1. 13 yıllık AKP iktidarının önümüzdeki süreçte nasıl bir siyasal toplumsal süreç öngördüğünü düşünüyorsunuz? Yeni Türkiye’yi nasıl tarif ediyorsunuz?
Maalesef siyasal rejimlere bizde biraz yukardan bakış yaygın. Toplumdaki temel siyasal ve toplumsal değerlerdeki değişimlere baktığımızda farklı tonlarda bir milliyetçi muhafazakar dünya görüşünün giderek kemikleştiğini görüyoruz. Nasıl camiler çoğaldığı için doksanlı yıllarda Refah Partisi geleneksel sağ partilerin önüne geçmediyse AKP de 4+4+4 yüzünden seçim kazanmıyor. Hele “bakara makara” makamından AKP’nin önde gelen simalarının gerçek mütedeyinler olduklarını sanmamak gerekir. 17-25 Aralık olaylarının aktörleri “islami faşist” veya “İŞİD” formasyonda kişiler olmaktan uzak, dünyanın dört bir köşesinde sıkça rastladığımız geleneksel yolsuzluk erbabıdırlar. Kareye girmeyen şefleri de büyük miktarda zihniyet olarak onlardan farklı değildir.
Müslüman Kardeşler dahil olmak üzere islami siyaset icra edenler genellikle şu veya bu şekilde inanmış kişilerdir. Aynı şeyi AKP’nin çelik çekirdeği için en azından Milli Görüş gömleğini çıkardıktan sonra söylemek mümkün değildir. Daha gerçekçi bir değelendirme ile 1994’te Belediye yönetimlerine geldikten sonra dünya nimetleriyle kaynaşma sürecinde bu kopuş gerçekleşmiştir.
Özetle Erdoğan’nın inanç dünyasıyla ilişkisi kendisi için değil kendi yaptıklarının meşruiyetinin sağlamak üzere vatandaş içindir.
Güçlü bir devlet, bir polis devleti AKP’nin seçmeninin bir ihtiyacı, talebi olarak değil onların sözde kazanımlarının gasb edileceği muhayel bir darbe gerekçesiyle pazarlanmakta.
2002 sonrasında 2007’e kadar kimilerinin AKP’ye yakıştırdığı değerlerin de siyasal ve sosyal zemini yoktur. Açıkçası kayırmacılığı istikrarlı bir siyasetin aracı olarak gören bir rejimin demokratlığından, “liberalliğinden” söz etmek, zevzeklikle demokrasi arasındaki sınırın silinmesiyle mümkün olmuştur.
Elbette neoliberal politikalar farklı ülkelerdeki siyasal kültürün veya daha kaba ama açık bir ifadeyle sınıf mücadelesinin düzeylerine, geleneğine göre değişiklikler gösterir. Ama bu farklılıklar toplumda herhangi bir aşağıdan zorlama yokken boşluğa konmuş bir partinin demokrasi ihsan eyleyebileceği anlamına gelmez.
AKP giderek sertleşme dışında herhangi bir seçeneği gözönüne alacak durumda değildir. Biriken ve kendi meşruiyetini tarihsel olarak sorgulayan sorunlar yumağını çözmekten aciz olduğu için tam gaz gitmektedir. Seçim sonrası durum daha da ağırlaşacaktır.
Rejimin neye benzediğine dair verilen örnekler yeterince anlamlıdır: Putin Rusyası başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri gereksiz addeden ülkeler…
Nasıl adlandıracağımız önemli ama en kötüsü dersek henüz mücadele için eldeki imkanların tükenmediğini atlamış olduğumuz gibi dahası kötüsüne de hazırlıksız yakalanırız.
Ezcümle bazılarının söylediği gibi bu son seçim değildir, üstelik bu seçimi kazanacak olan Erdoğan “milli irade” bayrağını daha da yükseğe çekebilir.
Öte yandan AKP’nin gömlek değiştirdiği ve iktidar olduğu dünya haliyle bugünkü arasında çok önemli farklılıklar var. AKP başta kendine AB’yi çıpa yaptığını söylüyordu, bugünse ne çıpa var ne dümen! Ne Ortadoğu’daki ne de diğer bölgelerdeki (mesela Ukrayna) sorunları kavrama beceresinde bir hükümet var. Bir önceki dönemin imkanlarına bedava konan AKP, imkanlar daraldıkça kendi kendine tek kale maç oynar bir hale geldi. Belki de Yeni Türkiye bir gerçek ama onların dediği gibi değil de giderek boşluğa sürüklenmesiyle.
Ayrıca bu tür dönemselleştirmelerin iktidar katındaki iddialardan değil de yurttaşların gündelik hayatlarındaki köklü değişimlerden hareketle yapılması doğru olur. Güvenlik paketi bile tek başına bu yenilenmenin pek hayırlı olmadığını ve otuzlu yıllların çeşitli baskıcı rejimlerine benzer bir “yenilenme”nin dayatıldığı rahatlıkla söylenebilir. Koşullar daha ağırlaşacaktır ama mücadele imkanları da tükenmemiştir. Yeter ki emekçilerin, ezilenlerin, kadınların, gençlerin, Kürt halkının taleplerinden hareketle özgürlük alanına yeni gedikler açılabilsin.
2. AKP iktidarının geriletilmesi ve durdurulmasının yolunun nereden geçtiğini düşünüyorsunuz?
Günü birlik ve de Haziran seçimlerinde gerçekleşebilecek bir seçenekten söz etmiyoruz. En azından 12 Eylül sonrasında yeniden şekillenmiş bir toplumun yeniden saflaştırılmasından söz ediyoruz. Toplumsal muhalefetin uzun vadeli olarak yeniden inşasına; alabildiğine demokratik ve aşağıdan, herkesin katılımına açık bir biçimde yürütülecek bir dizi mücadeleye, deneyime ihtiyaç var. Geçtiğimiz birkaç yıldaki irili ufaklı kimi kısmi başarılara bakılırsa bunun imkansız olmadığı görülür. Tabii ki ilk planda mevcutlar derlenerek yol çıkılacaktır. Ancak mevcudun hiç mi hiç yeterli olmadığı asla akıldan çıkartılmamalıdır. Dolayısıyla yeni güçlere ihtiyaç vardır. Bu yeni dediğimiz güçler de bugüne kadar siyasete katılmayan veya AKP dahil düzen partileri dolayımıyla siyaset yapan insanlardır. AKP’yi deşifre etmek, inandırıcılığını sarsmak elbette ideolojik bir mücadele gerektirir ama geniş kitleler esas olarak kendi gündelik hayatlarına yansıyan sorunlar etrafında yeniden şekillenebilirler. Kendimizi tahkim etmenin ötesinde AKP zemininde gedikler açmanın da yollarını aramak gerekir. Toplumun yarısını, üçte ikisini (toplam milliyetçi muhafazakar taban) karşımıza alarak eşitlik ve özgürlük mücadelesi veremeyiz. Eğer bugün işçi sınıfının en ileri kesimlerinde azımsanmayacak miktarda AKP’ye oy çıkıyorsa, örneğin buradan başlamak gerekir. Birleşik Metal-İş Grev kararı aldı, engellenmeseydi katılım hayli yoğundu. Bu kesimde çalışan işçilerin yarısından fazlasının AKP’ye oy verdiğini unutmayalım. Hükümet yanlısı bir gazeteciyi ikna etmek mümkün değildir ve zaten olmasa da olur ama işçi sınıfının önemli bir kesiminin rejimin yanında olmasını anlamak ve çözmek için uzun vadeli, sebatkar bir mücadeleye ihtiyaç vardır.
AKP’yi geriletmek, durdurmak varken sonrasını da düşünmek gerekir. Yani Çiller hükümetinin Refah’ın yükselişi ile Refah’ın yükselişinin MHP ile (DSP de tabii), üçlü koalisyon hükümeti rezilliklerinin AKP ile durdurulması hayırlı olmamıştır. Dolayısıyla AKP’yi geriletmenin, durdurmanın toplumsal alanlarını gözden ırak tutmamak gerekir. Aksi takdirde düzen içi arayışlarla günü kurtarmaya çalışmanın hazin ve gülünç örneklerini dün demokrasi adına AKP’yi destekleyen kimilerinin bugün CHP’yi desteklemesinden anlayabiliriz.
3. AKP’nin hem sokakta hem de Haziran seçimlerinde sandıkta nasıl geriletilmesinin mümkün olduğunu düşünüyorsunuz?
Gerçekçi olalım imkansızı isteyelim de bunun da ha deyince değil de zorlu mücadelelerin ürünü olabileceğini unutmayalım. Haziran seçimlerinde AKP’yi geriletebilecek siyasal ve cebirsel sınırlı imkan, HDP’nin barajı aşmasıdır. Böylesine bir sonuç Mecliste AKP’nin mutlak hakimiyetini engellemenin ötesinde toplumsal muhalefetin mücadele azmini de güçlendirecektir. Ayrıca “baraj” şantajına karşı bu meydan okumanın temsili demokrasi açısından da olsa önemli gedikler açılmasına imkan vereceği atlanmamalı. Sokağın bir başka ifadeyle doğrudan hak arama mücadelelerinin seyri ise farklı bir yörünge izlemek durumundadır. AKP aslında orantısız bir biçimde sokaktan ürküyor. Ancak insanlar da sokaktan vazgeçmiyor. Gezi’den bu yana devlet terörüyle öldürülenlere bakıldığında yeni güvenlik yasası Erdoğan’ın istediği gibi çıksa bile haklar konusunda uçurumun kenarına gelmiş bir toplumda azımsanmayacak bir kesim yürüyüşünü sürdürmeye kararlı gözükmektedir. Elbette bu yürüyüşe siyasal bir omurga gerekmektedir. Ancak omurga da yürüyüşte şekillenecektir. Enternasyonalist, anti kapitalist, feminist, ekolojist ve özyönetimci bir perspektife bu mücadeleler içinde sahip çıkılabildiği oranda sorunların radikal bir biçimde çözümü mümkün olacaktır.
4. AKP diktatörlüğüne karşı geniş bir “direniş koalisyonu” nasıl oluşturulabilir? CHP-Haziran-HDP ittifakının bu seçimlerdeki önemi nedir?
BHH zaten kendisi bir koalisyon. Belirtilen maddelerin yazılımı konusunda herkesin kendine göre görüşleri ve hatta şerhleri de olabilir. Ancak mücadelenin yolunun açılması için önce kağıt üzerinde mükemmel bir metin yerine, eylemin kendisine imkan tanıyan bir çerçeve doğaldır. Bu koalisyon başka türden koalisyonlarla, örneğin HDP ile somut talepler etrafında (mümkünse daha fazlası) faaliyetler yürütebilir. BHH’nin oluşumunda çağrılı olan unsurlar, partiler, çevreler de böylesi bir direnişin katılımcıları olarak görülebilir ve elbette şu anda bu mecraya dahil olmayan ancak toplumsal muhalefetin parçası olan kesimlerle ilişkilere de özen göstermek gerekir. Hesapta olmayanları da hesaba katabilecek bir derlenmeye ihtiyaç var.
Herşeyi sandığa ve tamamıyla aritmetik bir toplama bel bağlayan CHP-BHH-HDP ittifakı beklentisinin siyaseten olduğu gibi matematiksel olarak da karşılığı olduğunu sanmıyorum. CHP içinde muhakkak ki kendini solda gören insanlar var ancak partinin omurgası bir merkez sol parti olmanın ötesine geçmemektedir. Şöyle özetleyelim: Yunanistan’daki PASOK’tan bile daha sağdadır CHP. Syriza kendi yolunu PASOK politikalarına karşı döşeyebilmiştir. AKP’nin başarıyla yürüttüğü neoliberal politikaların mimarının DSP’den CHP’ye çark eden Kemal Derviş olduğunu unutmayalım. CHP ve HDP tabanında yer yer ters etkiler de yaratır böyle bir ittifak. Ancak siyaseten AKP’yi geriletiyoruz diye İstanbul ve Ankara belediye veya Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adaylara BHH Manifestosu adına oy talep etmek, kampanya düzenlemek imkansızdan da ötedir.
Oysa BHH, kendi özeylemliliği ile HDP’ye oy çağrısında bulunabilir ve bağımsız kampanya ile hem kendisinin 8 Haziran’da daha güçlenmesine katkıda bulunabilir hem de sınırlı da olsa HDP’nin uzanamadığı, uzanmakta güçlük çekebileceği kesimlere seslenerek HDP kampanyasının basit bir uzantısı olmaktan ziyade, çok farklı bir katkıda bulunabilir. Ayrıca kuruluş manifestosunda yer alan Kürt meselesinin demokratik ve siyasal çözümü için de somut ve önemli bir adım atmış olur.
(Bu yazı toplumsol.org web sitesinden alınmıştır)