Filistinli queer grup Al Qaws’tan Haneen Maikey, cinsel özgürleşme ve İsrail işgaline karşı verdikleri mücadeleyi anlatmak için Amsterdam’daydı. Alex de Jong kendisiyle Hollanda’nın Grenzeloos gazetesi için queer olmak, Filistinli olmak ve Filistin özgürlük hareketine queer katkısı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.
HM: Buraya Filistinli queer bir aktivist olarak deneyimlerimi paylaşmak için geldim. Hareketimiz, genellikle medya tarafından marjinalleştirilen bir hareket – birilerinin Filistin’deki queer bireyler hakkında yazacağı tutarsa ortaya çıkan genelde bizim ne söylediğimizle ilgilenmeyen bir yazı oluyor. Daha ziyade, kazanımlarımızı görmezden gelip bize atfettikleri “kurban olma” halinden bahsediyorlar. Buradaki toplantı gibi, ve örneğin yakın geçmişte ABD’de yaptığım söyleşi turları gibi ortamlarda deneyimlerimizden bahsetmeyi önemli bulmamızın bir sebebi bu. Al Qaws, insanların bireysel ihtiyaçlarına cevap vermeye ve insanların tüm kimliklerini, queer veya Filistinli olmak arasında seçim yapmak zorunda kalmadan özgürce taşıyabilecekleri bir komünite oluşturmaya odaklanmış, queer ve LGBT bir taban hareketi. Bizim için bu, Filistin toplumundaki mevcut cinsel ve cinsiyet hiyerarşisine meydan okuma, onları parçalama vizyonunun bir parçası.
Filistin toplumu, son 15 yılda belirgin bir queer sesin yükseldiği birkaç Arap toplumundan biri. Bunun sebepleri sizce nelerdir?
HM: Aslında, Kuzey Afrika’da da bazı gruplar mevcut, henüz resmiyet kazanmamış birçok grup var; ama resmen örgütlenmiş gruplar sadece Filistin ve Lübnan’da var. Filistin toplumu çok seküler ve örgütlü bir toplum. Direniş gündelik hayatın bir gerçeği, ve kimliklerimize onyıllardır meydan okunmakta. Ben kuzeydeki küçük bir köyde büyüdüm, ve ancak Kudüs’e taşınıp ırkçılıkla karşı karşıya kaldığımda Filistinli olduğumu keşfettim. Benim ailemde, 1948’in, Nakba’nın travmasını yaşamış olanlar bundan bahsetmezlerdi. İsrail toplumu sistemli olarak Filistinli kimliğini “İsrail’de yaşayan Araplar”a indirgiyor, dolayısıyla kimliğini keşfetme ve onun için mücadele etmek zorunda kalma deneyimi pekçok kişiye yabancı değil. Böyle bir deneyimi queer olmaya adapte etmek nispeten kolaydı.
Geçtiğimiz 63 yılda, sürekli İsrail toplumuyla kıyaslandık, mesela onlara göre bizim homofobik olmamız, queer bireyleri öldürmemiz gerekiyordu, onlardaysa eşcinsel hakları vardı. Böyle süregiden karşılaştırmalar insanı bu meselelere kafa yormaya zorluyor. Bu grup ilk başladığında, nispeten apolitiktik. 2006’da Lübnan’da çıkan savaşa kadar politikadan bahsetmezdik, sadece kendi deneyimlerimizle ilgileniyorduk – ama zaman içinde bu imkansızlaştı, politikadan kaçamaz olduk. İsrail’de yaşayan Filistinlilerin direnişe ilk katılması 2000’de başlayan İkinci İntifada ile oldu. Filistinli İsrail vatandaşları eylemler esnasında İsrail polisi tarafından öldürüldü. Bu tip olaylar kimliğimizi sorgulamamıza sebep oldu, sanırım dedeme Nakba’daki deneyimiyle ilgili ilk kez soru sormam bu döneme denk gelir. Bizimki gibi bir hareketin Kudüs’te, İsrail ve Filistin toplumları arasındaki çatışmanın sembolik merkezinde ortaya çıkması bir tesadüf değil. Oraya gittiğim an, bir Öteki’ye dönüştüm.
Filistinli kimliğinizi keşfetmeniz queer kimliğinizi keşfetmenizle nasıl kıyaslanabilir?
Daha kademeliydi, aslında hiç “açılmadım” diyebilirim, “açılacak” bir durum yoktu adeta. Al Qaws aracılığıyla, insanların rahat bir şekilde, başkalarının hikayelerini dinleyerek kendi cinsel kimliklerini keşfedebilecekleri bir ortam oluşturduk. Hem Filistinli hem queer olabileceğimi anladığım anı hatırlıyorum – önceleri queer olmak hakkında konuştuktan sonra dönüş yolunda Filistinli olduğum için İsrailli bir askerin kendimi tanıtmamı emretmesi garip geliyordu. Üyelerimizin çoğu bu durumu deneyimlemiştir. Görünürlük ve “açılmak” gibi Batılı stratejiler bizim için geçerli değil. Batıdaki eşcinsel özgürlük hareketi bize ilham verebilir ama biz onu kopyalayamayız. Birçok sebebin yanında, üyelerimizin çoğunun Batılıların düşündüğü biçimde “açık” olmamaları sebebiyle, Ramallah’ta bir Pride düzenlemenin bir faydası olmaz.
Hepimizin bilen bazı arkadaşları var, ailemizin bazı üyeleri biliyor, ama bazıları da bilmiyor. Farklı yerlerde, farklı insanlar olabiliyoruz. Kimliğimizde bu esnekliğe, “açılma töreni” olmadan da ulaşabiliyoruz. Hristiyan bir kültür değil bizimki, böylesi bir “itiraf”, “günah çıkarma” geleneğine sahip değiliz. Batılı bağlamda, “açılma” toplumsal bağlamından organik olarak evrilmiş bir şey. Bireyci bir toplumdan gelen, bireysel bir yaklaşım. Filistin toplumuysa çok daha kolektif, adeta büyük bir ailenin parçası gibiyiz. Ebeveynlerim, onların yanından ayrılıp Kudüs’e yerleşmeme lezbiyen olmama kızdıklarından daha fazla kızıyorlar. Birçok insan ailesine çok bağlı ve Batılı anlamda “açılarak” onlardan kopmak istemiyorlar. Şiddetten korkmaları gibi bir durum yok, sadece aileleriyle olan bağlarını daha çok önemsiyorlar. Açılmak, canlı bir hareketin önkoşulu değil, herkesin tüm seviyelerde “açık” olmasına gerek kalmadan bir komünite kurulabileceğini biz kanıtladık.
Filistinli başka queer veya feminist gruplarla ilişki içinde misiniz?
HM: Filistinli eşcinsel kadınlardan oluşan Aswat, Arapça’da “ses” demektir, isimli bir grupla yakın ilişkilerimiz var. Aswat, feminist bir örgütlenmenin bağımsız bir bileşeni. Birlikte bir destek hattı yürütüyoruz, eğitimler düzenliyoruz ve cinsel haklar, feminizm ve insan hakları üzerine çalışan hem İsrail içinde hem Batı Şeria’da gruplardan oluşan geniş bir iletişim ağımız var.
İsrailli gruplarla iletişim halinde misiniz?
HM: Bu karışık bir konu. Asıl odağımız Filistin toplumunda, dolayısıyla İsrailli gruplarla birlikte bir şeyler yapmaya çok da merakımız yok. Kişisel düzlemde, birbirimizi tanıyoruz, ama son üç yılda farklı yollara yöneldik. Biz daha radikal ve politik bir yöne gittik, ezilmenin farklı biçimleri arasındaki bağlardan bahsetmeye başladık; bu esnada, maalesef, İsrailli LGBT gruplarının çoğu ulusu kabullenme ve bir takım özel haklar kazanmak suretiyle entegre olma yoluna gittiler. Filistinli de olsanız, İsrailli de olsanız, ben bu tip bir liberal aktivizmi onaylamıyorum. Daha geniş toplumsal bağlamı unutmadan komünitelerinin haklarını savunmaya çalışan bazı anti-siyonist gruplarla iyi bağlarımız var.
İki yıl önce, Tel Aviv’deki eşcinsel merkezlerinden birinde iki eşcinsel genç vurulmuştu, ve bu nefret suçuna karşı dayanışmamızı sunduk. Ama bu suçlara karşı düzenlenen büyük eyleme gittiğimizde, eylemin beyaz erkekler ve sağ kanat politikacılarca domine edildiğini gördük. Şimon Perez, sadece iki ay önce Gazze’de yüzlerce Filistinlinin öldürülmesindeki katkısına rağmen, kürsüden “öldürmeyin” diyordu, ve İsrail milli marşı çalınıyordu. Yani, biz Filistinliler olarak bu eylemden dışlanmıştık. Kürsüden konuşma yapmayı talep ettik, ama “oranın politika yapma yeri olmadığı” gerekçesiyle reddedildik – sanki bütün bu mesele politik değilmiş gibi! Bu eylem bizim için bir yol ayrımı oldu.
İşgal haricinde, Filistinli queer bireylerin karşılaştığı sorunlar neler? Dini köktenciliğin yükselişine dair pek çok duyum alıyoruz örneğin…
HM: Ben şahsen bu politik trendin gündelik hayat üzerinde bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Örtünen veya sakal bırakan insanlar bir yana, Filistin toplumu oldukça seküler bir toplum. Kudüs’te yaşayan ve Batı Şeria’da epeyce zaman geçiren biri olarak, ben ekstremist bir dini diriliş dalgası görmüyorum. Tel Aviv’de içtiğimden daha fazla birayı Batı Şeria’da içmişimdir sanırım… Ama Filistin toplumunda ciddi bir çeşitlilik de var, bazı insanlar büyük şehirlerde yaşıyor, bazıları küçük köylerde, tek bir deneyim olduğu söylenemez. İsrail içinde ve dışındaki Filistinli queer’ler için, iki tip zorluk var. İlki, tecrit edilmiş hissetmenin, heteronormatif bir toplumda yetişmenin, farklı olduğunuz için bir kriz yaşamanın evrensel zorlukları. Ve tabi homofobi de queer bireyler için bir diğer evrensel zorluk.
Filistin toplumunun tabi ki özel durumları var: Örneğin patriarka son derece güçlü. Küçük erkek kardeşler bile kendilerinden büyük ablalarının ne yapacağını belirleme hakları olmasını bekleyebilir. Başka bir özellik de cinsellik üzerine konuşma tabusu, heteroseksüel kişiler bile cinsellikten bahsetmezler. Eşcinsellik üzerine konuşmak, genel olarak cinsellik üzerine konuşulmasını zorlamanın bir yolu. Lezbiyen, gey, ya da başka herhangi bir şey olduğumuzu gizlemiyoruz, ama bu konular üzerine bir tartışma yürütmenin önkoşulu cinsellikten bahsetmek. Bazı insan hakları grupları veya kadın grupları bizimle ilişkilendirilmek istemeyebilir; fakat mesele genel olarak cinsellik olduğunda bunun onların meselesi olmadığını iddia edemezler – cinsellik eşcinsellerle sınırlı değildir. Kadın grupları, insan hakları grupları, LGBT grupları olarak hepimizin ortak bir sorumluluğu var.
İkinci zorluk tipi, çifte azınlık olmakla, hem Filistinli hem queer olmakla ilgili. Bir “Arap” veya “Filistinli” olarak sizi hedef alan ayrımcılıktan kaçamazsınız. Ayrımcılığın tamamı sistemli ve organize değil. Alışveriş yaparken aksanınızla dalga geçilmesinden, otobüste giderken birilerinin dönüp “Arapça duymak istemediğini” söylemesine, yolda askerler tarafından durdurulmaya kadar çeşitli tezahürleri var. Irkçılık çok yaygın. Batı Şeria’da, insanlar gündelik hayatlarında işgalle muhatap oluyorlar, seyahat özgürlüğünüz tüm o kontrol noktalarınca kısıtlanmış durumda. Filistin ve İsrail toplumlarındaki homofobiyle, ve işgal ve ırkçılıkla karşı karşıyayız.
Filistin özgürlük hareketine, queer bir grup olarak, özellikle sunabileceğiniz katkılar neler?
HM: En çok marjinalleştirilmiş olanların toplumsal değişimden en çok fayda sağlayacaklar olduğunu, ve değişime en kararlı olanlar olduğunu düşünüyorum. Spesifik olarak eşcinsellikten bahsetmeyi ve eşcinsel hakları için çalışmayı seçebilirsiniz – ama aynı zamanda genel olarak cinsellikten ve diğer marjinalleştirilmiş cinselliklerden bahsetmeyi, insan haklarından bahsetmeyi ve kendinizi şahit olduğunuz tüm diğer ezilme biçimleri üzerinden temellendirmeyi de deneyebilirsiniz. Bizim yapmaya çalıştığımız bu, eşcinseller dışında kalan kategorileri de kapsamak istiyoruz. Örneğin, cinsiyeti yüzünden veya evlenmek istemediği için baskı altında olan insanları da kapsamak istiyoruz. Küçük bir grup olarak, toplumsal değişimi sağlayabilmek için ortaklıklar oluşturmak durumundayız, ve yapmaya çalıştığımız da bu. Şu anda on yıldır bir aradayız. Bunun ilk yedi yılını kendi kapasitemizi geliştirerek, kendi vizyonumuzu tartışarak geçirdik. Filistin’de başka grupların queer bireylerin meselelerini manipüle etmeye çalışmış olduğunun farkındayız. Bazı Filistinli gruplar “batılılaşmış” olduğumuzu söylediler örneğin. Veya cinselliğin politik bir mesele olmadığı, insanları sadece özel hayatlarında etkilediği yönündeki geleneksel liberal savlar var. İsrail hükümeti, eşcinsel hakları meselesini kendini Ortadoğu’da bir eşcinsel cenneti olarak sunmak ve Filistin toplumunu içsel olarak homofobik olmakla suçlamak için kullanıyor. Bizim deneyimimiz bize özgün bir perspektif sağlıyor. ABD’de turda olduğum zamanlarda, siyonistlerbizimle muhatap olmadı. Biz tartışmış olmayı isterdik, ama onlar bir türlü Filistinli, politik ve queer bireyler olmamızla yüzleşemediler – onlara kalsa ya Filistinli otoritelerce öldürülüyorduk ya da zaten hiç var olmamıştık bile.
Ana politik kampanyalarımızdan biri “pinkwashing denen”, İsrail hükümetinin daha büyük kampanyasının bir parçası olan şeye – İsrail’deki nispeten ileri olan eşcinsel haklarının uluslararası kamuoyunun dikkatini insan hakları ihlallerinden ve işgalden uzaklaştırmak için kullanılmasına karşı çıkmak. Sıklıkla “İsrail eşcinsel hakları politikalarını duyurmak istiyorsa ne olmuş?” itirazıyla karşılaşıyorum. Ama mesele eşcinsel hakları değil; İsrail, insan hakları ihlalleri gerçekleştiriyor, başka halkları işgal altında tutuyor, ve benim hayatımdaki zorlukları ve benim adımı toplumumu geri ve homofobik addetmek için kullanıyor. Mücadelem kenara atılıyor ve halkım canavarlaştırılıyor. Bunun uluslararası imajımıza doğrudan etkisi var, ama daha önemlisi Filistinli eşcinsel gençler üzerindeki etkisi – gençler bu fikirleri içselleştiriyor ve kaçıp eşcinsel haklarının sözde kalesi İsrail’e yerleşme hayalleri kuruyorlar. Oysa kanunlar çok açık: Filistinliler İsrail’de sığınmacı statüsü alamazlar, İsrail Filistinli eşcinsellere yardım etmez, onları korumaz. İsrail’in bu göz boyama tavrı politik bir duruşumuz olması gerekliliğinin bir diğer sebebi.
Bu aynı zamanda şu anda Amsterdam’da olma sebebiniz, değil mi?
HM: Evet, yarın “pinkwashing” ve İsrail’deki eşcinsel turizmi üzerine bir atölye çalışması yürüteceğim. Özellikle İsrail politikalarına karşı çıkmak için bir araç olarak BDS’ten (Boycott- Divestment-Sanctions)(Boykot-EldenÇıkarma-Yaptırımlar) bahsedeceğim.
Burada “queer BDS” üzerine bir atölye çalışması düzenleyeceksiniz, bundan bahseder misiniz?
HM: Kendimizi Filistin toplumunun ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz: bunu milliyetçi bir şekilde değil, diğer Filistinlilerle aynı zorluklarla mücadele ediyoruz anlamında söylüyoruz. İşgal queer bireyleri de etkiliyor. Irkçılık queer’lerle straight’ler arasında ayrım yapmıyor. Dolayısıyla, halihazırda işgale, ayrımcılığa, ayrım duvarına karşı yapılan kampanyaların içindeyiz. Bu mücadeleye spesifik bir perspektif katabileceğimizi düşünüyoruz ve BDS kampanyasını queer bir perspektiften desteklemek için çalışan ayrı, özerk bir grup oluşturmayı bu yüzden istedik. BDS’in potansiyeli yüksek bir strateji olduğunu düşünüyoruz, iyi yapılandırılmış, şiddet içermiyor, ve sivil Filistin toplumunun ezici çoğunluğunca destekleniyor. Filistin otoriterlerinden bağımısz, yeni bir direniş dalgası yaratıyor. 63 yıllık işgalin, barış görüşmelerinin ve “birarada yaşam”ı desteklemek için yapılan her girişimin başarısız olmasının ardından, BDS kampanyası temelini insan haklarından alan yeni bir kampanya. İsraillilerle savaşmayı değil, İsrail devletinin işgaline karşı çıkmayı öneriyor. Bu kampanya bizim için, Filistinli olarak kendimizi Filistin toplumunun bir parçası olarak ifade etmek ve BDS stratejisini queer bağlamdan savunmak için doğru yer. “Palestinian Queers for BDS”teki (BDS için Filistinli Queer’ler) asıl hedefimiz uluslararası queer gruplarla konuşmak ve hem radikal hem anaakım grupları BDS’i desteklemeye teşvik etmek. İsrail’i işgalden vazgeçmeye sadece dış baskı zorlayabilir.
BDS kampanyası uluslararası bir ivme kazanıyor. Bu konuda deneyimleriniz neler?
HM: Biz henüz genç bir grubuz – PQBDS bir buçuk yıl önce genel beyanlar vererek ortaya çıktı. Queer akademisyenlere hükümetle bağları olan İsrail kurumlarını boykot etme çağrısı yaptık. Bizim için, gördüğümüz en yüksek ivme, en azından Avrupa’daki en yüksek olan, bu sene Aralık’ta yapılacak olan IGLYO Genel Kurul toplantısının Tel Aviv’de yapılması kararına karşı yürütülen kampanya oldu. IGLYO, yani Uluslararası Gey Lezbiyen Gençlik Örgütü’ne üye yaklaşık 75 örgüt var. Bu kampanya aracılığıyla pek çok uluslararası gruba ulaştık. Asıl hedefimiz, IGLYO’nun kendisinden ziyade Genel Kurul’u boykot etmek, ve bu vesileyle Filistinli queer’lerin haklarını ve işgal meselesini tartışmaya açmak. Onlarca Avrupalı LGBT örgütü bu tartışmayı yapmak zorunda kaldı, biz bunun çok büyük bir başarı olduğunu düşünüyoruz.
Şimdiye kadarki en büyük başarınızın ne olduğunu düşünüyorsunuz?
HM: On yıllık bir aktivizm sürecinden sonra, kendimizi toplumumuzun ayrılmaz bir parçası olarak kabul etttirdik ve yapabileceğimiz özel bir katkı olduğunu kanıtladık. Kimlik ve cinselliğe dair fikirlerimiz Filistin toplumuna yeni bir şey katıyor, heteroseksüel Filistinli aktivistler arasında da bize yönelik yoğun bir ilgi var. Artık etkinliklerimize heteroseksüel kişiler bile geliyor, kendilerini bizim yanımızda daha özgür hissediyorlar. Hareketimizin en büyük başarısı sağlam bir altyapı ve komünite kurabilmiş olmamız.
Çeviren: Cansu Peköz