Democratic Socialists of America (DSA) Mart 2019 itibariyle 60.000’i aşan aidat veren aktif üye sayısıyla (vatandaşlık gibi türlü sebeplerle aidat veremeyen veya çeperde kalan bir 3 kat insanı daha katarsanız) Amerika Birleşik Devletleri’nde son yüzyılın en büyük sol teşkilatı olma payesine ulaşmış durumda.
Grubun ismini Türkçeye “Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri” olarak mı, “Amerikan Sosyalist Demokratları” olarak mı ya da “Amerikan sosyal demokrat partisi” olarak mı tercüme etme konusunda yaşadığım tereddüt yalnızca çeviriye dair teknik bir problemi yansıtmıyor. Aynı zamanda Amerikan sol siyaset ve toplumsal hareketlerinin son 80 yılda yaşadığı yenilgi ve tahkikatları, ahalinin ehven-i şer tercihi ve kapitalizmin hegemon ülkesinde siyasetin seri neoliberalleşmesine binaen devletin kamu hizmetlerinden tamamen çekilmiş olmasını, eski dünyada işçi hareketi ve reel sosyalizmin baskısıyla elde edilmiş hakların ve beraberinde getirdiği kamusal şikayet/hak arama kültürünün ABD’nin kıyısından geçmemiş oluşunu, tüm kent-banliyö-kırsal mimarisinin sınıf içi ırksal hiyerarşiyi keskinleştiren ve sınıfı borçla terbiye eden yanını da yansıtıyor. Sağ-liberter kültürle yoğrulmuş, her vergi iadesi döneminde eşitsiz-iş bilmez bürokrasiden bile isteye tiksindirilmiş eski kuşakların geneli için sosyalizm herhangi bir ödevin hür-teşebbüs yerine devlet tarafından yapılmış olması demek; bu ister Doğu Avrupa’daki ekmek kuyruklarına nazire yapmak üzere kötü anlamda ister Pentagon’un ‘başarılarını’ veya Franklin Della Roosevelt’in (FDR) Keynes’çi politikalarını (New Deal) övmek üzere iyi anlamda kullanılmış olsun. Vaziyet bu olunca sosyalist bir programla sade suya tirit sosyal demokrasinin ayrımı parti programında da kitle kültüründe de İskandinav modeli övgüsü kabilinden Abdurrahman Çelebi’ye kalıyor. Tüm bu engellere rağmen DSA, bir 90’lar ÖDP’sini anımsatırcasına, eskinin her renkten sol yapılarını ve yeni siyasallaşan bağımsız gençliği bir kutup gibi kendine çekiyor. Peki Eugene Debs ve Joe Hill gibi devrimcilerin ruhunu sağcı bilinen taşrada dahi hortlatan, IWW’nun işçi-radikalizmini dirilten, Trump’ın McCarthy’ci ‘kızıl-ıslıklarına’veya merkezci cenahın ehven-i şerci suçlamalarına (Ralph Nader vakasının aksine) pabuç bırakmayan bu ödünsüzlüğe nasıl gelindi? Bu başarının ne kadarı içsel (yani DSA’nın siyasi program, örgütlenme ve iradesinin ürünü), ne kadarı dışsal (ulusal ve uluslararası güç durumunun, kapitalizmin 2019 itibariyle çelişkilerinin ürünü) ve bu başarılar ne kadar sürdürülebilir? Bunları anlamak için DSA’nın kuruluşundan bugününe ve çelişkilerine bakmak elzem.
Rahmet Neden DSA’ya Yağdı
DSA Mayıs ‘82’de Amerikan Sosyalist Partisi’nin ‘73 sağ-sapmasına cevaben partiden kopan 5000 Demokratik Sosyalist Örgütlenme Komitesi üyesi ve 1000 kadar Yeni Sol görüşlü aydından oluşan Yeni Amerika Hareketi’nin bir araya gelmesiyle kurulmuş, partiden ziyade sivil toplum örgütü hüviyetinde bir yapı ve kuruluşundan 2017’ye kadar Sosyalist Enternasyonal üyesi. Türkiye’de bir eşlenik aranacaksa Halkevleri tarzı dernekçiliği bir hayli çağrıştırıyor: kendi adıyla seçimlere katılmayıp dışarıdan destek vermesi, yerelde yapılan dayanışma kampanyaları (misal kendi yerelimde insanların fren lambalarının ücretsiz yenilenmesi, borçlu ve hastalara verilen ücretsiz hukuki/tıbbi destek) ve protestolar (misal yıkılacak parklar, emekçi mahallesine yapılacak otellere karşı düzenlenen eylemlerin yanı sıra türlü ulusal ve uluslararası gündemler) mevcut, ama genel olarak “şirketlerin gücünü kıracak ve çalışanları güçlendirecek bir reform hattı için mücadele” öne konmuş. Bugüne kadarki seçimlerde Jesse Jackson, John Kerry ve Obama gibi Demokrat Parti adaylarına örgüt kararıyla eleştirel destek verildiği gibi (hatta örgüt stratejisti Barbara Ehenreich vb.’nin Obama İçin İlericiler ittifakı kurması gibi), Yeşil Parti’li Ralph Nader’in kampanyasına DSA üyelerinin gayri-resmi iştiraki da söz konusu olmuş. Ama asıl destek ve efor 2005’te Sanders’ın Vermont senatörlüğüne bağımsız adaylığına canhıraş katılımda ve 2016’da Sanders kampanyası öncülüğünde ortaya çıkmış. 2016 Sanders programını New Deal keynesciliği olarak adlandırıp “asla ekonominin demokratik-sosyalist idaresine varmayacağı” belirlenerek eleştirel bir şekilde desteklenmiş de olsa, Bernie’nin 50 yıllık hak savunucusu sicili #WeNeedBernie kampanyasıyla taltif edilmiş. Trump’ın da seçilmesine yol açan sanayisizleşme ertesi işçi havzalarının işsizlik ve madde bağımlılığıyla çöküntüye uğraması, Obama yönetiminin dış politika ve ‘mortgage’zedelere yaklaşımının hayal kırıklığına uğratması, ‘gig ekonomisi’nin parçası olarak aynı anda en az 2-3 güvencesiz işte çalışan gençliğin öğrenim kredi borçlarını ödemeyi dahi rüyalarında görmesi, tıbbi borç ve mutenalaşma yüzünden iflas eden milyonlar, Clinton vb. hattın parti-içi demokrasiye karşı hileye dahi tevessül etmesi ve yükselen aşırı-sağ merkezciliğin hegemonyasında sola doğru da bir fay kırınımına sebep oldu. Seçim akşamı gerçeğin soğuk şokuna ayan binlerce genç DSA’ya (kimi yerelde gecelik %500 gibi bir artışla!) [1] ve Bordiga’cı bir perspektifle merkez-sol’un milis gücüne indirgenmekle suçlansa dahi başarısı teslim edilen antifaşist sokak hareketine [2] kanalize oldu. Peki neden rahmet şu veya bu çorak toprağa değil de, DSA’ya yağdı? Birinci sebep şans, demokrat parti aygıtından illallah eden gençliği DSA’nın ismiyle ve Sanders’la olan dirsek teması üzere celp etmesi. İkinci sebep, senelere yayılmış sendika ve toplumsal hareketler ile mesaisiyle bu gençliği çekecek yığılımı yapması. Üçüncü ama en önemli sebebi ise, DSA’nın sağanakla kabını doldurabilecek öbür siyasetlerin aksine gayri-merkezi bir büyük çatı örgütü olarak parti-içi demokrasiyi iyi işletiyor olması ve misal Sosyalist İşçi tarzı siyasetler gibi yeni gelen deneyimsiz, toy yoldaşları öğütüp posasını tükürecek bir yapı olmaması, böylece bağımsız/siyasetsiz gençliği kendine çekebilmesi. Daha henüz (2 yılda bir düzenlenen) 2017 kongresine gelindiğinde dahi DSA katar katar gelen sol siyasetler, örgütlü işçi ve kadınlar, bağımsız gençliğin dahliyle 25.000 üyeye ulaşmış ve bu enerjiyle ciddi şekilde sola kaydığı bir kongre gerçekleştirmişti [3]. Bu kongrede neoliberal işbirlikçi yapısı sebebiyle Sosyalist Enternasyonal’den çıkılmış, BDS hareketi formel olarak desteklenmeye başlamış, Demokrat Parti’nin sol kanadıyla flörtten tam vazgeçilemese de bu ilişkiye büyük oranda şerh konmuş, emek örgütlenmesi komitesi kurulmuş, orta vadede partileşme ve kendi adaylarını çıkarma hattı öne konmuş ve 2 senelik üç ana stratejik hedef, emek hareketi, herkes için sağlık güvencesi ve ara-seçimler için yerel ağlar belirlenmiş. DSA’nın ana strateji ve yürütme organı olan Ulusal Siyasi Komite’nin (NPC) seçimleriyse formel emek hareketinin içinde olmayı ve herkes için sağlık kampanyasını başat alan Momentum grubu ve sivil toplum örgütü tarzı aktivist eğitimini ve yerelciliği öne koyan Praxis grubunun hizipleşmesine konu olsa da Momentum grubunun çoğunluğa ulaşmasıyla sonuçlanmış.
Son İki Yılın Bakiyesi ve Problemler
2019 Ağustos’unda Atlanta’da düzenlenecek olan kongreye ramak kalmışken son 2 yılın bakiyesi nedir peki, başarı(sızlık)ların ne kadarı DSA’ya mal edilebilir ve bunların ne kadarı sürdürülebilir? Öncelikle teslim etmek gerekir ki, DSA 2 sene içerisinde 2017’de 25.000’le zaten patlama yapmış aktif üye sayısını 2-3 misline katladı, sadece belediye meclislerine girme anlamında değil imar ve ekoloji siyasaları anlamında da yerellerde kayda değer başarı sağladı, kısıtları olsa da emek hareketi ve herkes için sağlık kampanyasına ciddi sinerji ve görünürlük getirdi (bilhassa sosyalist feminist komitenin katkılarıyla), ulusal siyasette müesses nizamın en kuvvetli adaylarına karşın kendi adaylarını seçtirdi [4] ve başarılı siciliyle daha da çok ilgiye mazhar oldu. Baştaki aşırı-sağ otoriter figürün yarattığı kontrastla tüm muhalefetin daha yüreklenmiş ve tavizsizleşmiş görünüm verdiği 2018’in sol için en umutvar bakiyesi ise işçi örgütlenmesi ve grevlerin (bilhassa siyasi grevlerin) ‘70’lerden beri ulaştığı en yüksek kademeye ulaşması [5], Teamster gibi sendikaların UPS gibi devasa şirketler artı sendika ağalarıyla giriştiği mücadele ve bunun yamacındaki her siyasete ahlaki bir cesaret kabilinden bulaşması olduğu söylenebilir.
Tüm bu olumlu havaya rağmen DSA’nın son iki senesi ve bu gidişle gelecek seneleri bazı sıkıntılardan malul. Öncelikle 2016-2017’den beri yaşanan üye patlaması iradi ve planlı değildi, bugün geri plana atılmış örgütün eski tüfekleri dahi bu durumu hiçbir şekilde öngörememişti ve kurak toprağı basan sel misali teşkilatın yapısı istiap haddini doldurmaya başladı. ÖDP’nin bu yayında da defalarca tartışılmış felaketini anımsatırcasına, teşkilata başta büyük patlama getiren gayri-merkezi anarşizan yapısı (bir nevi savruk bir aktivistler ağı görünümü sergilemesi), teşkilatın boyutu belli bir [6] eşiği aşınca (çelişkili görünse de) bilakis anti-demokratik ve merkeziyetçi sonuçlar doğurmaya başladı. Anarşizan ahvalin ortasında Ulusal Siyasi Komitenin aşağıdan-yukarı yerellerden değil de yukarıdan-aşağıya şekillenebiliyor oluşuyla tek bir yerel tarafından domine edilebilmesi buna örnek teşkil ediyor. Occupy’dan Öfkeliler’e, Gezi’ye vs. tüm bu beynelmilel hareketlerin temel liderlik sıkıntısının yapısal yansıması denilebilir. İkinci sıkıntı ise hizipleşme [7]. 2017’nin çağrısıyla sol-komünistlerden sosyal-ekolojist-Rojava’cı anarşistlere, Mao’culara ve sosyal-demokratlara çok geniş bir yelpaze “büyük çatı”nın altında toplandı ve herkes kendi çelişik stratejik hedefleri doğrultusunda kendi ‘caucus’ yani kliğini yarattı. Parti demokrasisi işlediği müddetçe ve partiye yeni gelen gençler sindirilmediği müddetçe kutlanması gereken bir durum bu, evet. Ama solun 3.Enternasyonalden beri tüm hastalıklarını da miras alınca partinin Devrimci Marksist Refoundation kliğinin kendini tasfiye edişi sürecinin ve de ardından gelen özeleştirinin [8] gösterdiği gibi farklı yerellerden ve ortak iş yapmayan şeflerin, internet solcusu kişilik kültlerinin gayri-siyasi meselelerden siyasi yapıları hızlıca Balkanlaştırması ve siyasi yapı olarak tutarlı bir çizgi ortaya koyamaması mümkün. Kendi yerelinde uzun erimli bir çalışmayla güç biriktirmektense böyle bir yola tevessül edilmesi reform mu devrim mi gibi farazi tartışmaları da, Jacobin çevresinin domine ettiği Momentum (yeni adıyla Call) çevresi gibilerin sinizme kapılıp partileşme ihtimaline asla iman etmeyip, ona göre emek etmeyip laf ola beri gele partileşmek lazım diye konuşmasını da, Praxis (yeni adıyla Build) çevresinin ortak şikayetleri oportünistçe kendilerine bükmeye çalışmasına da yol açıyor. Üçüncü problemse demografik. Nasıl ki ‘60’lar sonu ‘70’ler başı Fransız Komünist Partisi’nin de Amerika’daki pek çok Devrimci Marksist çevrenin de programatik bir karar ve Narodnik bir iştahla üniversiteli gençliği fabrikalara ve sendikalara yollaması projesi Amerika’da %90 oranla başarısızla sonuçlandıysa, hem emek hareketi hem de teşkilatta yine aynı beyaz-erkek-üniversite eğitimli-orta sınıf-kuzeyli kadro yığını kaynaklı tıkanıklık yaşanmakta. Bereket versin, 3. Enternasyonalde Lenin’in Amerikan Komünist Partisi’ne ABD işçi sınıfının öncü gücünün siyahlar ve kadınlar olduğu yönünde baskı ve telkini dolayısıyla ‘20’ler başından ‘Halk Cephesi’ stratejik felaketine kadar geçen dönemde Amerikan solunun (bilhassa ırkçı Güney’de) çok-ulus-dayanışmacı bahardan beri DSA ilk çok uluslu-ırklı vb. yapı; teşkilatın 5’te 2’sine kadar yakını da Siyahi-Latin-Ortadoğulu-Asyalı vb.’nden oluşuyor. Ama bu grupların temsili yolunda yaşanan tıkanıklıklar (“people of color” hizbinin aktif çalışmasına rağmen) işçi sınıfı içerisinde organik temsiliyetin, kemikleşmenin önünde büyük bir engel.
Kapanış niyetine bu yazı yazılırken ortaya çıkan bazı gelişmeleri de not etmek istiyorum. Geçtiğimiz 2 günde yerellerdeki oylamada %25-%75’e varan bir oyla Sanders kampanyasının desteklenmesi kararı alındı. Ulusal Siyasi Komite’nin bu karara binaen ayrıca oylamaya gerek duymadan DSA’nın bütçesinin yekûnunu ($150-200K civarı) kampanyaya bağışlamasındaki aceleci/anti-demokratik durum bir yana, teşkilat ara-seçimlerdeki başarılarının da güveniyle 2020 seçimleri için kulvarda ısınmaya başladı bile. Diğer durumsa, 3 ana stratejik gündemden emek hareketi gündemi (aciliyeti itibariyle emek bileşenlerinin de tam onayını alarak) ekoloji/iklim felaketi gündemiyle değiştirildi ve eko-sosyalizm ana programatik bir ilke olarak kabul edildi. Bunun pratik hayatta yansıması AFL/CIO gibi (madenci ve inşaat sektörü ağırlığı dolayısıyla) ‘yeşil’ New Deal programına karşı kararlar almış kitle sendikalarını üyeler vasıtasıyla baskı altına almak. Ağustos’un ardından DSA’yı neler bekliyor, Collective Power Network [6] gibi bu sıkıntıları berhava etmeye soyunan grupların sesi ne kadar işitilecek, bunları zaman gösterecek.
Onur Danacı
DSA New Orleans, Enternasyonalizm Komitesi
[1]: https://www.phillymag.com/news/2017/11/18/socialism-philadelphia-millennials/?fbclid=IwAR242upG57_UgbIyC54j3C4KGhx5NlUnAackpk-QOEoQE4dt4s4rCbuV-q0
[2]: https://communemag.com/anti-anti-antifa/
[3]: http://www.internationalviewpoint.org/spip.php?article5096
[4]: https://www.thenation.com/article/socialists-progressives-chicago-election-rahm-emanuel/
[5]: https://www.vox.com/policy-and-politics/2019/2/13/18223211/worker-teacher-strikes-2018-record
[6]: https://collectivepower.network/
[7]: https://newpol.org/dsa-two-years-later-where-are-we-where-are-we-headed/
[8]: https://dsarefoundation.org/