolm’ın yaptığı “tavukların eve tünemesi” yorumundan dolayı, Malcolm İÜ’den ayrılmak zorunda kaldı. Müslüman Camisi ve Afro-Amerikan Birliği Örgütünü inşa etmeye başladı.
Malcolm’ın Afrika ve Orta Doğu yolculukları onun üzerinde derin etkiler bıraktı. Bu yolculuklar onun görüş açısını genişlettiği gibi sınıf bilincini de derinleştirdi. Sömürgeciliğe, kapitalizme ve emperyalizme tereddütsüz karşı durdu. Mekke’den dönüşünün hemen ardından Sosyalist İşçi Partisi tarafından 29 Mayıs 1964’te düzenlenen Militan Emek Forumu’ndaki bir panelde “Kan Kardeşler” diye bilinen o meşhur konuşmasını yaptı. Konuşması beyazları öldürmeyi amaçlayan Harlem merkezli bir nefret çetesinin farz edilen mevcudiyetine bir tepkiydi. Malcolm bu hayali çeteyi Afrika’da sömürgeciliğin halka nasıl zulmettiğine dair öğrendikleri bağlamında tartıştı ve Harlem’daki polis teşkilatını işgalci bir ordu olarak tanımladı. Irkçılık ile kapitalizm arasındaki bağa vurgu yaptı:
“Sömürgeci ülkelerin birçoğu aynı zamanda kapitalist ülkelerdi ve kapitalizmin son kalesi Amerikadır. Beyaz bir insan için kapitalizme inanıp ırkçılığa iman etmemenin imkânı yoktur. Irkçılıktan arındırılmış bir kapitalizm mümkün değildir… Ve eğer bir gün birini bulup onunla muhabbet ederseniz ve eğer o kişi perspektifinde ırkçılığa yer olmadığına dair sizi ikna ederse, bilin ki bu kişi ya sosyalisttir ya da siyasi felsefesi sosyalizmdir.”
Ben de oradaydım ve Özgürlük Şimdi Partisi’nin (Freedom Now Party) Harlem şubesinin çalışmalarına dair iki dakika konuşma şansı buldum. O zaman (ve 1979’a kadar) Paul Boutelle’yi ismim olarak kullanıyordum ve partinin Harlem şubesinin başkanıydım. Ağustos 1964’te Harlem’da kamu önünde konuşmam yasaklandı ve partinin senatör adayı olarak konuşmaya giriştiğimde tutuklandım.
Aynı yılın ilerleyen aylarında, Malcolm X Afrika’ya döndü ve 19 haftasını Orta Doğu ve Afrika’da yolculuklar yaparak geçirdi. Suikastından üç aydan da daha az bir süre önce Amerika’ya geri döndü. Yolculukları boyunca, Afrika’da özgürlüğünü henüz kazanmış, kapitalizmi reddedip sosyalizme yönelen ülkelere şahit oldu. Bunu olumlanması gereken bir gelişme olarak gördü. 29 Kasım’da Audubon dans salonunda Malcolm için düzenlenen eve dönüş toplantısında Afrika’da hali hazırda gerçekleşmekte olan değişime dair rapor sundu. 1964’te Sosyalist İşçi Partisi tarafından başkanlık adayı gösterilen Clifton DeBerry tarafından takdim edildikten sonra, Malcolm “bu bir devrim çağıdır” diye konuşma yaptı.
Tarihte var olagelmiş en mücrim yönetici sınıfı, Malcolm’ın “Ben” yerine “Biz”i demokratik bir şekilde temsil eden bir devrimci hareketin gelişiminde etkili olmasından önce tasfiye edilmesi gerektiğini kısa süre içinde anladı. 21 Şubat 1965’te oğlum ile birlikte Audubon dans salonuna geldiğimde polisin var olmadığını fark ettim. Hatta güvenlik görevlilerinden birine polisin olağandışı yokluğunu belirttim. Malcolm’ın sahneye gelmesinin hemen ardından, 400 kişinin bulunduğu dans salonunda benim hemen yanımda bir itişme başladı. Birinin “ellerini cebimden çek” diye bağırdığını duydum. Bu oyalama devam ederken ve güvenlik görevlileri kargaşaya doğru yönelirken, sis bombası infilak etti ve Malcom’a defalarca ateş edildi.
Sadece, kalabalık tarafından salonun dışında hırpalanan Talmadge Hayer gözaltına alındı ve kayda geçirildi. Başka bir adam polis arabasına konularak uzaklaştırıldı. Kimdi bu ikinci adam? Bu kişiye New York Times ve New York Post’un ilk nüshalarında değinildi, fakat daha sonraki sayılarda sadece gözaltına alınan kişiden bahsedildi.
Salonda bulunan birçok kişi gibi, silah sesini duyar duymaz, oğlumu tutup öne doğru hızla eğildim. Tüm bu kargaşanın içinde dahi, birçok kişi Malcolm’ın öldüğünü sezinledi. Daha sonra adli tabibler üç farklı silahtan 21 yara saydılar.
Anma konuşmasında Ossie Davis Malcolm’ı “ışıldayan siyah prens” diye tanımladı. Cinayet esnasında, Malcolm’ın devrimci fikirleri henüz gelişmekte idi. ABD’deki ırkçılığının derinliklerini deşiyor ve ayrımcılığı alt etme mücadelesini enternasyonal insan hakları ve özellikle de Afrika ve Karayipler’de gelişmekte olan kurtuluş mücadeleleri ile bağdaştırıyordu ve siyasi aktivistlere, şairlere, müzisyenlere ilham veriyordu.
*Kwame Somburu 1960’tan beri “Bilimsel Sosyalisttir.” 1934-1979 arasında Paul Boutelle olarak bilinmiştir, sonrasında ise Kwame Somburu.
(Bu yazı Yeniyol’un Mart-Nisan 2015 tarihli 13. sayısında yayınlanmıştır)