Şimdi sesimizi olanca gürlüğüyle, olanca öfkemizle yükseltme zamanı. Şimdi herkesin “Charlie” olma zamanı.
“Charlie Hebdo” katliamı, derginin dünya görüşünden de ötürü Fransız sağının ekmeğine yağ sürmedi. Kurumsal sol ve radikal sol öne geçti ve meydanlarda toplanan insanlar göçmen düşmanlığının, İslamofobi’nin önüne geçmek için cinayetin hedefini ve sınırlarını çizmeye çalıştılar. Almanya’daki aşırı sağa karşı direnenler gibi bir tutum takındılar.
Türkiye’de olayın –polisiye yanı bir tarafa– açıklanması için gösterilen gerekçelerin en bilimsel olanı dehşetengiz bir Batı toplumu analiziyle; neredeyse Batı toplumlarının dışlayıcılığının, ayrımcılığının ve anti demokratik olmalarının doğal bir sonucuymuş gibi sunulması.
Oysa öldürülen insanlar Filistin davasından savaş karşıtlığına, göçmen haklarından… diye devam edebilecek bir dizi ölçütte mazlumların yanında yer almışlardır. Yani cinayeti işleyenler Filistin davasına, göçmen haklarını savunanlara kurşun yağdırdılar.
Karikatürle dinsel duyguların rencide edilmesiyle bu cinayet arasında herhangi bir bağlantı kurmak cinayete ortak olmak demektir. Mesele kabaca ifade özgürlüğünün ötesindedir. Sanki devlet baskısıyla özdeşlemiş veya toplumdaki en süfli kesimlerin sözcülüğünü yapan insanlar öldürülmüş gibi bir muhakeme gerçeğin zerresine karşılık düşmemektedir. Bu açıdan Fransa’daki ırkçılardan farklı bir konumda bulunmamaktadırlar.
Bu durumda barbarlığı tek merkezli görmek, emperyalistlerin müdahale etmediği durumlarda (?) İslam dünyasının veya üçüncü dünyanın sulh ve sükun içinde yaşadığını iddia etmek gibisine bir saçmalık “dini” ve “milli” olabilir, ancak gerçekliği zerre kadar açıklayamaz. Ortadoğu’da birbirini çok seven iki İslam ülkesinin Suudi Arabistan ve İran olması veya IŞİD’in yalnızca Hıristiyanları ve Şiileri değil aynı zamanda Sünnileri de katletmesini derin tarihi tahlillerle açıklamak mümkündür. Ama bu barbarlığı hiçbir şekilde geriletmez.
Yalnızca batı Avrupa’da değil Türkiye başta olmak üzere hemen hemen her ülkede özellikle krizin süreğenleşmesi ve gericiliğin yükselişiyle yabancı düşmanlığı denen illet kabarmaktadır. Bunun panzehiri barbarlara mazeret uydurmak değil her toplumda aşağıdakilerin, ezilenlerin birliğini ve beraberliğini sağlamaktır. Caniler batıya veya emperyalizme değil bu birliğe saldırmışlardır.
Hele kendi haline bakmadan ucuz yorumlarla Avrupa’daki Türkiye kökenlilerin akıbetinden kuşku duyduklarını beyan edenler, oradaki insanların güvencelerinin şu veya bu devlet değil yine renkleri, ırkları, cinsleri ne olursa olsun oradaki emekçiler, solcular olduklarını unutmasınlar. Hele o ülkelerde hak arama iddiasında olup da anavatanında başkasına yaşama hakkı tanımayanların inandırıcı olabileceklerini sanmamak gerekir. Almanya’daki Türklerin Batı sisteminden ötürü muhafazakar ve milliyetçi olduklarını iddia etmek sanki buradakilerin hepten solcu olduğu anlamına gelebilir.
İnsanlar kendi toplumlarındaki fanatizmi, ayrımcılığı, milliyetçiliği yenilgiye uğratmadan Batı dedikleri, aslında kendilerinin de içinde olduğu toplumsal sistemleri eleştirmeyi marifet sayarak barbarlığa gerekçe arayarak bir sonuca ulaşamazlar.
Kanlı Pazar’ın, Kahramanmaraş’ın, Çorum’un, Sivas’ın hesabını veremedikten sonra taklit edilen Batıyı eleştirmenin bir inandırıcılığı yok.
Charlie’ye kurşun sıkanlarla Kobanê’ye kurşun sıkanlar aynı melanetin ürünü.
Şimdi herkesin “Charlie” olma zamanıdır. Biz “Charlie” oldukça onlar da unutulmayacak ve barbarlık mağlup olacaktır!