Salih Öztürk –
 
Kobani eylemleri nedeniyle yeniden gündeme gelen Hizbullah, Türkiye’de köktenci İslamcılığın en önemli örgütlerinden birisi. 12 Eylül darbesinin ardından örgütlenen hareket İran Devrimi’nin rüzgarını arkasına alarak hızla serpildi. Hizbullah’ın ilk merkezi Hüseyin Velioğlu’nun memleketi Batman’dı. Daha sonra merkez Diyarbakır’a taşındı. 1987’de İlim Kitabevi’nin kuruluşuyla hareket açık çalışmaya başladı ve 1991 yılına gelindiğinde PKK ile oluşan çatışmalarda ismi Türkiye çapında bilinir oldu.

 
“Hizbulkontra”
 

PKK bölgedeki pek çok siyasi yapı gibi bu hareketin de kökünü kazımak için hamle etti. Fakat sonuç umulduğu gibi olmadı ve çatışmalar 1995’e kadar sürdü, her iki taraftan toplam 700 civarında insan öldü. Özellikle Diyarbakır, Mardin ve Batman’da sokak hakimiyetin o yıllarda Hizbullah’ın hakimiyetine geçtiğini söyleyebiliriz. Hizbullah, Emniyet ve Jandarma üçgeni karanlık 90’lı yılların başlıca ekseni haline gelmişti. Bu dönem Türkiye tarihinde hep hatırlanacak karanlık dönemlerden birisidir.

Irak’lı İslamcıların araya girmesiyle çatışmalar 1995’de nihayetlendi ama bu kez de örgüt İlim ve Menzil grupları olarak ikiye bölündü ve iç çatışma süreci yaşanmaya başladı. Menzil çevresi daha gevşek, dünyaya daha açık ve açıkçası Tahran’cı konumdaydı, İlimciler ise İran yönetimi ile aralarına mesafe koymaktan yana tutum alıyorlardı.

Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz’daki polis operasyonunda karşılaşılan manzara vahşetin boyutlarını gösterdi: çok sayıda kaçırma, işkenceli sorgular, infazlar, gömülen insanlar ve tüm  bunların videoya çekilmiş görüntüleri. Bu vahşet manzarası İstanbul merkezli diğer İslamcı çevrelerin İlimcilerle aralarının soğumasına yol açtı. İlimcilerin buna cevabı kendilerine tavır alan İslamcı dergilerin satışını Güneydoğu’da yasaklamak oldu. İslamcı Feminist Konca Kuriş’in kaçırılıp öldürülmesi ve Nurcu Yeni Zemin çevresine saldırılar örgütün tecrit olması ürecini hızlandırdı. Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve beş korumasının öldürülmesine devlet şiddetle cevap verdi. Bu eyleme katılanların hemen hepsi ölü olarak ele geçirildi, hemen tüm üst düzey kadrolar cezaevine atıldı. Kaçabilenler yurt dışına gittiler.  Örgüt böylece geriye çekilme dönemine girdi. Silahlı eylemelere son verip iç tartışma sürecine girdiler ve varlıklarını göze görünmeden sürdürmeye ağırlık verdiler.

 
Kitlesel Hizbullah
 

2000’li yılların ortalarına gelindiğine Hizbullah yeniden görünür olmaya başladı. Mustazaf-Der’in kuruluşu, ardından 2006 yılında Diyarbakır’da gerçekleştirilen ve onbinlerce kişinin katıldığı Peygamber’e Saygı mitingleriyle görüldü ki, Hizbullah ayaktadır ve gelişmektedir. Tabii sadece Mustazaf-Der’den değil birçok dernek çalışmasından söz etmeliyiz. Velioğlu hâlâ “Şehit Rehber”di ama yöneliş de değişmişti. Bu bir anlamda Lübnan Hizbullahı’na benzer biçimde sosyal çalışmalara, yardım faaliyetlerine, sivil çabalara ağırlık verilmesi anlamına geliyordu. Hizbullah artık körü körüne çatışmaya girmeye niyetli değildi ve başka bir evreye girmişti.

Kürt Hizbullahı, İran Devrimi, Nurculuk ve Selefilikten ilham alıyor. Bu anlamda Müslüman Kardeşler’in Suriye kolunun liderlerinden Said Havva’ya, Şii Arap Mehdi Ordusu (Mukteda Sadr)’a yakın durduğunu da söyleyelim. Aslında tüm bu özellikleriyle Hizbullah’ın kendine özgü bir düşünsel yapısı olduğunu söylemek mümkün.

Çoğu kimse Hizbullah’ı kendi ayakları üzerinde duran bir yapı olarak görmez. Esas olarak 90’lı yılların “Hizbülkontra” tanımı örgütün derin devletin maşası rolünü oynadığına vurgu yapar. Buna karşın Hizbullah’ı sadece taşeron bir örgüt olarak görmek, onun İslamcı Kürtler arasındaki reel gücünü, sahiciliğini ve kendi başına hareket edebilme kapasitesini gözden kaçırmak demektir.

 
Sandıkların söylediği
 

Hizbullah’ın mirasını devralan Hüda-Par (Hür Dava Partisi) yasal bir parti olarak başvurusunu 2012 yılında yaptı. Parti bu başvurunun ardından 2014 yerel seçimlerine girme hakkını elde etti ve dört büyükşehirde ve yedi ilde aday göstermek gibi bir riski göze almaya karar verdi.

Elbette seçim sonuçları her şey demek değildir hele de böylesi hareketler için. Buna rağmen sonuçlar etki alanını göstermeye hizmet edebilir. Ayrıca oy verenlerin sayısı kadar bileşiminin ne olduğu da önemlidir. Hatta bazen daha da önemli.

Görünen o ki mitinglere gelen kalabalıklar bir ölçüt oluşturmuyor ve Hüda-Par 2014 seçimlerinden beklediğini bulamadı. Parti Türkiye genelinde %.02 yani 90 bin civarında oy aldı. Fakat tabii partinin daha çok Güneydoğu Anadolu’da faaliyet gösterdiğini 90 bin oyun özellikle bu bölgede yoğunlaştığını söylemeliyiz. En yüksek oy aldığı bazı şehirlerdeki oy sayısını ve yüzde oranları sıralamak yararlı olacak: Diyarbakır 34.543, % 4.78 ( İl Genel Meclisi %5,42); Batman 23.733, % 7.80 (İl Genel Meclisi % 7.12); Bitlis 1.294, % 5.58; Mardin 6.456, % 2; Van 2.879 % 0.65. Adayla seçime girdiği diğer illerde ise Bingöl % 3.7 ve diğerlerinde % 2 ve altında oya alındı.

Bu sonuçlar çeşitli çevrelerde başarısızlık olarak niteleniyor buna karşılık böylesi hareketlerin görünmez derinliği de önemli. Ayrıca yukarıda değindiğimiz gibi 90 bin oyu nasıl insanların da kullandığı önemlidir. Hüda-Par seçtiği bölgelerde üçüncü parti oldu ama zaten o bölgelerde bir üçüncü seçenek fiilen yoktu da demek mümkün. Partiye yakın kesimlerin AKP’yi desteklediğini de söyleyebiliriz elbette. AKP’nin Kürt bölgelerinde henüz İslamcıların tek alternatifi olduğu gerçeğini  unutmamak gerek. BDP’nin bölgedeki gücü düşünüldüğüne İslamcıların AKP’yi her halükarda destekleme konumunda olacakları da açık görünüyor. Bölgede AKP ve BDP dışı bir alan yaratma çabalarının seçimler bazlı sınırının bu olduğunu söylemek de mümkün.

 
Çok bilinmeyenli bir dönem
 

Bu tür İslamcı hareketlerin, ulusal laik hareketlerin yozlaşması ya da tıkanmaları durumunda hızla kitleselleştikleri bilinen bir olgu. Zaten Hizbullah’ın silahlı eylemlerden sosyal ağırlıklı çalışmalara yönelmeleri de böyle bir kitleselleşmeye hazırlık anlamına da geliyor. Bölgedeki siyasal kırılmalarda Hizbullah’ın daha da görünür olması, çatışmalı süreçlerde ise tıpkı 90’larda olduğu gibi yine hızla devlet tarafından kullanılmaya uygun bir yapı ile karşılaşmak da şaşırtıcı olmayacak ki, Kobane eylemlerinin üç günü bile bunu açıkça gösterdi.

Tabii tüm bunları IŞİD faktörü ile birlikte tartıştığımızı unutmamak gerek. IŞİD’in Lübnan Hizbullahı, Irak Şiileri ve İran’la olan ihtilaflı ve çatışmalı tutumu Hizbullah’ın bu örgütle işbirliğini güçleştirecektir. Öbür yandan yukarıda değindiğimiz gibi Hizbullah Selefilikten de etkilenen bir örgüt. Yapının Irak ve Lübnan Hizbullahları ile Seleflik tercihleri arasında bir gerilim içine girmesi de, Ortadoğu gibi daha geniş bir çerçeveyi düşünürsek, İslam ve “Kürt kimlikleri arasında bocalaması da mümkündür.  Buna karşın ulusal hareketin bölgedeki yükselişi IŞİD ile Hizbullah arasında  – muhtemelen devletin de hoşuna gidecek – işbirlikleri oluşturmaya zemin hazırlayabilir. Türkiye, Kürt hareketi ve Ortadoğu açısından her anlamda çok bilinmeyenli bir döneme girildiği ise neredeyse kesindir.

 

(Bu yazı Yeniyol’un 11. sayısında yayınlanmıştır)