Türkiye 16 Nisan 2017 tarihinde anayasa değişikliği için referanduma gidiyor. Bu değişiklikler çerçevesinde, özellikle HSYK’nın yapısının da değişmesiyle bütün gücü Erdoğan’ın elinde toplayan bir başkanlık sistemi getirilecek. 2013 Gezi direnişinden bu yana, barış müzakerelerinin son bulmasına paralel olarak hükümet tarafından Kürt hareketine yönelik şiddetin tırmandırılmasıyla; son olarak da başarısız darbe girişimi ile rejim giderek daha otoriter bir karakter kazandı. Erdogan rejimi gazeteci, öğretmen, akademisyen on binlerce muhalifi tutukladı, mesleğinden ihraç etti. Kürt hareketinin liderlerini ve HDP milletvekillerini terörizmi destekledikleri iddiasıyla hapsetti. Hükümet protesto gösterilerini yasaklıyor ve insan haklarını açıkça ihlal ediyor. Fakat şimdi kendisi Hollanda polisinin tutumundan güya yakınıyor ve siyasi toplanma özgürlüğünü savunuyor.
Hollanda’nın sağcı başbakanı Mark Rutte, 15 Mart 2017 tarihinde yapılacak ulusal seçimlerden önceki son günlerini yaşıyor. Partisi VVD (Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi) Geert Wilders’in aşırı sağcı, islamofobik partisi PVV (Özgürlük Partisi) ile yarışıyor. VVD, kemer sıkma politikalarına destek toplamak için Hollanda milliyetçiliğini kullanan neoliberal bir parti. AKP toplantılarını önleyerek ve bakan Fatma Betül Sayan Kaya’yı istenmeyen kişi ilan ederek Rutte kendisini liberal demokrasinin savunucusu, İslamcı AKP ve onun Hollandalı-Türk destekçileri tarafından korkutulamayacak güçlü bir lider olarak sunmak istiyor. Fakat bu adımların arkasındaki neden hiçbir biçimde Türkiye’de demokrasinin kısıtlanmasına ilişkin endişeler değil, potansiyel PVV seçmenlerinin desteğini kazanmaktır. Esasında Hollandalı yetkililer Erdoğan’a yardım ediyor. Rutte için kendi seçim kampanyası Türkiye’nin otoriterleşmesini engellemeye çalışmaktan çok daha önemlidir.
Rutte sayesinde şimdi Erdoğan dikkatleri Türkiye’nin içindeki gelişmelerden kaydırarak, kendisini dinci-milliyetçi tabanına “batı”ya kafa tutan lider olarak gösterebiliyor. AKP korku salan uluslararası komplo teorilerini destek toplamak için kullanıyor. Öte yandan, Hollanda’daki Türk göçmenler ve aileleri yillardir ırkçılığın ve önyargının kurbanları durumunda. Bu topluluğun önemli bir bölümünün AKP’yi desteklemesi Hollandalı sağcılar tarafından, Hollanda’da yaşayan Türklerin gerçekte Hollanda toplumuna ait olmadıkları argümanını desteklemek ve bu topluluğa bir bütün olarak saldırmak için kullanılıyor. Türk milliyetçileriyle Wilders ve Rutte gibi Hollanda milliyetçileri kendi toplum vizyonlarına karşı gelenlere aynı şeyi söylüyor: “ya sev, ya terket”!
Hollanda ve Türkiye sağcılarının yaptıkları düpedüz ikiyüzlülüktür. Hollanda hükümetinin İsrail’in Netanyahu liderligindeki baskıcı, ırkçı hükümetiyle iş birliği yapma konusunda hiçbir problemi yok, fakat Türkiye örneğinde aniden demokrasiyi çok dert ediniyormuş izlenimi veriyor. Hollanda hükümeti Türkiye’deki demokratik hakları hakikaten önemseseydi, demokratik muhalefeti ve Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını desteklerdi. Mülteciler konusunda gördüğümüz gibi, her iki ülkenin egemen güçleri göçmenlere karşı Avrupa Kalesi’ni güçlendirmek için birlikte gayet uyumlu çalışmaktan imtina etmiyor.
Solun hem Hollanda hem Türk sağının kampanyalarına karşı mücadeleyi örmesi gerekiyor. Giderek otoriterleşen Erdoğan rejimine karşı direnişi örgütlemek ve laikliği kazanmak için Türkiye referandumunda “HAYIR” çağrısı yapıyoruz. Hollanda’da islamofobiye ve ırkçılığa karşı oy verme ve iş yerlerimizde ve sokaklarda ırkçılığa karşı hareketleri inşa etme çağrısı yapıyoruz. Demokratik hakları ve halkın çıkarını savunmak için Hollanda ve Türkiye işçi sınıfı sağcı hükümetlere asla bel bağlayamaz. Aksine, neoliberalizme ve bütün tahakkum biçimlerine karşı ortak cikarlarini ortak mücadeleyle savunmak durumundadır.
Sosyalist Demokrasi için Yeniyol – Dördüncü Enternasyonal, Türkiye
SAP / Grenzeloos – Dördüncü Enternasyonal, Hollanda